
Mevsim geçişleri
MEVSİM geçişleri hep bir telaşın, hareketliliğin ve akabinde hastalıkların buluşma noktası gibidir. Bu durum sonbahardan kışa ve kıştan bahara geçişte daha çok kendini gösterir. Kışı bir dip nokta kabul edersek sonbaharla inişi, baharla da tırmanışı imler ȃdetȃ. İnsan ömründeki çocukluk, gençlik, ihtiyarlık gibi süreçlerin bir benzerini mevsimler de yaşar. Gece ve gündüz daha küçültülmüş bir örnektir. Coşum ve doyum hâlini inişli çıkışlı da olsa her mevsim yaşarız. Geçmiş, bugün ve gelecek üçlü sacayağında çıraklık, kalfalık ve ustalık süzgecinden geçip yolumuza revan oluruz. Önüne set kurulamayan akarsu misali zaman ırmağında talihimizi ve tarihimizi yaşarız.
Mevsim geçişlerinde sıcaklık, soğukluk, esinti, sakinlik, yoğunluk, sığlık, basınç hâli gibi atmosferik değişkenleri daha çok hissederiz. Bir yerde hep kış veya hep yaz varsa mevsim geçişleri sözü yaşamsallıktan uzakta bir yerdedir. Güneşin yörüngesindeki dünya bir düzen çerçevesinde her yeni günle ve mevsimle kendini yeniler. Mevsimleri daha anlamlı kılan, ardı sıra döngüsel takiptir. Soğuğu, yokluğu, azlığı yaşatan bir mevsimin hemen öncesinde bolluğu, bereketi ve hasadı da yaşarız.
Dengenin olduğu dünyamızda günün uzununu, kısasını, mihrican’ı, gel git’lerini, güneşin doğuşunu, batışını ve nice farklı olayı yaşarız. Vuku bulan her bir dip ve tepe nokta geçişkenliğe zemin hazırlar. Ortalama bir insan, ömründe topu topu 70-80 kez mevsimleri yaşar. Bunun gibi Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı ve sene başları da böyledir.
Ülkemizde dört mevsim yaşansa da bazı mevsimler, bazı bölge ve şehirlerimizde meşhurdur. Kışa, nerede doğdun, diye sormuşlar. “Erzurum’da doğdum ama Sivas’ta ikamet ediyorum” cevabını vermiş. Sivaslıya askerde komutanı sormuş: “Evladım, bir senede kaç mevsim var?” Asker cevap ermiş: “Dört komutanım. İlkbahar, yazbahar, sonbahar ve kış.” Tarih boyu tarım toplumu olmamızdan mütevellit bunun gibi hikâyeleşmiş daha çok mevsim, tabiat temaları var. Mevsimler ve tabiat ile ünsiyet kurmamız tarih boyu hep var ola gelmiştir.
Hayatımızın her alanında farklı geçişleri yaşarız. Çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, hatta doğum ve ölüm bile bir nevi geçiş değil mi? Yaşamsal maddeler hücre zarından hep geçiş hâlindedir. Her canlı ontolojik kodlarında hâlini ve hâl değişmesini yaşar. DNA, RNA, kan ve hücrede de bu hâller kendi düzeyinde yaşanır. Ayrıca huruç zamanı geldiğinde hep bir göç hâlini yaşarız. Göçmen kuşlar gibi mevsimsel bir düzen olmasa da insan hayatında bu hâlleri, her an yaşayacak ahval içerisindeyiz. Nasıl ki bir çocuğun doğumu, annenin doğumunu ve yenilenmesini de getiriyorsa her bir mevsim geçişi dünyamızı yeniden doğuruyor, yeniliyor ȃdetȃ. Tüm ikilikleri mevcut olan dünyamızın ve biz insanların bu gelgitlerinin yanında, gidiş istikameti hep muvazene üzre oluyor.
Önümüz kış
“Mutluluğa ulaşmanın yolu, ihtiyaçsızlaşmaktır.” (Diyojen)
Ağustos böceği ile karınca hikâyesi çocukluğumuzdan bu tarafa kulaklarımızdadır. Çok insan bu hikâyeyi bilir. Çalışmak ile tembellik arasındaki farkı göstermesi açısından basit ama etkili bir hikâyedir. Kurutmalıklar, konserveler, turşular geçmişimizden bizlere gelen ve bizlerin de uygulamaya çalıştığı en eski yöntemlerden bazılarıdır. Hasat zamanı özellikle kışlık patatesini ve soğanını alanlar en azından bu ürünler anlamında daha az etkilenirler. Sezon sonu indirimleri, alışverişleri de hayatımızda her daim olan bir uygulama. Fiyatların daha uygun olduğu pazarları tercih etmek, toptan alışverişle ürünü daha uygun fiyata almak, kışın yazlık giysileri, yazın kışlık giysileri ucuza almak da başvurulan yöntemler çoğu zaman.
Bu kışın çok pahalanan bazı sebze ve meyvelerin tüketimini mümkün mertebe azaltmak, alternatif gıdalara yönelmek, hem bütçemiz hem de toplumun ortak insiyaki olarak devreye sokulması en azından karaborsa oyunları yapanlara yönelik büyük bir ders olacaktır. Tedbiri elden bırakmayan insanlara hayranım. Onlar, gelecek yılın yakıtını bahardan itibaren tedarik ederler. Kış hazırlıklarını en detaylarına kadar yaparlar. Tutumludurlar. Her ihtimale karşı kıyıda köşede hep ek bütçeleri vardır. Gılgılsız abdesthaneye girip de döne döne taş aramaz onlar. Planlı hareket ederler. Ne kadar imkâna ulaşsalar da hayat standartlarını paralarının hep altında tutarlar. Cimrilik konusu bu bahsin dışındadır.
Ülke olarak tarım, hayvancılık politikalarımızı gözden geçirmeliyiz. Hangi alanlarda tıkanıyoruz, dengeyi nerelerde kaybediyoruz? Planlarımızı ve projelerimizi bu yönde yapıp ve güncelde tutmalıyız. Üretimi artırmamız için bilinçlenmeliyiz. Bu noktada zamanı ve fırsatları iyi değerlendirmeliyiz. “Yanlış vakitte bin okun vuramadığını doğru zamanda bir ok vurur” akıllılığını göstermeliyiz. Öyle gereksiz harcamalarımız oluyor ki. Paramızın önemli bir kısmını kullan at eşyalara harcıyoruz. Bunu en iyi Oscar Wilde özetlemiş: “Günümüz insanı her şeyin fiyatını biliyor ama hiçbir şeyin değerini bilmiyor.” Maalesef geldiğimiz durum bu…
Yeme içme ve barınmadan daha çok günümüzde tüketim kalemleri arttı ve her geçen gün de artmaya devam ediyor. Bu yüzdendir ki belki de bu harcamalarımızı karşılamak için daha çok çalışmamız gerekiyor. “Kölelik kaldırılmadı, sadece bütün renkleri kapsayacak biçimde genişletildi” diyen Charles Bukowski sözüne göre belki de bu tüketim çılgınlığının kölesi olmaya başladık. Ayağımızı yorganımıza göre uzatıp ürettiğimiz kadar tüketmeye hakkımız olduğunu unutmamalıyız. Bol bol bilgiye yatırım yapıp üretmeliyiz. Velhasıl bu dünyada ne kadar tükettiğimizden çok, vicdanımız ve hoş sedamız kadar olacağız. Öyle veya böyle dünya tarlasında rızkımızı ekip biçiyoruz ve bu dünya nöbetini tutup gideceğiz velhasıl.
Baharlar gelsin gönüllere
Her ne kadar dünyanın encamıyla birlikte farklı bir boyuta geçecek olsak da hayat seyrüseferinin zor şartlarının sonucunda hep baharlar gizlidir. Çağıl çağıl eriyen kar kırcıyla, tomur tomur çiçeklere ve yeşilliklere kavuşuyor. Kocakarı soğukları ezile büzüle de olsa geçip gidiyor. Acı poyraz, efil efil yağışlı lodos, alizeye; sımsıcak samyeli, kıbleye ve daha başka sıcak esen rüzgârlara dönüşüyor. Elbette ki sadece kış sonrası bahar kavuşmaları olmuyor. Gönüller ve simalar da baharlara kavuşuyor. Her yenibahar, insanların özünde bulunan naif duyguları kabartıyor. Seciyesine, tiynetine ve şuuruna sirayet ediyor. Bal küpünden bal sızması gibi güzellikler taşınıyor. Ne ekersek onu biçeriz durumları da yaşanıyor.
İnanç merkezli cennet ve cehennem tasavvuru ve başkaca reenkarnasyon gibi birçok yan anlayışının temelinde insan yok mudur? İnsanlığın hasletleri, aşk, sevgi duyguları ve bütün sosyal temler insanı böylelikle hayata bağlıyor. Kader-i ilâhiyenin yanında bizlerin tercihleri ve cüzi irademiz de bunlara dâhildir. İnsanı okuyan başka hâlleri de bunlara ekleyebiliriz. Bütün bu hasletlerin özü, insanın kendisini tanıma noktasında bir göz aydınlığı olmaktadır. Bu baharlar, insanın öznesindeki devalüasyonların karşısında bir panzehir hüviyeti taşımaktadır. Öyle ki bu güzellikler, insanın kendi hayatının rotasındaki inhirafları düzeltmek için vazgeçilmez görevler üstlenmektedir. Sıkıntılarla, zorluklarla ve en önemlisi de ölümlerle karşı karşıya kaldığımız bu dünyamızda hayattan kam almak, farklı baharlara ulaşmakla mümkün olmaktadır.