İnsan ve kültür

İnsan fıtratını, kişilik yapılarını, psikolojisini ve kitlelerin, ırkların, etnik yapıların sosyolojik özelliklerini çözmeye başlayan kitleler/yönetenler, kültürleri değiştirecek, yönlendirecek araçları çözümlemeye başladılar. Bu çözümlemeleri ise farklı kanallarla, yöntem, teknik ve taktiklerle kitleler üzerinde net bir şekilde kullanıyorlar.

KÜLTÜRÜ ve uygarlığı oluşturan insandır, insanları ve insanlığı şekillendiren veya yok eden de insanların oluşturduğu kültürler ve uygarlıklardır.

Kültür, toplumdan topluma, milletten millete değişen davranış ve yaşayış biçimlerinin ve dünya görüşlerinin ortaya koyduğu maddî ve manevî ürünler olduğuna göre, bu ürünleri oluşturan öğeler de çok yönlü ve çeşitlidir. “Kültür ya da uygarlık, bir toplumun bireyi olarak, insanoğlunun öğrendiği (ürettiği/kazandığı) bilgi, sanat, gelenek, görenek vb. yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür” diyor E. Burnet Tylor.

Kültürler uzun, meşakkatli ve karmaşık bir süreçte oluşur. Bu süreci oluşturan belli başlı ve temel unsurlar şunlardır: Dil, din, eğitim, ekonomi, teknoloji, sosyal kurumlar, örf ve âdetler, değerler ve tutumlar, estetik sanatlar (grafik ve plastik sanatlar, folklor, müzik, dans, tiyatro), semboller, tabular ve törenler, ahlâk kuralları, komşu kültürler, dünya görüşleri, yasalar ve hukuk kuralları, coğrafî ve fiziksel şartlar ve ortamlar, doğa koşulları, yaşam alanları…

Bunların tamamı kültürü şekillendirir. Daha sonra tümü, insanı şekillendirir. Bu şekillendirme öyle kontrolsüz ilerler ki, sonunda fıtratın dışında bambaşka ruhsal ve kişilik özelliklerine sahip bir varlık ortaya çıkar.

Bu süreç, insanlık tarihi kadar eskidir ve her dönemde bir şekilde devam eder.

İnsan fıtratını, kişilik yapılarını, psikolojisini ve kitlelerin, ırkların, etnik yapıların sosyolojik özelliklerini çözmeye başlayan kitleler/yönetenler, kültürleri değiştirecek, yönlendirecek araçları çözümlemeye başladılar. Bu çözümlemeleri ise farklı kanallarla, yöntem, teknik ve taktiklerle kitleler üzerinde net bir şekilde kullanıyorlar.

Bunlardan bir tanesi de “modern hayat” adı altında sunulanlardır. İnsanlık, modern hayat diye dayatılan, aslında insanlığı, kültürleri ve medeniyetleri yok eden, sayısız argümanla karşı karşıya. Kapitalist ve popüler yaklaşımlar, insanı doğadan, hayattan, insanca yaşam koşullarından koparttı. Özgürlüklerini elinden aldı. Yaşantıları ve kültürleri yok etti. Dolayısı ile insanın/insanlığın ortaya koyduğu değerlerin çoğu yok oldu ve kalanlar da hızla yok oluyor.

Güçlü dil, güçlü medeniyettir

Kültürleri, bilimleri, sanatı, edebiyatı oluşturan en önemli unsur ise “dil”dir. UNESCO'nun tahminlerine göre dünyada toplam 6 bin dil var. Bu rakamın neredeyse yarısı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Tehlikede olan dillerin başında yerli diller geliyor. Yine aynı kaynaklara göre, 1950 yılından bu yana dünyada konuşulan 200’ün üzerinde dil yok olup gitmiş. Bunlar tespit edilenler… Peki, tespit edilemeyenler? Dilin yok olması, o dilin oluşturduğu eğitim, kültür, medeniyet ve insan adına ne varsa hepsinin yok olmasıdır.

Toplum olarak, kültürümüzün, medeniyetimizin yok olmaması için dilimize sahip olmamız gerekir. Dili zayıflatan, yok eden, yıpratan unsurlara karşı hazırlıklı olmamız gerekir. Özelikle son yıllarda tüm dünya kültürlerini sarsan, hatta yok eden sosyal medya saldırılarına, bozulmaya karşı duruşumuzu bozmamamız gerekir. Hatta uygun üslûpla yeni, kullanılabilir, ayakları yere basan, alternatif yol, yöntem ve tekniklerle bilimsel çalışmalar yapmamız gerekir.

Yok olmamak için güçlü kültür

Modern çağ aldatmacası ile dayatılan bozulmaya karşı uyanık davranmaz, dilimize sahip çıkmaz, dik durmaz, kendi kültürlerimizi üretmez, çağın söylemlerini yakalayıp, kendi stratejilerimizi geliştirip uygulamazsak, sonumuz yok olmak olacaktır.

Toplumları bir arada tutan ana kültürel kodları, “din, siyaset, eğitim, yaşam” şekilleridir. Bu kodlarla hangi yönde oynarsanız, sonuç o yönde çıkacaktır. Toplumların algılarını bozmak için yapılan çalışmaları incelediğimizde, bu dört temel kodla oynandığını görürüz. Dinî konuları tartışan, siyâsî ayrımcılık yaparak kendinden olmayana yaşam alanı ve hakkı tanımayan, eğitimde karmaşa, kafa karışıklığı ve belirsizlikler oluşturan, insanların yaşam şekillerine karışılan ortamlar oluşturulduğunda, başka olumsuz bir şey yapmaya gerek kalmayacaktır. 

Olgunlaşamamış, gelişmemiş kültürler, güç olmuş, gücü oluşturmuş, diğerlerine göre daha gelişmiş kültürlerin gölgesinde kalmaya ve bir dönem sonra bu kültürlerin etkisinde kalıp kendi mecrasını değiştirerek bozulacak ve bir dönem sonra yok olmaya mahkûm olacaktır.

Yaşam alanları, özgürlük alanlarıdır

Her türlü canlının yaşamını idame ettirebilmesi için gerekli şartı ve özellikleri barındıran çevreye “yaşam alanı” denir. Bu durum her türlü canlının yer, alan, mekân, bölge ve ortamları için geçerlidir.

İnsan-yaşam alanı veya insan-çevre ilişkisi, varlığını sürdürebilmesi için insanlık tarihi kadar etkili ve önemlidir.

İnsanlığın ve doğanın dünyanın değişik coğrafyalarında yaşadıkları yaşam şartları ile binlerce yılın tecrübeleri ışığında oluşturduğu yaşam alanları ve koşulları iyice yok olmaya başladı.

Bundan kısa dönemler öncesinde nüfusun büyük bir çoğunluğu kırsal kesimde yaşarken, şimdi tam tersi duruma geldi. 2017 Şubat istatistiklerine göre Türkiye nüfusunun yüzde 8’lik dilimi, köylerde yaşar hâle gelmiş. Bu oranın da neredeyse tamamına yakınını yaşlı kuşak oluşturmakta ve bu yüzde 8’lik oranın geçen bir yıl içinde azaldığı da bir gerçek.

Dünyadaki nüfus dağılımlarına baktığımızda, ülkemizden çok farklı bir durumda olunmadığını görüyoruz.

Yine “modern yaşam alanları” adı altında bizlere cazip gösterilen alanların “modern hapishane” hayatından çok farklı olmadığını görüyoruz. Bu tuzağa düşmemek ve kültür, inanç ve değerlerimizin bizlerden istediği şekilde yaşamak için insanca yaşanılabilir alanlar oluşturmalıyız.