İnsan yetiştirebilmek

İnsanın maddî ve manevî ihtiyaçları karşılanmadığı takdirde anormallikler oluşacak ve bunlar davranışa dönüştüğünde hem bireye, hem de topluma büyük zararlar verecektir.

“İNSANI, insanın kurdu değil, ümidi olarak görenlerdenim. İnsan insanı ümit diye beller; ama insan, ümidini insana bağlamaz. Allah’tan ümit ederiz” diyordu bana göre her satırı ayrı bir çığır olan usta yazar “İsmet Özel”.

İnsan olmak, insan yetiştirmek ve en önemlisi insan kalabilmek… Tüm bunlar, temelde klasik bir söylem olsa da, ana rahmine düştüğümüz ilk anda başlayıp, tâ ki son nefese kadar devam eden bir serüvendir. Bireylerin ilk sosyalleştiği ortam aile olduğu üzere, yetişmek de bir fidan gibi orada başlayacak ve modern insan her ne kadar bunu reddetse de orada şekillenerek devam edecektir.

İnsan, yaratılan bu kadar âlem içinde özü itibariyle en farklı olandır. Birçok boyuttan meydana gelen insanı -her canlı gibi temel ihtiyaçları bir yana- diğer mahlûkattan ayıran en önemli boyut, manevî boyutudur. Yani diyebiliriz ki, insan maddî ve manevî boyutu olan bir varlıktır. Maddî boyutu, canlı olmanın getirmiş olduğu ihtiyaçları (yeme, içme, hareket etme, çalışma vb.) iken, insanı asıl eşref-i mahlûkat yapansa onun manevî boyutudur. Sevme, sevilme, korku, ümit, sığınma, güvende olma ihtiyacı ve inanma gereksinimi gibi daha birçok şey, insanın aslolan yönüdür.  

İnsanı meydana getiren tüm bu unsurların gerisindeki temel belirleyici gerçek, onun fiziksel yapısından ziyade “ruhsal yönüdür”. Çünkü insan kalp, akıl ve ruh gibi farklı adlarla bilinen yeteneklere sahiptir. İşte temelde “insan eğitimi” dediğimiz hassas nokta, insanın maddî ve manevî yönünün geliştirilmesi demektir.

Günümüz insan yetiştirme anlayışları, kişiliğin oluşmasında sadece beynin ve diğer duyu organlarının geliştirilmesini esas alırken, manevî yönünü sürekli olarak ihmâl etmektedir. “İnsan, yaratılışı itibariyle kötü bir varlık değildir, ama cahil bir varlıktır” diyebiliriz. İnsan, meydana geldiği ilk andan itibaren öğrenmeye muhtaç ve bilmeye sürekli gereksinim duyacak olan varlıktır. Yaşadığı süre içinde insanın öğrendiği tüm şeyler onda içselleşecek, ama bu faaliyet manevî değerlerle bütünleşmedikçe zaman içinde bireye zarar vermeye bile başlayacaktır.

Duyu organları, insanın dış dünyayı anlamlandırma ve algılamada en önemli fiziksel benliğidir. Ama sadece bunlar bile maneviyattan uzaklaştıkça, insan, nefsinin denetimine geçerek her türlü kötülüğe ve sıkıntıya sebep olabilir. Yani insanın fiziksel benliğini oluşturan her türlü uzvu, aklın ve inancın kontrolünde olmazsa süreç içinde insanın hem maddî, hem de manevî yönüne zarar verecektir. Keza günümüz modern toplum hastalığı olarak gördüğüm “anksiyete, panik atak, depresyon” gibi hastalıkların sürekli artmakta olduğu, bunun en belirgin örneğidir.

Bu anlamda kendi toplumumuzda insan yetiştirmek gibi bir değeri temel alacaksak, bunu en güzel şekilde bize İslâmî eğilimler sağlayacaktır. Çünkü İslâm, insanı sadece biyolojik bir varlık olarak görmez. Bilâkis İslâmî düşünce yapısı, insandaki düşünce ve davranış oluşumunda, onun psikolojik yanını ve kalbini temel alır. Kalp, insanın yapıp ettiklerindeki hakikat temsilcisi, aydınlanma ışığı, gerçeği sezme ve sevgiyi hissettiği maddî ve manevî gerçek benliğidir. Kalp, maddî yön olarak vücuda kan pompalayan kaslardan meydana gelen ana organ olsa da, Kur’ân-ı Kerim birçok ayette insana kalbi üzerinden seslenir ve manevî olarak gerçek doygunluğa ulaşacak merkez olarak da kalbi belirler.

Diyebiliriz ki, geçmişten günümüze dek toplumsal yapımız içinde dinî hayatın oluşması için birçok çaba gösterilmiştir. Hâlâ gösterilmektedir. Fakat maalesef dinimizi karalama çabaları diğer taraftan yürütülmektedir. Böyle ikilemli bir düşünce yapısına sahip bir toplumda insan yetiştirmek, gerçekten en önemli meziyetlerden biridir. Bu sebeple çocuklara, daha okula başlamadan manevî yönlerini geliştirmeye yönelik faaliyetlerle her şeyi onlara sevdirmeye çalışmalıyız. Okul döneminde karşılaşabilecekleri tüm sıkıntıları sağlam bir ahlâkla göğüsleyebilmelerini sağlamalı ve manevî değerlerini içselleştirmelerinde yardımcı olup onlara rol model olmalıyız.

Toplum olarak artık şunu kabul etmeliyiz ki, dinî yaşantıyı karalamakla bir yere varılamayacaktır. Aksine, dinî yaşam sürekli bir akış içerisinde, insandan insana akar gider. Yeter ki çevremizdeki kişi, kurum, kitap ve âlim kişilerden hangisini ne derecede algılayacağımızı kendimiz belirleyebilelim. Çünkü insan, tek olan değil, çevresinden etkilenen sosyolojik bir varlıktır. İnsanın manevî yönünü oluşturacak olan İslâmî bilgi ve esaslar da, İslâm’ın edep ve ahlakını bilen, yaşayan ve anlatan insanlar tarafından bizler için anlaşılır hâle getirilir. Yeter ki bizler, reddetmek için değil, okuyan, anlayan ve kabul eden insan olmayı bilelim.

Manevî yönümüzü okuyarak ve araştırarak geliştirmek, bizlere eleştirel bir tavır kazandıracaktır. Bunun sonucunda da İslâm’ın bilgi ve kültürünü bize vermeye çalışan gerçek dinî bilgilerden bîhaber olan faydasız insanların da dinin rehberliğini yapmalarına bizzat engel olabiliriz. Zira toplum olarak bunu yakın zamanda maalesef tecrübe etmiş olduk.

Sonuç olarak, insanın saf bedenden meydana gelmiş bir canlı olmadığını, manevî boyutun ona asıl değerini kazandırdığını bilmeliyiz. İnsandaki inanma gereksiniminin en güzel karşılığı olan kutlu dinimiz İslâm’ın bize verdiği terbiye, beden, kalp ve davranışın beraber oluşudur. Tüm organlarımızı maneviyatın bize müsaade ettiği kadarı ile kullanırsak, maddî hayatımız değer kazanacak ve maneviyatımız derinleşecektir.

İnsanın maddî ve manevî ihtiyaçları karşılanmadığı takdirde anormallikler oluşacak ve bunlar davranışa dönüştüğünde hem bireye, hem de topluma büyük zararlar verecektir.