KUZEYİ ve doğusu, bir
hilâl şeklinde Suriye toprakları ile kuşatılmış bir ülkedir Lübnan. Ve güneyinde
60 kilometrelik bir sınırla İsrail’e komşudur. Resmî dili Arapça olan Lübnan,
dinî ve etnik bakımdan oldukça karışık bir ülkedir.
Çeşitli
etnik guruplardan oluşan halk, âdeta ayrı cemaat mensupları gibi yaşamlarını
sürdürmektedir. Bunların başlıcaları Sünnî Müslümanlar
(kıyı kesiminde), Şiî Müslümanlar (Bika vadisinde ve güneyde), Katolik
Maruniler (büyük bölümü Lübnan dağlarında), Dürzîler (Lübnan dağlarının orta
kesiminde), Ortodoks Rumlar (kıyı şehirlerinde) ve Katolik Ermeniler (güneyin
kırsal kesimlerinde) yaşamaktadırlar. Bunların oranı hakkında resmî
istatistikler bilgi vermemekte, gayr-i resmî kaynakların verdiği bilgiler de
birbirini tutmamaktadır. Bu yüzden net bir rakam ortaya çıkmamaktadır.
Tarihe baktığımızda ABD, İsrail, Fransa, İtalya, Suriye,
İngiltere ve Türkiye, Lübnan topraklarında her zaman birbirlerine rakip olarak varlıklarını
sürdürebilmek için savaşmışlardır. Tüm bu savaşların bugüne kadarki etkisiyle
Lübnan siyâsetinde Suriye’nin rolü kabul edilerek normalleşme sağlanmaya
çalışılmıştır.
Milislerin silâh bırakmaları konusunda önemli başarılar elde
edilmiştir öncelikle. 1989 Tâif Antlaşması, 1975-1990 arasında aralıklarla
devam eden Lübnan İç Savaşı’nı sona erdirerek ülkede genel barışı ve siyâsî istikrarı
sağlamıştır. Şubat 2003’te Suriye, askerî birliklerinin bir kısmını geri
çekmiştir. Lübnan’ın güvenliği açısından Suriye’nin Lübnan’daki askerî varlığı,
her iki ülke yetkililerince savunulmaktadır.
Diğer taraftan İran, Hizbullah aracılığıyla Lübnan üzerinde etkisini
sürdürmektedir. 3 milyon 600 bin nüfusa sahip bu küçük ülkede 200 binin
üzerinde Filistinlinin çeşitli kamplarda varlıklarını sürdürmesi de Lübnan-İsrail
ilişkilerini hassas bir dengede tutmaktadır. İsrail’in Lübnan toprakları
üzerinde hâkimiyet kurma çabası devam etmektedir.
Lübnan,
uzun süredir yerel para biriminin dolar karşısında beş kata varan değer kaybı,
ekonomik krizin yol açtığı protesto dalgası ve Hizbullah-İsrail arasındaki
gerilimin tırmanması gibi konularla gündemdeydi. Ülkenin en büyük nüfusuna
sahip şehri, ticârî ve sosyal metropolü ve aynı zamanda da başkenti olan Beyrut’ta
bulunan ünlü Beyrut Limanı’nda bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Yangın patlamaya
dönüştü ve bilanço facia ile sonuçlandı. Patlamaya, limanda bulunan 2 bin 750
ton amonyum nitratın yol açtığı açıklandı. Patlamada en az 100 kişi hayatını
kaybetti, 4 bin kişi de yaralandı. O hafta boyunca olağanüstü hâl ilân edildi.
Patlamaya
ilişkin iddialar ise şöyle: Lübnan’daki Hizbullah örgütünün Beyrut limanında
uzun yıllardır uzun menzilli füze programı yürüttüğü ve İsrail’in bu noktayı bu
yüzden hedef almış olması sosyal medyada gündeme getirildi. Ancak iki taraf da
bu iddiayı reddetti.
ABD
Başkanı Donald Trump ise açıklamasında, patlamanın bir saldırı olabileceğini,
görüntüleri izleyen generallerin bunun bir saldırı olabileceği üzerinde birleştiklerini
aktardı. Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn ise, herhangi bir güvenlik önlemi
alınmadan 2 bin 750 ton amonyum nitratın 6 yıl boyunca bir depoda tutulmasının
kabul edilemez olduğunu ifade etti.
İsrail Dışişleri Bakanı Gabi Aşkenazi de yerel bir
televizyona yaptığı açıklamada ülkesinin patlamayla ilişkisi olduğu iddiasını
reddetti ve kazâ olabileceğini aktardı.
Tüm bu açıklamaların ardından, gözlerimizi İran’a çevirelim…
İran için Lübnan’ın çok büyük bir anlamı var. Nedir bu anlamın sebebi?
İran, 2011’de Suriye Hükûmeti ile bir anlaşma yapmıştı: “Şii
Boru Hattı”… Yani İran, Irak, Suriye, Lübnan üzerinden Avrupa’ya gönderilecek bir
doğalgaz ve petrol boru hattı anlaşması… Suriye’de savaş çıkınca bu proje
yarıda kaldı.
İsrail’se Lübnan’ı Doğu Akdeniz’de kendi anlaşma yaptığı
ülkeler içerisine katmak istiyor. Ama Hizbullah’ın hükûmette baskın olması
nedeniyle Lübnan bunu reddediyor. Lübnan, Doğu Akdeniz’deki gaz paylaşımında
kilit bir ülke. İsrail, işte bu kilidi kırıp tüm güce sahip olmak istiyor!
Peki, Lübnan ne yaptı? Lübnan, Çin’le görüşmelerini
sıklaştırdı. Çinliler Beyrut Limanı’nı restore etmek için Lübnan’a bir teklif vermişlerdi.
Hizbullah lideri Nasrallah, geçen aylarda bir açıklama yapmış ve Çinlileri
ülkeye davet etmişti. 2018 yılında yine Lübnan, Rusları davet etmişti. “Limanlarımızı
Rus savaş gemilerine açacağız” demişlerdi resmen. Bu açıklama üzerine İngiltere
Dışişleri Bakanı Lübnan’a gitmiş ve bir açıklama yapmıştı: “İngiltere’nin güvenliği
Lübnan’dan başlar!”
İşte bu açıklamayı, patlamanın nedenini bilmek açısından
önemli buluyorum!
Hattâ biraz daha hatırlayalım: 2018’de Lübnan Başbakanı
Hariri, Suudi Arabistan’da bir hafta esir alınmıştı. Araya Fransa girmiş ve
Hariri, Fransa’ya gitmişti. Fransa, Lübnan’a ekonomik sıkıntıları için AB’den
10 milyon dolarlık bir yardım sözü vermiş ve 860 milyon liralık yardımı da bizzat
yerine getirmişti. Ne tesadüftür ki, bu patlama sonrası Lübnan’a ilk giden kişi,
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron oldu. Çünkü Fransa’nın Doğu Akdeniz’de bir
hesabı var!
Fransa’nın Libya’daki hesabını Türkiye bozdu. Şimdi Lübnan
üzerinde oyun kuruyor bu yüzden. Eğer Lübnan üzerinde kendi hâkimiyetini
sağlarsa, Doğu Akdeniz’de etkinliğini arttırmış olacak.
Lübnan’da yaşanan patlamanın ardından bir komisyon kurulması
gündeme geldi, ancak Lübnan bu teklifi reddetti. Fakat öyle görünüyor ki, bu
komisyon fikri Macron’dan geliyor. Neden Macron’dan? Zira kurguya göre komisyon,
Hizbullah’ı suçlu bulacak. İngiltere zaten Hizbullah’ı terör listesine
alacağını ilân etmişti. Aynı şekilde ABD, Hizbullah’la ilişkisi olan bir
bankaya ambargo koymuş ve ceza keserek banka faaliyetini durdurmuştu.
Şirketlere ve kişilere de ambargo koymuştu.
Lübnan üzerinde oynanan bu oyunlar sırasında Lübnan, Türkiye
ile bir görüşme gerçekleştirmek için harekete geçmişti. Ne hikmetse, tam da bu
görüşme öncesinde Beyrut’ta patlama yaşandı! Aynı olayın bir benzeri Mısır’da yaşanmıştı.
Mursi, Türkiye ile doğalgaz konusunda anlaşmışken, bir askerî darbeyle Mursi
iktidardan indirilmişti.
Arap Baharı gösterileriyle devrilmiş ve linç edilerek
öldürülmüş olmasaydı, Türkiye, Libya ile yapmış olduğu anlaşmayı 2010’da
Kaddafi ile daha erken yapacaktı. Orada da bir iç savaş başlattılar ve
Kaddafi’yi indirdiler. Neyse ki sonraki süreçte Libya, kiminle işbirliği
yapacağını düşünerek tarafını seçti ve “Türkiye” dedi. İşte tam da bu seçim
sonucunda bölgede oyun kurucular ve oynayanlar değişmeye başladı!
Aslında her şey açık ve net. Bölgede kimler oyun kuruyor,
kimler oynuyor, kimler kazanıyor, kimler kaybediyorsa tüm bu detaylardan
çıkardığım sonuç şu: Oyun kuranlar yüzyıllardır aynı eller, oynayanlarsa yine
aynı kuklalar. Fakat şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: Artık hiçbir şey
eskisi gibi olmayacak; çünkü bölgesinde güçlü bir Türkiye var!
Allah Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın yâr ve yardımcısı olsun! O
sadece Türkiye’nin değil, ümmetin lideri…
https://islamansiklopedisi.org.tr/