BİR olay ve süreç kendisini anlamlı olarak tekrar ediyorsa bir inceleme, değerlendirme ve mânâ yüklemek mümkündür. Bu tür olaylar da fiili, sosyal, siyasal, ekonomik ve sağlık gibi alanlar olabilir.
Bu tür süreçlerin dikkate alınıp irdelendiği varlıkların başında hiç şüphesiz insan gelir. İnsan, akıl erdirip kıyas yapmak ve veri toplama özelliğine sahip olması açısından sorumluluğu çok yüksektir. Bu nedenle özgürlük insanın önemli hasletleri arasında yer alır
Her insan özgür olmak ister. Diğer bir ifadeyle özgürlük, insanın mayasında gizli bir hazinedir. Tekrar eden olaylardaki anlam, bilimsel olarak değerlendirilip yorumlandığında bir düzen, uyum ve harmoninin olması yardımlaşmayı, iletişimi ve dostluğun olduğunu ortay koyuyor.
Gelinen dünyada “Birinin özgürlüğü başladığında diğerinin özgürlüğü sona erer”ifadesinin Batı tarafından kabul görmesi özgürlük alanlarının sanki birer maddî olgu gibi parsellendiğini gösteriyor. Oysa bilimsel verilen dostluk ve yardımlaşmayı desteklediği harmoninin Batı tarafında içselleştirilmediği gibi değiştirildiği de ortaya çıkıyor.
Diğer bir ifadeyle Batı dünyası, özgürlük alanlarının parsellendiği ve tabulaştırıldığı kavramının temelinde güç eksenli bir ideolojiyi esas aldığı görülür. Bu ise insancıl bir değer değildir. İnsancıl olmayan hiçbir değer gerçek anlamda yeni bir medeniyet ve kültür oluşturamaz. Bu nedenle Batı bu şekilde bir gidişle yıkılmaya mahkûmdur, fikrî açıdan ölmüş ve çürümüştür.
Bu çerçeveden gerçek güç merkezinin ekonomi, siyasal ve sosyal olmadığı görülür. Elbette bunlar önemlidir ancak bunlar insanların birer taşıyıcılarıdır. Esas varılacak yer, kültür ve medeniyettir. Gerçek güç ve silah ekonomi, sosyal ve siyasal olmadığına göre varılacak nihai hedef olan kültür ve medeniyet gerçek silah olarak düşünülebilir.
Bu nedenle dünya tarihinde ne kadar çok sayıda devlet ve imparatorluklar olsa da gerçek anlamda iz bırakanlar ve toplumları etkileyenler, kültür ve medeniyet inşâ edenler olmuştur. Bu tür yapılar bir elin parmağını geçmez. Bunlardan birisi de bu coğrafyanın aziz evlatlarının kurduğu imparatorluk ve devletlerdir.
Fikrî açıdan iktidar olmak ve medeniyet inşâ edebilmek için bir millet, toplum ve devletin en küçük birimi olan bireyin çok iyi tanınması ve merkeze alınması gerekir. Batı dünyasından etkilenen hiçbir toplum bu tür bir kültür oluşturma potansiyeline sahip değildir.
Ekonomik açıdan refah düzeyi yüksek olmakla silah olarak kültür ve medeniyetin olması karıştırılmamalıdır. Batı dünyası önce Amerikan yerlilerini sömürdü ve katletti, sonra Afrika ülkelerini bitirdi, şimdi de gözünü bu coğrafyalara dikti. Bu nedenle büyük savaşlar için her türlü yol deneniyor.
İnsan; ilişki ve sosyal açıdan evren, diğer insanlar, yaratıcı ve kendisi ile olan bağlantıları nedeniyle dört türlü yöne sahiptir. Bunlar kendi içlerinde bir düzen ve ahenge sahip olduğu gibi diğerleriyle de iletişim hâlindedir. Yani bir insan başka bir insanla iletişim kurarken aslında evren, sosyal yön ve yaratıcılık fikriyle de irtibatlı özellikleri kullanır.
İnsanın evrenle olan irtibatının özünde onu okuması, tanıması, bilmesi, idrak etmesi ve içselleştirmesi gerekir. Evrenin okunmasında aklın gözü olan bilim insana yardım eder. Bu nedenle maddî bilimlerin harmonik imzası en güzel okumalardan birini sağlar. Diğer bir ifadeyle harmonik imza, okumalarda en kolay harf devrimidir.
Evren doğru okunduğunda büyük bir insan olduğu gibi insan da küçük bir evren gibi bütünün parçaları şeklinde bir fotoğraf verir. Günümüz bilim tanımı bu bütüne bakmayı perdelemiştir. Bu nedenle bilimin tanımı kuantumun her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu getirisi kullanılarak yeniden yapılmalıdır.
Bilim hiç kimsenin tekelinde olmaz. Sadece çalışanın elinde hapsolur. Ekonomi, sosyal işler, siyaset ve para gibi fani işler ise çok fazla çalışmanın ürünü oalrak görülmemelidir ki zaten gerçek güç de bu değildir. Nerede bir gerçek bilim insanı var ve değer görüyorsa orada bir kültür filiz verir.
Evrene tarafsız gözle bakan her insan bir mükemmellik ve şaheser görür. Bir kusur yoktur. Bu nedenle gerçek sorun da yoktur, gerçek bir sorun da tanımlanamaz.
Bir insanın diğer insanlarla olan ilişkilerinde formel olarak sosyal ve toplumun yazılı olmayan kültürü etkindir. Formel olarak devletlerin hukuk ve kuralları bireye bu şekilde yön verdiği gibi sosyolojik olaylar da toplum baskısı uygular ve yön verir.
Sosyolojik olayların formel ve bilimsel temellerinde güç yatar. Çünkü bu durum her şeyin her şeyle bağlantılı olduğu kuantum verilerine alternatif oalrak kasıtlı bir şekilde Batı dünyası tarafından bütün dünyaya dikte edilmiştir. Bu alanda insancıl pek veriye rastlamak mümkün değildir. İşler dönüp dolaşıp menfaat, çıkar, mâkâm, mevki, para, arsa, sosyolojik, ateistlik, deistlik ve Hıristiyanlık gibi putlara çıkar. Burada bozulmuş Hıristiyanlık kastedilmektedir.
Toplumların sosyal olaylarını düzenleyen yapılar sosyolojik güç merkezli veriler olduğunda buradan bir kültür çıkamaz. Burası çıkmaz bir sokaktır. Çünkü güç eksenli oluşumların kültür ve medeniyet oluşturmada nihai hedefe gidemediği, ancak bir vasıtadan öteye geçemediği yukarıda da belirtildi.
İnsanın bir yaratıcı olup olmadığından ziyade bir yaratıcının varlığının kesin olduğu ile irtibatı zaten doğuştan gelen bir şeydir. Zira her insan doğduğu yeri görür, ardından daha büyük yerleşim yerlerini, ülkeleri ve dünyanın varlığını kavrar. Bu gidişatla güneş sistemi, galaksiler ve en nihayetinde evrene ulaşır. Evrenin akıl almaz cevelanı atom altı dünyalar ile tefekkür edildiğinde bir yaratıcının zaten her an herşeye hükmettiği görülür.
Aslında bu görme olayının evrenin okumalarında en büyük kılavuzu kuantum açıdan her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu gerçeğini tasdik eder. Bu pencereden bakıldığında evren okumaları ile bireyin bir yaratıcı düşüncesi asla çelişmez.
Günümüzde çelişen veya çeliştiği iddia edilen düşünceler; menfaat, çıkar, mâkâm, mevki, para, arsa, sosyolojik, ateistlik, deistlik ve Hıristiyanlık gibi putlardır. Bunların hayatın gerçek anlamında etkin bir rolü olmadığını ve gerçek güç teşkil etmediğini tekrar belirtmekte fayda var. Bunlara ilave olarak evren hakkında ne kadar çok şey öğrenilirse öğrenilsin hepsinin en nihayetinde büyük bir fotoğrafın küçük bir parçası olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. Görmek istemeyen göze bir şey denilemez.
İnsanın iletişimde olduğu en büyük merkez bizzat kendisidir. İnsanın kendisiyle iletişimi iki şekilde yürür: Bunlardan birisi dış âlem diğeri ise iç âlemdir. Dış âlemde bedenen emaneti iyi koruması gerekir. Hukuk yönü ne olur ona girmeden sigara içmek gibi bir yol ile bedene zarar vermemek gerekiyor. Beden bakımı önem arz ediyor.
İnsan iç âlem açısından sınırsız donanıma sahiptir. Bedenin içindeki sağlık ve vücut etkilerini de dış âlem olarak görelim. Burada zaten sağlık yeteri kadar ilerlemiş durumdadır. İnsanlar günümüzde her yıl tam kapsamlı sağlık kontrolü (check up) yaptırmayı alışkanlık hâline getirdiler. Böyle doğru bir ilerlemenin yanında iç âlem bakımı nerdeyse hiç yapılmamaktadır.
En iyi niyetle bireysel ve maddî külfet getirmeyen ibadet gibi oluşumlar (yapanlar müstesna) dışında ciddi şekilde insanı şekillendirecek fikir, düşünce, kültür ve medeniyet bakımı açısından fakir durum mevcuttur.
İnsanın iç âleminde fikir, düşünce, nefs, ruh, sevinç, heyecan, hüzün ve muhabbet gibi sınırsız sayıda donanım bakımsız kalmış ve paslanmıştır. İnsanlar sevinçlerini maddî açıdan para harcamak ve tatile gitmek gibi fani işlerle kendilerini aldatıyorlar. Nefs terbiyesi, ruh bakımı, fikir/ düşüne parlatması ve muhabbet fedaisi yetiştirmek gibi zenginliklerden yoksundur.
İnsanlar nefsin isteklerini yapmakla doğal bir isteği yerine getirdiğini görmeye başladırlar. Meşru dairedeki talepleri kastetmiyoruz. Sabit fikirli olmanın bir adım ilerisine gidilmedi. Menfaatsiz muhabbet yok artık, yitik mal hâline geldi. Ruh bakımından çoğunun haberi bile yok.
Dolayısıyla benzer durumlar açık edilip bakıldığında insan kendisiyle en az konuşan kişidir. İç dünyasını ihmal etmiş ve iç âlemine küsmüştür. Kendisiyle barışık olunmayan böyle bir ortamda bireyin kültür ve medeniyete su taşıması beklenilemez. İlk yapılacak iş bireyin yetiştirilmesi ve hedefe kilitlenmesi gerektiğidir. Bu durum başlı başına resmî kurum ve sivil toplum örgütlerinin omuz vermesi gereken çok büyük bir vebaldir.
Öyle bir kültür ve medeniyet inşâ edilmeli ki, tüm mazlumların umutlarına cevap vermek gerekir.
İnsan ihtiras ve harici isteklerin esiri olmamalı ki hedefe ilerleyecek ivmeyi kazanabilsin. Eğer insanlık yüce gayeler edinmez ve bu uğurda yol almaya başlamazsa yok olmanın eşiğine gelmiş demektir.
Batı’nın asırlardır süregelen fani güç odaklı hegemonyası, insanlığı tüketim aracı hâline getirerek araçsallaştırmıştır. Bu gidişat gidiş değildir. İnsanın iç dünyasını yok sayan hiçbir oluşum sürekli kalamaz, yok olmaya mahkûmdur. Menfaat, mâkâm, mevki, para, arsa, sosyolojik, ateistlik, deistlik ve Hıristiyanlık gibi putlar toplumun elinde geçer akçe olduğu müddetçe insanlığın devamı mümkün değildir. İnsanlık yok oluşun eğişindedir ve bir arayışı unutmuş durumdadır.
Batı dünyası geçen asrı mahvetti. Sadece ekonomik, maddî kazanç ve teknolojik kazanmaları insanlığın önüne koydu ve çok iyi de pazar buldu. Çünkü cehalet kol geziyor. Güç odaklı Batı dünyası sinesinde taşıdığı ölüm tohumlarını dünyanın her tarafına saçarak büyük bir cinayet işlemiştir.
İnsan dış ve iç hayatı birbirinden ayırdığı için menfaat, mâkâm, mevki, para, arsa, sosyolojik, ateistlik ve deistlik gibi yok oluşlara duçar oluyor. Böyle bir ürünü dünyaya maalesef Batı pazarlamış ve iyi de alıcı bulmuştur.
İnsan evren, diğer insanlar, yaratıcı ve kendisiyle olan irtibatında yaratıcının sadece bir varlıktan ziyade aynı zamanda tezahür eden bütün mümkünler içinde olanları meydana getiren yegâne değer olmasını bilir.
Böyle bir insan anatomisi yeni bir kültür, yeni bir medeniyet ve yeni nesil silah üretebilir. Böyle bir güce erişmek için var güçle çalışmak zorundayız.



