“(Resûlüm!) Biz, Seni
âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 107)
***
BEŞERİYET, “ırkçılık”
denilen aşağılayıcı bir fiille lâdinî tiranların elinde karanlıklarla
boğuşurken, semâvat ve arzın Rabbi, Peygamberler ve yol göstericiler gönderdi.
Lâkin kölelik ve üstün ırk hastalığı, değişik ümmetlerde son bulmadı; yaratılıştaki
hilkate göre Yevmü’l Kıyâmet’e kadar bu hâl devam edecektir.
Hatemü’l-Enbiyâ
Hazreti Muhammed’in (sav) dünyaya teşriflerine müteakip ve çocukluğunda kürre-i
arz, yine zulmün ve asabiyetin/ırkçılığın kıskancında kıvranıyor, eşref-i
mahlûkat olan insan, köle tacirlerinin elinde bîzar ve bîçâre tükeniyordu.
Hazreti
Muhammed’in (sav) Risâleti ile o azgın Mekke toplumunu “Lâ ilâhe illâ-Allah”
daveti ve 23 yıllık sürede Kur’ân’ın inzaliyle o toplumun yeniden inşâ sonunda
âbidevî bir İslâm Medeniyeti doğdu.
Resûl-i
Ekrem (sav), bu medeniyetin ana hatlarını ve bugünkü moda tâbirle “kodlarını” (ana
rüknünü) bütün insanlığa bir beyannâme ile duyurdu. Buna “Veda Hutbesi”
denilmektedir. Konumuzu alâkadar eden o kutlu hutbeden sadece bir paragraf sunacağım:
“Ey insanlar! Rabbiniz
birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız; Âdem ise
topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü
olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde
bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâda, Allah’tan korkmaktadır. Allah
indinde en kıymetli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Azâsı kesik Siyahî
bir köle başınıza âmir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın Kitabı ile idare
ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.
Kimse kendi
suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğul da babasının
suçu üzerine suçlanamaz…”
Bin
700 sene evvel Hazreti Muhammed’in (sav) insanlığın adil ve eşref-i mahlûkat
sıfatına yakışan bir sûretle vazettiği bu “beyannâme”ye uyanlar, cihanda
adaletle hükmettiler ve muvaffak oldular. Buna muhalefet edenlerin ellerinden
zulüm ve kan damladı. Bu evrensel beyannâmenin ana fikri, “Lâ ilâhe illâ-Allah”
mesajının merhamet iklimi ile adalet üzerine kuruldu.
İslâm
dünyası Asr-ı Saâdet’ten sonra on altıncı yüzyılın sonlarına kadar -Moğol
İstilâsı istisna sayılırsa- aydınlık bir dönem yaşıyorken, Batı’da ve diğer
coğrafyalardaki hegemon ülkeler, insanî değerleri ayaklar altına alarak, her
fiili mubah görerek güçlerine güç kattılar, mazlumların cesetlerinden kuleler
dikerek beşeriyeti bir cehenneme çevirmek istediler.
Bugün
ABD’nin hâkim güçleri, tarihte, Avrupa’daki şatolarında hayat süren tiranlar
idi. Derebeylerin hizmetini gören binlerce köle mesabesindeki insan, karın
tokluğuna hayat sürdürüyordu. Derebeylerin mâlî destek verdikleri korsanlar ve
maceraperestler ise, oluşturdukları deniz filoları ve korsanlarla denizaşırı
ülkeleri keşfe, oradaki servetleri ve yerli ahaliyi sömürerek mallarını derebeylerine
getirmeyi vazîfe bildiler.
İslâm
orduları fütuhatın peşinde iken, Batılı şövalyeler ise kendi ağababalarının
servetlerine servet katmak için yeni coğrafyalardaki ülkeleri ve insanları
gemilerle ABD coğrafyasında köle olarak kullandılar (affedersiniz), topraklarını
istilâ ettiler. Bu cümleden hareketle, ABD’nin bugün yaşadıklarını, ülkeyi
kuranların tarihî geçmişlerini bilmeden, irdelemeden, anlatmadan izah edersek
taşlar yerine oturamamış, meseleyi afakî görmüş oluruz.
ABD’yi
kuranlar, ilk olarak Avrupa’dan gelen İngiliz ve Almanlardan oluşuyor. Amerika Birleşik Devletleri, her ne kadar
demokrasinin beşiği (!) olarak adlandırılsa da tarihi boyunca yönetim kadroları,
istisnalar hâricinde Beyaz Anglo-Sakson Protestanlardan (WASP) seçildi.
“Katolikler, Siyahî ve Hispanik kökenli ABD vatandaşları yönetimde kendine yer bulamadılar”
dersek abartmamış oluruz.
Bir deniz korsanı olan Kristof Kolomb’un 1492’de Amerika’ya ayak
basmasından 1886 yılına kadar geçen yaklaşık 400 yılda 70 milyon Kızılderili
katledildi. Amerika’daki yerli halk ya da bilinen adıyla Kızılderililer, önce
İspanyolların, ardından da İngilizlerin bölgeye gelmesiyle sömürge güçlerinin
baskısına ve soykırımına uğradı.
Beyaz
Anglo-Sakson Protestan yayılımcı politikalar nedeniyle Amerikan yerlilerinin
kendi vatanlarında çektiği acılar hiçbir zaman bitmedi.
Tarihsel
süreçteki kıyımın büyüklüğü nüfus oranlarıyla da gözler önüne seriliyor. İngiliz
ve Fransızların Amerika kıtasına ilk ayak bastığında, dünya nüfusunun beşte
biri olan Kızılderililerin sayısı bugün
sadece birkaç milyon. Geriye kalan çok az sayıdaki halk ise doğdukları
yerleri terk etmiş durumda. Bu durumu ortak aklın ismiyle, Kızılderililerin
Şefi Oturan Boğa şöyle ifade etmiş:
“Sahip olma isteği onlarda bir hastalık olmuş. Bu
insanlar, zenginlerin bozabileceği ama yoksulların bozamayacağı birçok kural
koymuşlar. Yönetici olan zenginleri güçlendirmek için yoksullarla güçsüzlerden
vergiler alıyorlar. Bizim annemizin, toprağın, kendilerinin olduğunu söylüyor,
komşularını çitler yaparak kendilerinden uzaklaştırıyorlar. Toprağı binalarıyla
ve öteki süprüntüleriyle çirkinleştiriyorlar. Bu ulus, baharda yatağından
taşarak yoluna çıkan her şeyi yok eden bir ırmağa benziyor.”
Yerli halktan diğer büyük bir kitle olan Maya,
Aztek ve İnka medeniyetleri de Amerika kıtasında kurulan ilk
medeniyetler arasında yer alıyorlar.
Aztek
ve Maya medeniyetleri Orta Amerika’da, İnka medeniyeti ise Güney Amerika’da kök
salmış uygarlıkları ise başka bir yazı konusudur.
Kartondan kaplanın insana bakışı
Amerikan toplumunu oluşturan gruplar arasında Siyahların
durumu diğerlerinden farklı. Diğer gruplar kıtaya kendi istekleriyle göç
ederken, Siyahlar zorla, köle olarak getirildiler. 16’ncı yüzyılda başlayan köle
ticareti 1808 yılına kadar sürdü. “Tumberio” yani “Ölü Taşıyıcıları” adı
verilen gemilerde tutulan kayıtlara göre Afrika’dan sadece Amerika’ya ve
Karayipler’e götürülen köleleştirilmiş insan sayısı 12 milyon 500 bin.
Siyahlar,
Amerika kıtasındaki ilk üç yüzyıllarını köle olarak geçirdiler. 20’nci yüzyılın
ortalarına kadar sivil hakları verilmedi. “Her insanın eşit yaratıldığı ve eşit
haklardan yararlandığı” ilkesi onlara yönelik işletilmedi. Köleler,
özgürlüklerin kıtasında görmezden gelindi. Bu durum Anglo-Sakson Beyaz
Protestanların yönetimindeki kıtada Kuzey ve Güney arasında yaşanan iç savaşa
kadar değişmeden devam etti.
ABD, köleci-sömürgeci dönemlerinin bedelini ödüyor bugün.
Amerika’nın zenginleşmesinin arkasında da ülkelerinden zorla kopartılarak
köleleştirilen Siyah Afrikalıların büyük acılar ve zulümlerle harmanlanmış
emekleri var.
ABD’de kölelik tam olarak 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında
kaldırılmasına rağmen Siyahlar, Avrupa kökenli Beyaz Amerikalılar tarafından
uzun bir süre eşit haklara sahip yurttaşlar olarak kabul edilmediler. İnsanlık
dışı ırkçı-ayrımcı uygulamaların kurbanı olan Siyahlar, 1960’larda büyük bir
mücadeleyle haklarına kavuştular(!). Bu hakkın Beyazlar tarafından bihakkın
teslim edildiğini söylemek pek mümkün değildir. Bunu yıllar içinde karşılaşılan
insanlık dışı muamelelerden ve aşırı ırkçıların yaptıkları gayr-i ahlâkî ve
gayr-i insanî olaylardan görüyoruz, içimizin burkulmasına sebebiyet veriyor.
En
son, Siyah Amerikalı George Floyd’un Beyaz polislerce gözaltına alındığı sırada
alenen, sokak ortasında, nefessiz bırakılarak öldürülmesi, “geçmişin geçmişte
kalmadığının” yeni bir göstergesi oldu. Siyahlar ırk ayrımının yanı sıra Yeni Tip
Koronavirüs salgını ve bu salgınla bağlantılı ekonomik krizle boğuşuyorlar.
Siyahlar,
Beyaz Amerikalılardan üç kat daha fazla zorlukla karşı karşıyalar. Salgında
ölenlerin de, işlerini kaybedenlerin de büyük kısmını teşkil ediyorlar.
“Siyahlar” ve “Hispanikler” salgının en ön cephesinde âdeta yaşam savaşı
veriyorlar. Salgın ilk önce Siyah çalışanları ve Siyah yaşlıları vurdu. Bu âdeta
bir turnusol kâğıdı gibi oldu. Sağlık sistemine erişimleri son derece kısıtlı
olan Siyah yaşlıların çoğu bakımevlerinde can verdi.
Bakımevleri,
“Covid-19”dan ölen Amerikalıların üçte birini teşkil ediyor. ABD sağlık sistemiyse
bu insanlar için hiçbir ciddî güvence vermiyor. ABD, zoraki bir medeniyet
tasavvurunu zalim bir güçle, olan biteni algıyla, temaşa vâsıtalarını
kullanarak, diğer toplumlar, özellikle de geri kalmış topluluklara zorla kabul
ettirmeyi bir ideal hâline getirmiştir. Aslında her milletlerarası mücadelede üstünlük
(!) kurmayı, muhataba kabul ettirmeyi kaba mekanik gücüyle sağlıyor.
Hollywood
film sanayii ve mekanik silah sanayisiyle, Rambolarla, He-manlarla, Batmanlarla
diğer ülke gençlerinin aklını çelmeye çalışıyor. Gençlik yıllarımızda bunu
“çizgiromanlarla” yapıyordu. Bunda epey başarılı olduğunu söylemek durumundayız.
Yenilmez
armada ABD, aslında içi boş bir kartondan kaplan! Bunu son salgınla beraber
müşahede ve akletmemize sebep saiki halk eden Rabbime şükürler olsun!
Hazreti Muhammed’in (sav) Veda Hutbesi’ndeki irşadını
serlevha eden ecdâdımız, Osmanlı Medeniyeti “yönetimde adalet, mâneviyat ve
akıl”, ABD ve Batı ise “güç ve akıl” üzerine bina edilmiştir.
İnsanlık bugün bir yol ayrımındadır. Kafalar karışıktır.
Herkes yeni arayışlar peşindedir. Oysa insanlık tarihi yukarıdaki iki eksende
gelişmiş ve başka alternatif de bulunamamıştır. Bu yüzden insanlık ya güç ve
aklın hükmettiği bir dünya düzeni ya da adaleti merkeze oturtmuş, mâneviyat ile
beslenen aklın üreteceği nizâmı takip etmek zorundadır.
Vesselâm…
***
Milâdi 8 Haziran 632’de, “Allahümme fi’r-Refîki’l-Â’lâ” (Beni Refîk-i Â’lâ’ya ulaştır) duâsıyla Âlem-i Cemâl’e vuslat için Hakk’a yürüyen Hazreti Muhammed (sav) salât ve selâm olsun!