İnsan: Kurulu düzen

O tebessüm gelince huzur da gelir. Huzur gelince nefes de geri gelir. Ne gam kalır, ne tasa. Birazdan meclisten ayrılırken dostun kapısı usulca kapanır. “Kapanır” derken, belki de içimize açılır. Açılır ki, biz, açılan bir kilit sesi duyarız…

İNSAN hayatının aksayan yönleri olabilir. Öyle olmasa da insan aksayacak bir yön bulabilir. Çoğu konuya düzen fikriyle yaklaşmak da bunlardan biri. Özellikle kurulu bir düzen fikrinden bahsediyoruz. İnsan bu fikre/vehme büsbütün kapılabilir. Hayatını bu sözde kurulu düzen için harcayabilir. Ancak ararken en çok uzaklaştığı kendisi olur. Zira bu düzeni en çok dışında arar. Bir farkla, en çok içindeki düzende yanılır.

Oysa dışındaki düzene tesir katsayısı düşüktür. Hâlbuki içindeki düzende davet katsayısı yüksektir. Görmek, göründüğü kadar kolay değildir. İnsan arzu etmese bile görmezden gelebilir. Kendi gölündeki kurulu düzeni görmezden gelebilir. Dahası, çöldeki kuru düzeni tercih edebilir. Ancak bununla da yetinmez. Muadil hususlar olmasa da tercih etme fikriyle eğleşir. Sadece eğleşir durur. Bu oyalanma, tercih etmeyi bile engelleyebilir. Engellemeyi geçelim. İnsan, bu hengâmede yaşadığını bile unutabilir.

Bu ahvâl her şeyi seyrinde gösterebilir. Oysa insan bir anda nefessiz kaldığında irkilir. Bir adım ötesi veya öncesi önemli değildir. Hareket etmek zorlaşır. Evin yolunu bulamayacak hâle gelir. Yaslanacak yer bulamaz. Yaslanacak bir duvar bulunca yaslanır o yüzden. Bir nefes almak kadar bir vakit yetecek. Olsa, yetecek. Oysa… Nefes çekilse de ciğerlere yetişmeden geri çıkacak. Hissiyat bu. Beklenen, hava yoluyla ciğerlere ulaşan değil. Başka, bambaşka bir şey! O nedenle kıymetine paha biçmek zor.

Bir gram altın için koca bir dağ mı? Evet, hallaç elinde dağ pamuğa dönüşebilir. Gel ki, buna bizce takat yetirmek mümkün mü? Velev ki pamuk gibi esnek olalım, pamuklar zerresince sabır gösterebilir miyiz? Zerre adedince ahenkten bahsetmeyelim. Velev ki bir zerre ahenge muhtaç olalım, büsbütün bir ahenk tamamen bir yana... Küçük bir ahenkle dağ gibi güçlü olabilir miyiz? Kendinden emin… Arzuladığından emin… Varacağı yerden emin… Varacağı yoldan emin… Bunlar sözde kolay, eylemde zor şeyler. Bütün mesele de burada bir yerde çıkmaza giriyor.

Son cümleyi biraz beriye çekelim: “Çıkmaza girmek”… İşaret ettiği her cepheden bize sesleniyor cümle: “Ben burada eğretiyim.” İnsan, eğretiliklerine kılıf bulmakta oldukça başarılı. Hâlbuki insan, aslında tastamam kurulu bir düzen. Ne ki o düzeni biz elimizle didikliyoruz. Sonra da oluşan ahval için “çıkmaz” diyoruz. “Çıkmaz’dayız” diyoruz.    

Şurası kendince haklılık ifade edilebilecek yerlerdir: Anahtarın açmadığı kapının olduğu yer çıkmazdır. Doğru anahtarı bulamamak çıkmazdır. Doğru anahtarı bilmeden yanlışa zorlamak çıkmazdır. Anahtarı kaybetmek çıkmazdır. Ancak tanımlamak yerine öyle saymak değildir. Pencereden girişi “Girdim” saymak, değildir. Balkon kapısını giriş yolu eylemek, değildir. (Dahası, hırsıza yol öğretmektir. Değilse, işini hatırlatmaktır.) İşin ehline, bir anahtarcıya başvurmamak, çıkmaz değildir.

Takıldığımız, atladığımız ve açamadığımız yer çok fazla. Evin içinde bazı odaların anahtarı bir olabilir. Ancak başkasının anahtarı bizim evi açmaz. Öyle olmasa da, bu da çıkmaza zorlama durumudur. Velhasıl, bize bizim evin anahtarı lâzım. Anahtarı kaybettiysek anahtarcı çağırmak lâzım. Gayrısı, -kapıyı kırma pahasına- omuz vurmaktır. Gayrısı, kapısız bir kalenin etrafında dolaşmaktır. Gayrısı, elimizdeki gürzle ölçüsüzce vurmaktır. Gayrısı, yapmak olmayacağı için, yıkmaktır. Gayrısı, kurulu düzeni ıskalamaktır. Gayrısı, huzurdan, sürûrdan -iyice- uzaklaşmaktır.   

Mekanik adres

Eve kapıdan girsek de giriş mekanikleşebilir. Burada da alışmak malûliyeti bizi bırakmayabilir. Dört duvarın sayısı artar. Sekiz duvar olur. Katlanarak ilerler. Bu, öyle ki, kuşun kafesten çıkamamasına benzeyebilir. Evet, insan çaresizliğe bile alışabilir. Bu bize öğretilmiş bir başka çaresizlik biçimidir. Bu, karamsarlıkla kardeş bir duygudur.

Oysa mücadele gücünü yitirmek, nefesimizi yitirmektir. Girdabına kapılarak kapıyı üstümüze kilitlediğimiz bir ahvâl… Sonrasında, dışarıdan kilitlenmiş gibi yaşamaya devam etmek… İnsanın yeri burası değil. Engeli çözmekse, bütün engellerin kaynağı içimizde. Güzele varmaksa, bütün güzelliklerin kaynağı da içimizde.

Mekândan öte bir adres

Eve vardık. Kapıyı da kırmadan dökmeden uygun şekilde açtık. Yetecek mi? Yetmeyecek. Koşup pencereyi açacağız. Bir nefes sıhhat için… Bazen gelecek. Bazen gelir gibi olacak. Bazen suyu çekilen toprağın nemi kadar… Bazen gözde beliren bir damla kadar… Mekândan uzakta bir lerze kadar... Her şeyden yakında, her şeyden uzakta… Evin kapısından öte, sadrın kapısında…

Oraya uygun bir anahtar var mı? Oraya uygun anahtarı bulmakta maharet. Ancak bu, öğrenilen bir şey değil. Yaşanmakla olabilecek bir husus. Belki aranmakla… Kimi vakit bulmakla, kimi vakit bulamamakla… Bazen perdeyi açmakla, bazen aralamakla. Belli ki mekândan öte bir mekânsızlık var. Belli ki mekânsızlıkta yakalanacak bir ahenk var.

Dostun adresi

Eve kapıdan girmek bir yönüyle zorlaşabilir. Evi bulamayıp geri de dönebiliriz. Kapıda çaresiz de kalabiliriz. O vakit bir kapı ararız. Bizimki gibi düzeni bozuk olmayan bir kapı... İçteki düzenin müdavimi bir kapı... İnsanın müdavimi bir kapı… İnsanın müdavimi olacağı bir kapı… Pekâlâ, bir komşunun kapısı diyebilir miyiz? Evet, bu yanlış olmaz. Ancak doğrusu, “bir dostun kapısı”... Nihayet o kapıyı çalarız. Suyumuza karışan bunca darlık var iken… Üstümüzde biriken bunca varlık var iken… Bütün karamsarlıkla dost kapısında belirmek zor. Ne ki karamsarlığın kendimizden mülhem olduğunu unutmakta mahiriz.

İyi ki dostun ev sahipliği, evimizi unutturunca irkiliriz. Doğrusu, uyanırız. Dostun sunduğu bir lahza huzur. Dostun ikramı bir tebessüm. O bir tebessüm her şeyi güncelleyebilir. (Dost deyince duralım biraz. O bize benzemez. Dostun varlığının en büyük delili, açıcı olmasıdır. Bizim kendimize uyguladığımız ise engelleyici olmak. Bir diğer ifadeyle, dost, bir akarsu gibidir. Akar. Aktığında önünde engeller duramaz. Engel, zaten dostâne olmayandır. Düşmana aittir. Düşmanın kurgusudur. Düşman, aksa bile niyeti farklıdır. Onun niyeti kulağa su kaçırmaktır.)

Güzellik şurada ki, o tebessüm gelince huzur da gelir. Huzur gelince nefes de geri gelir. Ne gam kalır, ne tasa. Birazdan meclisten ayrılırken dostun kapısı usulca kapanır. “Kapanır” derken, belki de içimize açılır. Açılır ki, biz, açılan bir kilit sesi duyarız. O vakit, tıkanan yolların açıldığını hissederiz. O vakit, nefesimizin rahatladığını hissederiz. O vakit, içimizde bir düzenin varlığını hissederiz.