SÖZ konusu “insan”
olduğunda, söylenecek çok şey var. Hangi konuyu hangi açısından ele alırsanız
alın, eksik kalıyor.
İnsan
olma paydasında buluşmak her insan evlâdı için olağan olmalı iken, biz sıradan
ve resmî ilişkiler için, hem de yetişkinler için bile etkili iletişim becerilerini
kazandırmaya çalışırken, şu trajik çağda hangi derdimizin hangi sebeplerden
menkul olduğunu anlamak ve anlatmak kolay değil.
Son
dönemin ana vurgusu “kadın dayanışması”, malûmunuz. Özlediğimiz, sevdiğimiz
hareketler yaşıyor olsak da bu vurguya ihtiyaç duyuyor oluşumuz bile mânidar ve
acıtıcı. Zira oldukça anlamlı bir paydaşlık olan kadınlık vurgusunun insan olma
vasfının önüne geçmesi, bu denli vurgulama ihtiyacını hissetmemize neden olan
ayrımcılık, şiddet ve mobbing gibi her türlü gerekçenin yaşanması ve sıklığı
çok acıtıcı.
Bu,
sanıldığı gibi sadece Türkiye’de çok olan bir durum değil. Tarih boyunca
savaşın, zorlu yaşam şartlarının en büyük mağdurunun kadın ve çocukların
olmasından Beyaz Saray skandallarına dek nereye bakarsanız kadın olmanın
zorluklarını her coğrafyada ve kültürde -belki farklı şiddette ama- mutlaka
görürsünüz.
“Pozitif
ayrımcılık” gibi bir kavramı doğuran da bizzat bu zorluklar. Sosyolojik ve
psikolojik düzeyde ve bizzat kadını erkeği ile herkesin faydasına sonuç
alınabilecek şekilde ele alınması gereken bir olgunun, ideolojilerin güdümünde
konuşulması ve siyâsî söylemlere alet edilmesi, daha baştan enerjimizi
kaybetmemizi de sağlıyor.
Sözde
kadının yararına hareket ederken onu hiç de zorunlu olmadığı kalıpların ve dahi
sorumlulukların içine sokan feminist hareket de, erkek egemenliğini ve nereden
menkul olduğu belli olmayan tartışmasız cinsiyet üstünlüğünü savunan eril
söylem de kadına zarar vermekten, sıkıştırdığı o kalıpların içinde özgürlüğüne
ve özgünlüğüne kastetmekten başka sonuç vermiyor.
İtiraz
edecek olanlara göstermelik haklardan bahsetmediğimi özellikle ifade etmek
isterim. Seçme-seçilme hakkı, iş hayatındaki kariyer fırsatlarının artışı gibi
konular bazıları için yeterli gelebilir. Ama çalışan bir kadın olarak hemcinslerimin
hayatın sadece bu yönü varmış gibi değerlendirilmesinden kaynaklı yaşadığı
sorunları bizzat kanunlar eliyle desteklenmeye çalışılırken mekanizmanın nasıl
zorlaştırıcı olabildiğini görüyorum.
Geldiğimiz
noktada, her yeni şiddet haberinde kırılan kalbimiz ve insanlık adına azalan
ümidimiz ile bütün destek hareketleri, bu amaçla kurulan her bir cümle çok
anlamlı. Bırakın şiddeti, insanın özgür iradesine yönelik her türlü
kısıtlamanın bir başka insan eli ile engellendiği her an için üzüntü duyarken,
hâlâ bir kadının “can korkusu” yaşaması nedir, biliyor musunuz, ne
hissettiriyor?
Meselâ
siz, tüm dünya için eşsiz lezzetler ve aromalar peşinde servet harcarken, bir
başkası açlıktan hayatını kaybediyor. Durum bu!
Bazı
kadın derneklerinin ya da erkeklerin “Kadına
şiddete hayır!” derken kurduğu cümlelerin hissettirdiği de bundan farklı
olamıyor maalesef. Nerede durduğumuzu belirten her cümlenin taşıdığı anlam ve
öneme rağmen, nihâyetinde hissettirdiği şey, yüzeysellikten ve gerçek mânâ
yokluğundan başka şey bırakmayabiliyor geride.
Her
türlü ideolojik ve politik çıkardan uzaklaşıp ayrımcılığı besleyen her söylemden
berî durmadıkça, sonuç getiren bir adım atamayacağımızı düşünüyorum. Hâlâ her
olayın, her şiddet haberinin dinime yönelik saldırılara alet edildiğini
gördükçe meselâ, bunu yapanların samîmiyetlerine de inanmayacağım.
Dinden,
kimlikten, türlü sıfatların süzgecinden geçmeden, her canlının yaşam hakkını ve
kendi özelliklerinden menkul ihtiyaçlarının koşulsuz karşılanmasını
savunmadıkça, kendinden olmayana saldırmadıkça bitmeyecek şiddet.
İdrak
edeceğimiz Kurban Bayramı’nın zirvesi olan Hac ibadetinin nasıl gerçekleştiğine
bakmak bile gerçek ve samîmi bir Müslümanın (böyle bir ön sıfat eklemek
zorunluluğu da iç acıtıcı; Müslüman zaten inanan kimse olduğu için, samîmiyetsiz
olması mümkün olmamalıdır) mâhiyet ve sıfatları hakkında bilgi verir bize.
Kadını,
erkeği, zengini, fakiri ile aynı çıplak ayaklarla tavaf eder, omuz omuza aynı
safta bir olmanın hazzını yaşarsınız. İnsan olmak, kul olmak, oradaki tek
gerçektir.
Ve
biz, bizi uyaran âyetlerle bilir, iman ederiz ki, “Üstünlük ancak takva iledir”. Bu güzel dinin güzel varlığı ile
taçlandırıldığı O Kutlu Peygamber, hayatı boyunca nezâket zirvesi olarak
merhameti anlatıyor ve her canlının hakkını alacağı o gün için uyarıyordu: “Kadınlar
hususunda Allah’tan korkun ve onlara en iyi şekilde davranın.”
İnsanlığın, kadınlığın, erkekliğin ve var olmaya ilişkin dertlerimizin hak ettiği hassasiyetle konuşulabileceği ve dünyaya gelen her canlının kendini gerçekleştirmek gibi bir gündemi olabilecek kadar güven içinde yaşadığı günleri görme umudu ile iyi bayramlar diliyorum. Arefeniz mübarek olsun!