İnsan, İslâm ve zulüm

Zalimin ekonomik, sosyal, siyasal, dinsel, kültürel ve düşünsel açılardan yalnız bırakılması, zulme karşı mücadelede çok stratejik bir değer taşımaktadır. Allah, zalimi her açıdan yalnız bırakacağını ve onu acı bir azapla cezalandıracağını insanlığa bildirmektedir. Zalime en büyük ödül, onun insanlar tarafından alkışlanmasıdır.

İSLÂM, insanın Allah, insanlık ve kâinatla ilişkisini düzenleyen fıtrat dinidir. İslâm, Allah’a bağlanmayı ve adanmayı aslî görev olan kulluk vazifesinin özü olarak değerlendirmektedir. İslâm, Allah’a adanan ve bağlanan anlamında Müslüman insanın, insanlık ve kâinatla ahlâk ve hukuk merkezli bir ilişki kurmasını istemektedir. Müslüman insan olmak, hukuk ve ahlâk çerçevesinde insanlığa ve kâinata bağlanmayı ve adanmayı gerektiren bir durumdur.

Allah’a sahih anlamda bağlanma ve adanma, sadece Allah’ı İlâh olarak tanıma ve O’na kul olma, Allah’ın sahip olduğu hakkın îfâsıdır. En büyük zulüm, Allah’ın hukukunu inkâr ederek Allah’ın yerine sahte ilâhlara bağlanmak, adanmak ve kul olmaktır. Adalet ve ahlâk, Allah’a adanma ve bağlanmanın gereği olarak diğer insanların ve varlıkların haklarını tanımayı ve onlara hak çerçevesinde muamele etmeyi gerektirmektedir.

İslâm, sahih anlamda mümin insan olmanın zulmü tamamen dışladığı mesajını vermektedir. İslâm, zulmün insanlığı yozlaştırması hâlinde kendisinin de bozulacağını ve çürüyeceğini ısrarla vurgulamaktadır. Zulmün din hâline getirilmemesi, İslâm’ın ve insanlığın korunması için olmazsa olmazdır. Bugün İslâm dünyasındaki en yıkıcı facia, zulmün dinle ve insanla özdeşleştirilmesidir. Zulümle özdeşleştirilen ve meşrulaştırılan din ve insan, ahlâkı, kulluğu ve hukuku dışlamaktadır. Kur’ân, inanıp imanlarına zulmü bulaştırmayanları sahih anlamda “doğru yolu bulanlar” olarak zikretmektedir (Kur’an: En’am, 82)

Ahlâk ve hukuk dışlanarak ve ihlâl edilerek yapılan her türlü beşerî faaliyet, İslâm adıyla kolaylıkla meşrulaştırılabilmekte veya yüceltilmektedir. Zulmün her çeşidinin İslâm ve insanlık dairesinde hiçbir yeri olmadığı gibi, hiçbir meşruiyeti de yoktur. Zulmü hayatlarının amacı ve pratiği hâline getirenler, hiçbir şekilde sözde ve özde mümin insan olarak adlandırılmayı hak etmemektedirler. İslâm ve insanlığı zulümle zehirlemek sûretiyle ortadan kaldıran kişi, “zalim” olarak nitelendirilmeyi ve konumlandırılmayı hak etmektedir.

Zalim kişi, hayatı boyunca hep kötülük işleyen kişi demek değildir. Zalim kişi, ahlâkı, hukuku ve dini zulmün hizmetine sokan kişidir. Mâkam, mevki, iktidar ve şehvet için ahlâkı, dini ve hukuku araç olarak kullanan ve insanları kendisine bağımlı kılmaya zorlayan kişi, zalim sıfatını kazanmaktadır. Dünyada ahlâk, hukuk ve İslâm adına birçok erdemli davranışı gerçekleştirmesine rağmen, diğer insanların haklarını gasp etmeyi kendisine ait doğal bir ayrıcalık gören kişi, aslî anlamda zalimdir. Ahlâk, iman ve hukuk dışında zulümle, insanlarla olan ilişkilerini zehirleyen ve yozlaştıran kişi, Allah’ın yanında mutlak kaybedenler kategorisindedir.

Zulüm, insanın Allah’la, kendisiyle, diğer insanlarla ve varlıklarla ilişkilerinin sahih bir şekilde gidip gitmediğini gösteren en temel kriterdir. Allah’a şirk koşmanın her çeşidi, en büyük zulüm olarak değerlendirilmektedir (Kur’an, 31:13). İnsanların onuruna, maddî ve manevî varlıklarına yönelik her türlü zarar verici eylem, zulüm kategorisindedir. İnsanların haklarını ortadan kaldırmaya veya gasp etmeye yönelik her türlü davranış, İslâm tarafından reddedilmekte ve kul hakkı ihlâllerinin hiçbir şekilde affedilmeyeceği ifade edilmektedir.

İnsanın kişiliğini imandan, ahlâktan ve hukuktan arındırarak zulmü hayat pratiği hâline getirmesi, kişinin aslında kendisine karşı işlediği en büyük zulümdür. İşlenen her kötülük, günah, azgınlık ve taşkınlık, aslında insanın kendisine karşı işlediği fıtrî karanlık ve sapkınlık anlamında zulümdür. Zulüm olgusu, genelde kişinin başkalarına karşı işlediği bir haksızlık olarak anlaşılmaktadır. Zulmün en yıkıcı tarafı, kişinin aklını ve kalbini körleştirmesidir.

Zulme karşı mücadele vermek

Zulüm, aslında insanın kendi kendisini imha etmesidir. Zulüm içinde hayat süren kişi, hep doğru yaptığı yanılgısı içinde olup, ortaya çıkan olumsuzluklardan hep başkalarını suçlamaktadır. Yaptıkları kötülükler ve zulümler için hep günah keçileri îcat eden kişiler ve güçler, aslında en zalim olan kişilerdir. Allah, zulüm yapanların asla Allah’ı kandıramayacaklarını, sadece kendilerini kandırdıklarını insanlığa bildirmektedir (Kur’an, 2:57).

Zulüm, aslında kişinin hem kendisine, hem diğer insanlara ve varlıklara karşı içinde bulunduğu âcizlik, hırçınlık, çâresizlik, tıkanmışlık ve yozlaşmışlık hâlini ifade etmektedir. Kişi, yapmış olduğu her türlü taşkınlığın, baskının ve azgınlığın aslında kendisine karşı olduğu konusunda olgunlaşmış bir idrak düzeyine ulaşmalıdır. Zulüm, hiçbir sorunun insanî çözüm yolu değildir. İslâm, zulmü çözüm ve hayat yolu görmeyi reddeden sahih bir iman, ahlâk ve hukuk çerçevesi ortaya koymaktadır.

Zulme karşı en büyük alternatif, Allah’a kulluk ekseninde ahlâk ve hukuka dayalı bir hayat ortaya koymaktır. Zulme zulümle karşı koymak, zulümle mücadele değil, zulmü taklit etmektir. Zulme karşı en büyük mücadele, imandan, ahlâktan ve adaletten ayrılmamaktır.

Kişinin, başkalarına zulmetmemesi önemlidir, ama yeterli değildir. Zulme karşı mücadelede en önemli nokta, zalimin yanında yer almamaktır. Zalime hiçbir şekilde maddî veya manevî destek verilmemelidir. Zalimi zulmünden vazgeçirecek her türlü girişim, erdemli ve hayırlı bir yoldur. Zulme verilecek en büyük destek, zulüm karşısında sessiz kalmakla ortaya konulabilendir. Zulme karşı sessiz olmanın “dilsiz şeytan olmak” gerçeğinin iyi anlaşılması lâzımdır.

Zalimin ekonomik, sosyal, siyasal, dinsel, kültürel ve düşünsel açılardan yalnız bırakılması, zulme karşı mücadelede çok stratejik bir değer taşımaktadır. Allah, zalimi her açıdan yalnız bırakacağını ve onu acı bir azapla cezalandıracağını insanlığa bildirmektedir. Zalime en büyük ödül, onun insanlar tarafından alkışlanmasıdır. Zalimin zulmüne karşı elimizle, dilimizle ve kalbimizle karşı koymanın yapıcı, dinamik ve işlevsel yollarını bulmak, bütün insanlığa yüklenen ahlâkî bir sorumluluktur.