AKIL, düşünce, iç ve dış
duyular yoluyla kavranabilen tüm madde ve enerji biçimlerini içeren, Yaradan
dışındaki varlık ve olayların tamamı, “evren/kâinat/âlem” olarak bilinir. Diğer
bir ifadeyle kâinat/âlem, Yaradan’ın Kendisini insanlara tanıttığı kitabın
adıdır.
Âlem,
kelime olarak “bilmek” anlamındaki “ilm” kökünden türetilmiş olup, Yaradan’ın,
“Varlığının bilinmesini sağlayan” mânâsına gelir. Evren büyük bir insan, insan
küçük bir kâinat bakışında âlem, insan için de
kullanılır.
Kitabı
okuyacak olanın, akıl sahibi insanın olduğu açıktır. İniş sırasına göre birinci
sırada yer alan Alâk Sûresi’nde ilk vahiy “Oku!” emriyle başlar. Alâk Sûresi’ndeki
bu ilk kelimeden sonra başlayan kelime ise, “besmele”deki isim kelimesinde
bulunan “vasl” (elif) hemzesinin yerini alan “be” harfi ile başlamaktadır.
Besmeledeki
“elif” harfi Yaradan’ın Zât’ına işaret ettiği için, Alâk Sûresi’ndeki “Oku”
emri, kâinat kitabındaki bütün Esmânın Tek Bir Zât’a ulaştıracak şekilde
olmasına işâret ediyor. Alâk Sûresi’nde (Arapça) bulunan “Oku” (İkra) kelimesindeki
“elif” harfi, insan ve
insanda “ene”ye (ego) işâret ediyor. Maksat ise, evren/kâinat/âlem hakikatinin anlayıp
kavranmasıdır.
“Oku” kelimesi, İsrâ Sûresi’nin on
dördüncü âyetinde de bulunur. Bu âyette, yargılamak için nefsin (nefse takılı
ene) yeterli olduğu vurgulanır. İsrâ Sûresi’nin on üçüncü âyetinde ise, “Her insanın sorumluluğunu omzuna yükledik”
ifadesi geçer. Buradaki “sorumluluk” kelimesi, Arapça “tâir” kelimesinden
çevrilmiştir.
“Tâir”, kelime olarak “uçan” ve “kuş”
mânâsına gelmekle birlikte, bu âyette mecâz olarak sorumluluk anlamında
kullanılmıştır.
Yaptığı
ile kendini bağlayarak sorumluluk altına girenin sadece insan olabileceği
söylenebilir. Bu durum, tıpkı Hac Sûresi’nin on altıncı âyetinde belirtilen “apaçık” şeklinde
olduğu gibi, İsrâ Sûresi’nin on dördüncü ayetinde de ifade edilmiştir.
Âlem,
belli bir düzen içinde ve devamlı olarak Yüce/Kemâl Sahibi Zorunlu Varlıktan
(Vâcibü’l-Vücûd, Allah) taşmaktadır (sudûr etmek).
Sudûr okuyucusu Araplarda “Anka”, İranlılarda “Sîmurg” ve Türklerde “Zümrüdüanka”
diye efsaneleştirilen kuş yani insanın ta kendisidir.
Hakikate çift kanatla
uçulur. Bunun için kanadı kırık kuş hikâyeleri sıklıkla metinlerde yer alır.
Çift kanattan maksat; dünya-âhiret, icmâ-tevatür, risâlet-velâyet ve
imanî-amelî gibi kavramlar olabilir. Hakikat yolcularının böyle bir devirde din
ve fen kanatlarıyla uçabileceği ortaya çıkıyor.
Bu
gerçekleşmediğinde, ortaya aşılması zor “efsanevî bir dağ” çıkıyor. Bir kanadı
eksik olan kuşun (insanın), uçarak bu dağı aşıp hakikat ülkesine (hikmet) erişmesi neredeyse
imkânsızlaştırılıyor.
Yaradan,
kudret ve hikmetine işaret eden kozmolojik delillerden örnekler vererek ölümden
sonraki dirilmeye dikkat çeker. Bu dünya hayatı, kazanma (uçma) ve kaybetme
(kanadı kırık uçma) yeri olduğundan, inkârcılar ölümden sonrası için bu
dünyadaki yükümlülükten (sorumluluk) kaçıyorlar.
Kaf Sûresi’nde (Bâsikat Sûresi), ölümden sonra yeniden
dirilişi inkâr edenler uyarılırken, inananlara verilecek nimetler de belirtiliyor.
“Kaf” harfinin yeryüzünü kuşatan bir dağ olduğu ifadesi yaygın
olarak söylense de, bu rivâyetin “ölümden sonra yeniden dirilişi” inkâr etmek
için müşkülpesentlerin İsrâilî hurâfelerinden olduğu akla daha yatkın duruyor.
Arapça
“ikra” kelimesi, elif, kaf ve re harflerinden oluşur. Kaf harfinin ebced sayı
değeri 100’dür. Bu ise tamlığa işâret eder. Tamlıktan maksat, çift kanatlı
oluştur. Bu harf, sesçe en sağlam ve en belirgin niteliğe sahip olup
ciğerden/gönülden gelir.
İşte
tam da bu hengâmede, yazının omurgasını oluşturan Arapça “ikra” kelimesindeki
“kaf” harfi, dünya ve âhiret dengesine işâret eden sorumluluk sahibi insanların
yapması gereken işleri gösteriyor. Nefsine yenik düşüp âhireti inkâr eden müşkülpesentlerin efsaneleştirdikleri,
“efsanevî bir dağ” değildir.
Din ve fen kanadı Batı medeniyetinde ayrıştırılarak, insanlar hayvan derecesine indirilmek veya köleleştirilmek istenmektedir.