İnsan olmak

Bu kadar farklı yön ve yan olmasına rağmen insanlar neden hayvanlara benzemeye çalışır ve hayvanlar gibi hareket etmeye uğraşırlar? Hâlbuki Allah onları ahsen-i takvîm üzere yaratmamış mıydı? Peki, neden “esfel-i sâfilîn” olmaya çalışırlar ve “belhum adâl” olmaya aday olurlar? Öte yandan, hayvanlar neden insan olmaya gayret sarf etmezler?

İRONİK bir ifâdedir “insan olmak”. Aynı zamanda altı çizilmesi gereken de bir ifâdedir. “İnsanlar zâten insan değiller mi?” diye bir itiraz ve soru cümlesi gelebilir böyle bir ifâde karşısında. Ancak, merâmımız bu değildir.

Evet, görünüşte herkes insandır. Zâten Yaratan da insanı ayrı bir tür ve ontolojik olarak “insan” cinsinde yaratmıştır ama konu bu değildir.

Konu, “insan” denilen varlığın yaratılış amaç ve anlamına uygun olarak hareket edip etmediğidir. Başka bir ifâdeyle, insanlar ne kadar insânî vasıflara sahiptir ve ne kadar insânî değerlerle hemhâldır, işte soru ve sorun budur.

Yoksa, insanlar da canlıdır, hayvanlar da. İnsanlar da yer içer, hayvanlar da. İnsanların da üreme organları vardır, hayvanların da. İnsanlar da nesillerini devam ettirir, hayvanlar da. İnsanlar da dinlenir, uyur, hayvanlar da. İnsanların da iki gözü vardır, hayvanların da. İnsanların da iki kulağı vardır, hayvanların da. İnsanların da burnu vardır, hayvanların da. İnsanların da ağzı vardır, hayvanların da.

İnsanların da solunum sistemleri vardır, hayvanların da. İnsanların da sindirim sistemleri vardır, hayvanların da. İnsanların da boşaltım sistemleri vardır, hayvanların da. İnsanların da dolaşım sistemleri vardır, hayvanların da. İnsanların da beyni vardır, hayvanların da…

Peki, bu kadar ortak yön ve organ olmasına rağmen neden insanlar hayvan olarak yaratılmadı veya hayvanlar insan olarak yaratılmadı?

İşte üzerinde düşünülmesi gereken varoluşsal felsefî soru ve temel sorun budur.

Soruları biraz daha çoğaltalım:

Neden insanlar düşünür de hayvanlar düşünemez (mübârek hindiyi ayrı tutuyorum)? Neden insanlar konuşur da hayvanlar konuşamaz (uyanık ve mukallit papağanı ayrı tutuyorum)? Neden insanlarda mantık var da hayvanlarda yoktur? Neden ahlâkî değerler insanları bağlar da hayvanları bağlamaz? Neden insanlarda sorumluluk duygusu vardır da hayvanlarda yoktur?

Peki, bu kadar farklı yön ve yan olmasına rağmen insanlar neden hayvanlara benzemeye çalışır ve hayvanlar gibi hareket etmeye uğraşırlar? Hâlbuki Allah onları ahsen-i takvîm üzere yaratmamış mıydı? Peki, neden “esfel-i sâfilîn” olmaya çalışırlar ve “belhum adâl” olmaya aday olurlar? Öte yandan, hayvanlar neden insan olmaya gayret sarf etmezler?

Ey insanlar! Bütün bunlar size bir şeyler anlatmıyor mu?

Peki, gerçek mânâda insanı insan yapan insânî vasıflar veya insânî değer ve ilkeler nedir?

İşte bunların bazıları:

-El-emîn olmak…

Yâni tam mânâsıyla güvenilir olmak. Şimdi, Müslümanlar ve diğer insanlar, samimice sorun bakalım kendinize; gerçekten sizler güvenilir insanlar mısınız, değil misiniz?

Müslümanlar için söylüyorum, Allah’ın Rasûlü “El-emîn” değil miydi? Peki siz nesiniz? Sünnetçilik yapanlara da soruyorum, “bundan âlâ sünnet mi olur”? Yoksa size göre sarık sakal mıdır en âlâ sünnet?

-Doğru olmak…

Hûd Sûresi’nde geçen “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” meâlindeki 112’nci âyet hakkında Allah Rasûlü’nün “Beni bu âyet kocattı” dediği rivâyet edilir.

Şimdi soru şu: “Allah Rasûlü dosdoğru olacak da biz mi eğri büğrü olacağız?” Allah’ın bu emrine ve Rasûl’ün bu sünnetine uymak bizi hiç mi bağlamaz? Yoksa Allah’ın bu emri, Rasûl’ün sünneti değil midir?

-Âdil olmak...

Allah’ın Rasûl’ü âdil bir Rasûl değil miydi? Adâletli olmak sadece Rasûl’e münhasır ve sadece O’nu mu sorumlu kılıyordu? Yoksa bu sorumluluk A’dan Z’ye tüm Müslümanları ve insanları mı bağlıyordu?

Adâlet ve âdil şahitlik yapmakla ilgili olarak Kur’ân âyetlerine bir bakılsın bakalım, ne diyor ve bunlar kimleri bağlıyor. Rasûl’ün bu sünnetine uymak, sünnet değil midir? Yoksa sünnet, tabaktaki yemeği sonuna kadar yalayıp yutmak mıdır?

Yalan söylememek, hakka hukuka uygun hareket etmek, dünyanın gelip geçici heveslerine bel bağlamamak, nefsini, hevâ ve hevesini putlaştırmamak, kibirli olmamak, saltanat sürmemek, güç tutkunu olmamak, firavunlaşmamak ve Karunlaşmamak gibi sayabileceğimiz daha birçok vasıf, değer ve ilke vardır.

İşte bunların tamamı sünnettir ve asıl olan sünnet de budur. Çünkü gerçek mânâda sünnet, Kur’ân’a uymaktan başka bir şey değildir. Rasûl de bundan farklı bir şey yapmadı zâten, değil mi?

Demek ki, hakikî mânâda insan olabilmek için bu vasıf, değer ve ilkelere sahip olmak, bunlara uygun hareket etmek gerekiyormuş. Aksi takdirde unvanınız, titriniz, mevki, makâm ve statünüz her ne olursa olsun, hangi cemaatin, hangi tarikatın ve hangi grubun üyesi olursanız olun, pek bir anlam ve değer ifâde etmiyormuş, değil mi?

İster kaymakam, vali, genel müdür, profesör, dekan, rektör, büyükelçi, milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olun, isterse çok sevdiğiniz şu ya da bu partinin mensubu veya partilerin genel başkanı olun, ne kadar zengin olursanız olun, sonuç sıfır! Elde var sıfır! Değil mi?

Demek ki insan olmak, olabilmek bambaşka bir şeymiş, değil mi? Selâm. Vesselâm…