İnsana ait ve insanca

Kadın, erkek, çocuk ve genç olmaktan çekinmeyelim, korkmayalım. Ve lütfen artık birbirimizden kaçınmayalım, sakınmayalım! Çünkü biliyorum ki, bir millet ancak kendine yabancılaşırsa kaçınılmaz bir sona mahkûm oluyor. Kendi sonumuz değil, sonsuzluğumuz olalım.

KENDİME bir dünya inşâ etmek istiyorum. İnsana ait ne varsa insanca yaşanacak bir dünya… Çocukluğun masumiyet demek olduğu ve hiçbir kirli elin çocuklarımıza değmemesi gereken bir dünya… Sokakları inleten çocuk çığlıklarının sadece mutluluktan, gecelere kadar oynanan oyunlardan alınan tarifsiz hazdan atıldığı bir dünya...

Annelerin çocuklarıyla birlikte büyüdüğü ve zamansız ölmemeleri gereken bir dünya… Anneliğin kutsallığının ve değerinin bilindiği bir dünya... Çocuğun ve çocukluğun, kadının ve kadınlığın, canın ve canlılığın korunduğu bir dünya… Tam olması gerektiği gibi, insana ait ve insanca bir dünya!

Sahi, ne çok şey yitip gidiyor elimizden, dünyamızdan! Eskiden bu dünyayı değiştireceğime inanırdım. Ben olmasam da birinin bunu yapacağına dair içimde sonsuz bir umut vardı. Beni böyle umutsuzluğa, karamsarlığa ve öfkeye itenin ne olduğunu bilmiyorum. Belki haberlerde duyduğum kan dondurucu cinayetler, küçücük bir çocuğun “Anne ölme!” feryâdı, tacizler, hırsızlıklar, birlik olmaya duyulan inançsızlık... Yahut her şeyi sadece eleştirmemizin verdiği dayanılmaz kalp yorgunluğu, adım atmaya cesaretimizin olmaması, adım atmaya cesareti olanların önüne kurduğumuz barikatlar ve kalbimin bu denli yorulmasını sağlayan binlerce sebep… 

Bakıyorum da, artık kimse gerçekten ne yapacağını bilmiyor. Bir sabah bakıyoruz ki ormanlarımız kesiliyor, bir sabah bakıyoruz ki insanlarımız ölüyor; başka sabahlar, başka güzel olmayan şeyleri beraberinde getiriyor. Tamamen bitirmiyor bizi, etrafımıza bir hendek kazıyor bütün bu yaşananlar. İçinden çıkamayacağımız bir mutsuzluğa sürüklüyor gibi...

Sanatın, bilimin, kültürün ve en önemlisi değerler eğitiminin bir ülkenin üzerindeki etkilerinin azaldığını net olarak görebiliyoruz artık. Duygusuz bir nesil yetişiyor. Hayattaki amacını kavrayamamış veya bulamamış bir nesil… Rotası olmayan gemiler gibi... Başıboş, uçsuz bucaksız okyanuslarda... Gözü hiçbir şey görmeyen, kaybedecek bir şeyi olmayan bir nesil…

Gerek yok bombalara, savaşlara. Bir milleti yok etmek için yeterli olacaktır amaçsız bir nesil. Fırtına öncesi sessizlik yok ortada. Fırtına, “Geliyorum!” diye bağırıyor resmen, “Geliyorum ve siz hiçbir şey yapmıyorsunuz.” Sahi, neden hiçbir şey yapmıyoruz?  Büyük adımlarımız olmasına gerek yok, kalabalığımız yeter. Tek bir kişinin koşmasındansa binlerce kişinin tek bir adımı, değişim için iyi bir başlangıç olacaktır.

Dünya değişiyor. Hiçbir gün diğerinin aynısı olmuyor. Güneş hep aynı taraftan doğuyor, evet, fakat her doğuş farklı bir günü başlatıyor.

Zaman geçiyor, dünya değişiyor; olduğumuz yerde saymayalım, gerilemeyelim, ilerleyelim, değişelim, korkmayalım. Çocukluğumuzla, gençliğimizle, enerjimizle manşet olalım. Yeni günler artık güzel şeyler getirsin bizlere. Korkmayalım haberleri okumaktan. Korkmayalım birlik olmaktan. Birlikte büyük bir gücü doğuralım ve doğalım bir güneş gibi yeni başlayan günlere. Zalimlik ve zorbalık kolay şeyler. Biz merhametli ve adaletli olmayı seçelim. Yeni nesillere köprüler, yollar, kocaman şehirler bırakmayalım sadece. Güzel fikirler, icatlar, gelenek ve iyi kurgulanmış sistemler bırakalım. Mirasımız madden ve mânen güçlü ve zengin olsun.

Fikir ve rûh olmasa, insan bir et parçası sadece. Fikrimizi ve rûhumuzu kaybetmeyelim. İnsan olmanın verdiği sayısız nimetin güzelliğiyle yaşayalım. Kadın, erkek, çocuk ve genç olmaktan çekinmeyelim, korkmayalım. Ve lütfen artık birbirimizden kaçınmayalım, sakınmayalım! Çünkü biliyorum ki, bir millet ancak kendine yabancılaşırsa kaçınılmaz bir sona mahkûm oluyor. Kendi sonumuz değil, sonsuzluğumuz olalım.