“İnsan bu, su misâli”

Toprağı susuzluk, insanı zikirsizlik çatlatır. Su, gerçek anlamda ne tarif edilebilir, ne de kelâmla yeterince ifade edilebilir. Böyle durumlarda sözü kısa kesip susmak belki de en iyisidir.

RABBİMİZİN yarattığı varlık âlemindeki tüm mevcudiyete en büyük ikramı ve mucizesi sudur. Hiçbir teknolojiyle suyu üretmek mümkün olmadığı gibi, suyun yerine başka bir şeyi de ikâme edemeyiz.

Gökyüzünden yeryüzüne indirilen su, toprağa düşmesiyle mânâ bulur ve toprak onun meskeni olur. Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim, “İçtiğiniz suyu hiç düşünmez misiniz?” (Vakıa, 68) diyerek bizleri tefekküre davet eder. İşte bu davete icabet ettiğimizde, suyun ne kadar kıymetli, bereketli ve aziz olduğunun farkına varırız.

Su her yerde; hem kâinatta, hem vücudumuzda. Dünyanın yüzde yetmişi, vücudumuzun ise yüzde sekseni suyla kaplı. Düşünsenize, bedendeki suyun yüzde on beşinin kaybı bile yaşam fonksiyonlarının durmasına neden oluyor. Bu noktada şeksiz ve şüphesiz kabul etmeliyiz ki, su hayattır ve susuz bir yaşam düşünülemez.

Su, denizlerde ve okyanuslarda uçsuz bucaksızdır. Bu ummanlara dışarıdan baktığımızda yok gibi görünen fakat içerisine dalındığında milyonlarca canlı barındıran çok başka bir âlem vardır. Bu deryalarda yaşamını sürdüren canlılar, su dışında başka bir yerde yaşayamazlar. Okyanuslardaki hayat bu hâliyle bile başka bir âlemin olup olmadığıyla ilgili tereddüt yaşayanlara bir cevap niteliğindedir.

Suyun serüveni, ana rahmine düşen bir damla su ile hayat bulan insanın hikâyesine benzer. Can suyuyla yaşam bulan bitki gibi insan da bir damla suyla hayat bulur. Suyun döngüsel var oluşu ve önce toprağa düşüp tekrar gökyüzüne buhar olarak yükselmesi, aslında her şeyin özüne döndüğünün de somut bir delilidir. Kâinatta her şey O’nun adıyla O’nun adına hareket eder. Suya ve insana düşen kader, var olmakla yok olmak arasında geçirilen zamandır.

Su yaşamın özü, bir anlamda hayatın vazgeçilmezidir. Tüm canlılar yaşam kaynağı suya muhtaçtırlar. Su ve insan arasındaki benzerlik, suyun vasıflarını düşündüğümüzde daha kolay anlaşılacaktır.

Yaşamın vazgeçilmezi olan suya gönül penceresinden ibret nazarıyla bakan gözler için onda ne çok hikmet vardır. İnsana düşen, su kadar aziz yani izzet ve şeref sahibi olabilmektir. Merhum Necip Fazıl Kısakürek, meşhur “Sakarya Türküsü” şiirinde suyu insanla özdeşleştirmektedir: “İnsan bu, su misâli, kıvrım kıvrım akar ya/ Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya./ Su iner yokuşlardan hep basamak basamak/ Benimse alın yazım yokuşlarda susamak./ Her şey akar; su, tarih, yıldız, insan ve fikir/ Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir/ Akışta demetlenmiş büyük küçük kâinat/ Şu çıkan buluta bak bu inen suya inat.”

İnsana hizmet için yaratılan su, insanın da insanlığa hizmet için yaratıldığının göstergesidir. Bir damla su nehre kavuşursa çağlayan, denize ulaştığında ise okyanus olur. Katreleri anlamlı ve değerli hâle getiren, birbiriyle buluştuğunda oluşan birlik ve bütünlüktür. Hiçbir konuda çözümsüzlüğü kabul etmeyen insan misâli su da her durumda kendisine bir çıkış yolu bulur. Toprağın kılcal damarlarından geçerek engel tanımaz. Çünkü onun muradı sadece akmaktır. Duru bir insan kadar şeffaf, gerektiğinde muhatabına suretini, iç âlemini gösterecek kadar saydam bir ayna gibidir. Hayatta karşılaştığı yükleri derin denizler misâli sırtında yüksünmeden taşıyacak kadar güçlüdür. Sebatı ile taşları delecek kadar azimli. Bulunduğu toprağı cennet bahçelerinden bir köşe eyleyecek kadar bereketli. Aktığı yatakta çarptığı taşa, kayaya aldırış etmeyip yoluna devam edecek kadar inançlı. Bu akışıyla önüne çıkan taşların sivriliklerini törpüleyip her birini su damlacığı gibi ovalleştirecek kadar mahir.

İnsan bu, su gibi, bulunduğu kabın şeklini alan, hemen her ortama uyum sağlayan… Bazıları ise buz kütlesi gibi soğuk, sert ve inatçı. İnsan, okyanuslar gibi derin ve engin; her dalışta inci mercan ve batık hazineleriyle zenginleştiren... İnsan, sığ sular gibi derinliği olmayan, baktığında dibi görülebilen, hemen her yerde aramadan bulunan… İnsan bu, su gibi; çoktur şelâleler gibi. Kimi dingin ve sakindir yatağında huzurla akan dereler gibi. Bazen duyguların esaretiyle dalgalansa denizler misâli, üzerindeki çeri çöpü bir kıyıya bırakıp duyguların yükünden kurtulmaktır bütün derdi.

Parmak izlerimizin, retinalarımızın farklılığı gibi her suyun muhteviyatındaki mineraller de farklı farklıdır. Kimi içilebilirken kana kana, kiminden fersah fersah kaçmak gerekir. Geçimsizliği ve ahlâksızlığından… Kimi zemzem gibi içmekle kanamadığın, muhabbetine doyamadığın, bir damlasıyla mayalayıp çoğaltan, kendi sîret ve suretine dönüştüren…

Su, bulunduğu ortamın etkisiyle ne çok surete bürünür. Rahmet olur, sağanak sağanak yağar; kar olur bütün çirkinlikleri kapatan bembeyaz örtü misâli. Bazı zamanlarda ise buhar olur ruh misâli, dolu olur taş misâli.

Su sesi, güzel nağmeler terennüm eden sanatçılar gibi ruha şifadır. Bazen manevî hastalıkları, bazen bedensel rahatsızlıklarımızı tedavi eden doktor olur. Bazı sular sıcak, bazıları soğuktur sıcakkanlı veya soğuk insanlar gibi. İhtiyacımıza binaen her çeşidine gereksinimimiz vardır. Sıcak yaz günlerinde soğuk su makbulken kış günlerinde sıcak içecekler tercihimizdir. Akan su bulanmaz; hem bu dünya, hem de diğer âlem için çalışan insanlar misâli. İbret nazarıyla bakan için suyla aramızda ne çok benzerlik olduğunu görmek ne kadar şaşırtıcı, öyle değil mi?

Allah’ın en büyük nimet ve mücizelerinden biri olan suyun kadri kıymeti ancak yokluğuyla anlaşılacaktır. Susuz ne kadar yaşar canlı? Hararetten kuruyup birbirine yapışmış dudaklar, susuzluktan yarılıp çöle dönmüş toprak, bunun en güzel örneğidir. “Suyunuz çekiliverirse, söyleyin, size kim su verir?” (Mülk, 30) ayetiyle seslenen Rabbimiz, “İşimiz yağmur duasına mı kaldı?” diyenlere cevabını böyle verir.

Bulut ağlayınca toprak gülümsermiş. İnsan ağlayınca Yaratan’ın merhamet pınarları coşar, ruh yeşerirmiş. Bu kadar kıymetli olan suyun toprağa değer katması gibi, kendi değerini ve varlığının kıymetini bilen insan da bulunduğu ortama değer katar ve orayı zenginleştirir.

Su, diğer bir yönüyle de mânâ âleminde zikirle eş değer tutulmuştur. Bu âlemde yaratılan her şeyin mânâ âleminde karşılığı olduğuna inanan, perdenin arkasını gören gözler, suyun vasıflarından dolayı böyle bir teşbih yapmışlardır. Zikir “anmak, hatırlamak, sık sık tekrar etmek, tefekkür etmek ve ibadetlerdir”. İbadetlerin yapılabilmesi için suya ihtiyaç vardır. Suyun temizleyicilik vasfından yola çıkarak -bedenimiz dâhil- her şeyi temizlediğimiz su gibi, zikir suyuyla da manevî kirlerimizi temizleyebiliriz. Fıtrat itibarı ile temiz yaratılmış insanın en temiz hâliyle kalması ve bu hâl üzere diğer âleme yolcu edilmesi muradıdır. Zikir suyu ile maddî-manevî kirlerden temizlenen kalp ayna işlevi görür, Cenab-ı Hakk’ın tecellilerini yansıtacak bir kıvama ulaşır.

Maddî hastalıklarımızın şifası su, manevî hastalıklarımızın şifası ise zikirdir. Suyun söndürmek, ferahlatmak ve rahatlatmak gibi hasletleri vardır; ateşi söndüren su iken, gönül hararetini alıp yok eden zikirdir. Yudum yudum, fark ve hissederek içmektir maharet.

Su aşağıya yani alçak yere doğru akar. Bu nedenle perdenin arkasını gören zikir ehli alçakgönüllü ve mütevazı olur. Malûm, su yükseğe çıkamaz. Su coşar, zikir ehli de coşkundur. Bilir ki, suyun derdi akmak, durgun suyun ise kokmaktır. Su rahmettir; zikrin girdiği gönülden merhametten başka bir şey tecelli etmez.

Toprağı susuzluk, insanı zikirsizlik çatlatır. Su, gerçek anlamda ne tarif edilebilir, ne de kelâmla yeterince ifade edilebilir. Böyle durumlarda sözü kısa kesip susmak belki de en iyisidir.