
KALABALIK
bir sokakta yürüyordum ve apansız gülümsemeye başladım. “Neden gülümsedin
böyle?” diye sordu arkadaşım. “Bu soruyu herkes sorsa bana, bir dünya dolusu
insan... Hepsi de yüz binlerce yorum yapsa bilemezler sebebini!” dedim. Sonraki
cümlelerim mi? İşte burada! Kalbimin ortasında, kalemimin ucundalar… Öyle bir
baktım ki dünyaya, hakikat içinde hakikat var.
Sadece bir anımı duygularım
ve düşüncelerimle olduğu gibi dondursam ve sadece o anla ilgili sorulara cevap
versem, soru mu biter dersiniz, cevap mı? Her bir hareketin, duygu ve
düşüncenin çok bilinmeyenli bir denklem olduğunu düşünüyorum, hem de rakamları
çığırından çıkaran bilinmeyenlerle dolu bir denklem...
Bir anlık gülümsememin
sebebini merak edip yorum yapsalar kaç yorum doğru sebebi ortaya çıkarır acaba?
Birileri benim gülümsememin ardındaki gerçeği tahmin etse, “Bugün neden bu
kadar mutlusun?” diye sorduğu sorunun kaç cevabı olabilir acaba? Onlarca, binlerce,
trilyonlarca?.. Bu kadar az olamaz; dedim ya, sayılar çığırından çıkmalı. Bu
denklemin sonucunun tahminle veya hesap kitapla bulunması imkânsız...
Kimsenin bilmediği o sebebi
yazıyorum şimdi…
Dört beş yaşlarındayım ve
hayatımda ilk defa kırmızı bir çift iskarpin ayakkabı giyerek koşuyorum
evimizin avlusunda. O güne dek giydiğim en güzel ayakkabı ve tattığım en duru
ve coşkun duyguyu yaşıyorum. Kim bilebilir ki benim yıllar önce giydiğim
kırmızı ayakkabılarımı ve onları giyince yaşadığım sevinci? “Nasıl aklına geldi
o ayakkabı?” deseler, “Az önce yoldan geçen küçük kızın kırmızı ayakkabısı
gözüme çarpınca geçmişe döndüm” derim. Peki, ben söylemeseydim gülümsememin
sebebini nasıl bulacaklardı? İşte bu! Cevabın gizlendiği kalbi ve aklı özel
kılan muhteşem bir sır… Cevap, o gülümsemenin ve sevincin yaşandığı kalpte ve o
dilin ucunda. Söylerse ne âlâ, söylemezse kimse bile…
Ne kadar da çok kendi
yorumlarımıza güveniyoruz değil mi İnsan matematiğinin ve denkleminin sonucu bu
dünya hayatında çözülemeyecek kadar karmaşık ve kıymetliyken?
Günah almanın nesi zor ki? Gördüğüm
bir sahneyi yorumlar, “Şu şöyle olmuştur, o bunu şu sebepten yapmıştır” derim. Hatta
daha da cüret edip kesinlik katarım o yoruma ve “Hiç şüphesiz falanca bunu şu
sebeple yaptı” derim. İyi hoş da hani hesapsız bir denklemdi insan kalbi? Bu
nasıl pervasız bir yargılama ve yanılgı böyle, doğru bilgiyi tutturmak imkânsıza
yakınken?
“Sandığın gibi değil, benim
niyetim şuydu” deyiverince vicdanımın sızısını kim dindirecek? Herkes kendi
matematiğinin içinde özel bir yer edinmişken, saygı olmadan hiçbir denklemin
orta yerine dalmaya hakkım yok bu durumda. Atalardan miras bir cümle yakışır
değil mi şuraya? “Lafı ümüğünde yoğur, öyle söyle…” -Demek ki hamken duydukları
sözlerden üzülmüşler.-
Niyet bulanırsa el ayak
şaşar. Ben ilk cümlemi kendimle kurdum. Niyet benim, el benim, ayak benim… Apansız
bir gülümsemenin ardından düşündükçe perdeler sıyrıldı ufkumda. Her bir
anımızda, her bir tavrımızda bizi etkileyen, sadece bizde saklı ne çok sebep
varmış anladım. Ağlayan birine binlerce yorum yapsalar da nafile, gözyaşının
sahibinde sır. Şöyle giyinen, böyle yürüyen, şöyle söyleyen ve söylemeyen…
Vardır bir niyeti değil mi, niyetinin de sebebi, sırtlanmıştır insanlığın
yükünü. Kendi niyetine, eline, diline, ayağına, gözüne ve kulağına sahip olmaya
yönelince insan, başka yüke ne hacet?
“Ameller niyetlere göredir” diyen Peygamber’in ümmetiyim. “Kalplerde olanı yalnız Allah bilir” diyen Allah’ın kuluyum. Bundan böyle birini yargılarken kendi kalbimi incitmekten korkar gibi korkmayı bilmem unutur muyum?