İnsan, irade ve sanat

İnsan, dış dünyadaki zorluklarla mücadele edebilme eylemini, iç dünyadaki duygularla baş edebilme yeteneğini, zihinsel ve düşsel becerilerini ancak güçlü bir irade ile ortaya çıkarabilir.

YARATILIŞ itibariyle diğer varlıklardan üstün tutulan insan, iradesiyle karşımıza çıkar ve öz denetim becerisiyle hayatımızda yer tutar. Kelâm ilminde zihinsel kabul olarak görülen irade, beraberinde insan için sorumluluğu da teşkil eder. Zira Kur’ân’a nispetle insanın sorumluluğu iradesine dayalıdır.

“Kim dünya nimetini isterse ona onu veririz, kim de ahiret nimetini isterse ona onu veririz”[i] mealinden de anlaşılacağı üzere, insan, kendi iradesiyle ikisinden birisini seçmekte serbest bırakılmıştır. Ancak, “Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız”[ii] mealiyle de Allah’ın ezelî ilmi ve iradesi sorumluluk ile ilişkilendirilmiştir.

Bu şuur ve hususiyetler, sorumluluk bilincine haiz olan insanı yeryüzüne halife kılınması konumuna taşır. Her şeyi yoktan yaratıp idare eden, sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah, elbette canlıları başıboş bırakmamıştır.

Allah’ın mutlak hâkimiyeti ile insanın özgür irade ve sorumluluğu Kur’ân-ı Kerim’de birlikte ele alınmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de insan iradesini ilgilendiren hususlar çerçevesinde koşul bildiren ayetler vardır: “Ey insanlar! Doğrusu sizin çalışmalarınız çeşitlidir. Kim elinde bulunandan verir, Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, en güzel söz olan Allah’ın birliğini doğrularsa, onun işlerini kolaylaştırırız. Ama kim cimrilik ederse, kendini Allah’tan müstağni sayarsa, en güzel sözü yalanlarsa, o kimsenin güçlüğe uğramasını kolaylaştırırız”[iii] meali, insanın pratik hayatına dair ne yaptığına ve yaptığının neticesine dikkat çekmektedir. 

İnsan iradesi her zaman eyleme dönüşmez. Bazen bir şeye temas eder veyahut eyleme dönüşmeden teğet geçer. Hazreti İbrahim ve oğlu Hazreti İsmail arasında geçen kurban hâdisesi böyledir. Allah’ın emri karşısında iradelerini istenen fiile yöneltirler ancak eylem neticelenmez. Ortaya koydukları niyetleri Rahmânî nazarda itibar görülmelerini sağlar ve sonraki nesiller arasında Hazreti İbrahim için güzel bir nam bırakılır.[iv] Hazreti Yûsuf ve Zeliha arasındaki hâdisede, yine niyete rağmen eylemin gerçekleşmediği bilinmektedir. Zeliha kapıları kapatıp Yûsuf’a meyleder. Yusuf da ona meyletmişken Rabbinin işaret ve ikazını görür. Bunun üzerine kaçmaya başlar, arkadan gömleği çekildiği için yırtılır, iftiraya uğrar ve zindana atılır.[v]

Acziyetin bir parçasını her daim ruhunda taşıyan kulun bazı sıkıntıları irade gücünü aşabilir. Böylesi durumlarda Allah’a sığınmanın ve sabretmenin bir erdem olduğu bilincini de unutmamak gerekir. Mümin insan mükellefiyeti ile hâdim, iradesiyle kaim olabilendir.

Akaid ilminde irade, küllî ve cüzî kavramları ile kullanılmaktadır. Küllî irade, sonsuz kudret sahibi Allah’ın dilemesidir. Cüzî irade, insana verilen seçme hakkının kullanılması, faaliyete geçirilmesi ve eyleme dönüşen davranışın kader çizgisini belirlemesidir. İnsan, Allah’a atfedilen subutî sıfatlardan biri olan “irade” ile doğar. İrade, çocukluk çağından itibaren hem aileden, hem çevreden, hem de okuldan alınan eğitimler ile gelişim süreci izler. Yüksek iradeye sahip olan bireylerin düşük iradeli bireylere nazaran daha başarılı, daha sabırlı, daha uyumlu ve plânlı, daha çözüm odaklı, stresle baş etmekte daha mahir oldukları görülür. Spekülatif plânda insan, irade sahibi olduğunu vicdanıyla duyumsar, aklıyla sentezler ve kalbiyle içselleştirir. Bu minvâlde insan, kendisine yararlı hedefler belirleyip amacına sadık kalırsa iradesini güçlendirir. Hedefe yönelik her pozitif davranış bir irade egzersizi gibidir. Nasıl ki bebekler motor becerilerinin geliştiği 3-12 ay aralığında uzanma, yakalama gibi davranışlar sergilerler ve öğrendikleri bu bilgiyi 12-18 aylarına geldiğinde verilen komuta uyma, iletişimde kalma gibi yeni becerilere dönüştürürler, gelişimsel teoriye göre iradenin temeli de ilk 6 yılda oluşmaktadır. Bu süreçte ailenin hâl ve hareketleri büyük önem taşımaktadır. Toprağın yeşermesi için gereken yağmur nasıl tabiî bir hâl ise, iradenin gelişimi için hâsıl olan eğitim, iletişim, beslenme gibi ihtiyaçlar da öyle tabiîdir.

İradenin ne’liğine dair İslâm düşünce tarihine baktığımızda özetle şunları söyleyebiliriz: Fahreddin er-Râzî’ye göre filozoflar için irade, bir fiilin eyleme dönüşmesinde büyük ölçüde yararlı olduğu kanaati var ise, o eylemin gerçekleşmesine karşı duyulan haz, istek ve elde etme yönündeki eğilimdir.[vi] Râgıb el-İsfahânî, iradeyi arzu, ihtiyaç ve ümidin mezcedildiği bir güç olarak belirler.[vii] Gazzâlî, “ihtiyar” kavramından hareketle kişiye yön tayin edecek davranış şekilleri arasından en faydalısını seçmekle ilgili var olan bilginin hüküm verdiğini; hükmün iradeyi, iradenin kudreti, kudretin de fiili meydana getirdiğini ileri sürer.[viii] Farabî’ye göre irade, nefsin arzu gücünden meydana gelir. Bu güç bir şeye karşı istek duymayı veyahut o şeyden kaçınmayı sağlar. Farabî, hayvan ve insanı birbirinden ayıran arzuya “ihtiyar” demek suretiyle iradenin bu farkıyla da ilgilenir.[ix] İbni Sina, arzu gücünü “güdüleyici (motive edici) ve yapıcı (azim ve niyet barındıran)” olmak üzere ikiye ayırmıştır. Çağdaş psikolojiye de uygun olduğu söylenebilen bu ayrım, kendisinden sonra geleceklere de ışık tutmuştur. Ona göre iradeli ve ahlâkî davranışın temel ve kaynağı, akla uygun seçimlerdir. Yani ihtiyardır.[x]

İnsan gündelik hayatta gördüğü, duyduğu, dokunduğu nesneleri “güzel” veya “çirkin” diye nitelendirir ve eşref-i mahlûkat olmanın gerekçesiyle güzel olana meyleder. Fıtratındaki güzelliği yeteneklerine taşır. İnsan bulunduğu mekândan yürüdüğü yollara, yaşadığı şehirden geçtiği sokaklara kadar tüm yaşam alanına estetik boyut katmak ister. Doğadaki güzellikten ilham alarak o da güzeli üretmek, hoşluğu var etmek ister, Allah’ın Esmasından “El-Musavvir”, “El-Bedii” ve “El-Lâtif” tecellilerini sanatsal doğuşlarda arar. Bu arayış da iradenin bir tezahür biçimidir.

İncelik, zarafet ve güzellik Allah’ın sanat tecellisinden başka bir şey değildir. Hayatların içinde arz-ı endam eden gizlerin bir başka adıdır sanat. Görülmeyeni görmek, kalbî bir iradenin hâkimiyetinde gerçekleşir. Yukarıda da zikredilen her bir bilgi ayrı bir sanatın yansımasıdır. Ve hiçbir şey tesadüfî değildir; kelimelerin yan yana dizilimi, sonbaharın eteklerinden düşen tonlamalar, ses ve düşün yolculuğu... Rastgele değildir yusufçuk kuşunun letafeti, gece ile gündüzün ardı ardına gelişi. Sanatsal üretime bir konum kazandırma yönündeki tüm girişimler irade düzleminden geçmektedir. Gerek Rahmânî, gerekse insanî iradenin dışa vurumu estetiği de içine alır.

Sanatta bilgi, zekâ ve yetenekten ziyade irade gücünün hâkim olduğunu söylemek de mümkündür. Saz çalmasını ve nota yazmasını bilmediği hâlde beste dehası ile döneminin en iyi musikişinasları arasında müstesna bir yere sahip olan Hacı Arif Bey, bir gün padişahın birkaç yeni şarkısını bizzat kendisinden dinlemek istemesi üzerine hastalığını ileri sürerek bu talebi geri çevirmiştir. Padişahın bestekârı tekrar çağırtması üzerine görevli kişiye, “Sanatta irade-i hümâyun olmaz” demiş ve bu sözün üzerine oda hapsi emredilmiştir.[xi] Öyleyse denilebilir ki, sanatta irade, kişinin kendisi ile münhasırdır.

Netice olarak insan, dış dünyadaki zorluklarla mücadele edebilme eylemini, iç dünyadaki duygularla baş edebilme yeteneğini, zihinsel ve düşsel becerilerini ancak güçlü bir irade ile ortaya çıkarabilir.

 



[i] Al-i İmran/145

[ii] Nahl/93

[iii] Leyl/4-11

[iv] Sâffât/108

[v] Yusuf/23-25

[vi] TDV İslâm Ansiklopedisi

[vii] TDV İslâm Ansiklopedisi

[viii] TDV İslâm Ansiklopedisi

[ix] TDV İslâm Ansiklopedisi

[x] TDV İslâm Ansiklopedisi

[xi] TDV İslâm Ansiklopedisi