
ÇANAKKALE’de iki yüz elli
bini aşkın civanmerdimizi şehit eden, imparatorluğumuzu yıkıp İstanbul’u beş
yıl işgal altında tutan İngiliz’e karşı neden en ufak bir antipatimiz yok? Neden
Yunan’a, Bulgar’a, Rus’a, Ermeni’ye, Farisî’ye, Arap’a, Yahudi’ye, Amerikan’a,
Alman’a buğz ederiz de İngiliz’e karşı tek bir kötü kelâm etmeyiz?
Şöyle
bir düşünüyorum da… Pek çoğumuzda Osmanlı düşmanlığı var. İnsan, kendi atasına,
daha doğrusu kendisine, neden düşmanlık eder? Çağdaş, Batıcı, aydın,
entelektüel, Kemalist, devrimci, İslâmcı, solcu vesaire… Pek çoğumuzun zihninde
Osmanlı, kardeş ve evlât katilidir, kızıl sultanlar sülâlesidir, en önemlisi de
Kurtuluş Savaşı’nda İngilizler ile işbirliği yapmış hainler güruhudur vesaire. Tuhaftır,
İngilizler ile işbirliği yaptığına inandığımız Sultan Vahdettin’e kin kusarız ama
işbirliği yaptığını söylediğimiz İngiliz’e bir tek kötü söz etmeyiz.
Her
yıl Çanakkale Savaşı’nı ve zaferini büyük programlar ile kutluyoruz ama İngiliz’in
işgalciliğinden, sömürgeciliğinden hiç bahsetmiyoruz. Hatta İngiliz veliaht
prensinin “deniz askeri” üniforması ile 100’üncü yıl kutlamalarına
katılmasından övgü ile bahsediyoruz. Sanki bize Çanakkale Savaşı’nı yaşatanlar
İngilizler değilmiş gibi hareket ediyoruz.
İlginçtir,
Cumhuriyet kurulduğundan beri çocuklarımızın bir kısmını, özellikle Mülkiyelileri
doktora yapmak üzere İngiltere’ye gönderiyoruz. Hayatlarının en önemli 4-5
yılını İngiltere’de geçiren bu doktoralı gençler geri döndüklerinde de en
önemli görevleri seve seve onlara tevdi ediyoruz. İngiltere ya da Amerika’da
doktora ya da eğitim almamış bir tek kaymakam ve valimiz yok. Profesörlerimizin
büyük çoğunluğu da doktorasını İngiltere’de yapanlardan oluşuyor. Sanki
İngiltere ile kadim bir dostluğumuz varmış ve onlara hayranmışız gibi
davranıyoruz.
Yunan,
Bulgar ve Ermenilere gelince işin rendi değişiyor. İzmir’de denize döktüğümüz (!)
Yunanlılara karşı her birimizin kalbinde en azından bir tokat atma isteği var.
Yediden yetmişe hepimiz alçak Yunan’a karşı diş biliyoruz ve bunda da haksız
sayılmayız; aynı durum Bulgar ve Ermeniler söz konusu olduğunda da geçerli. Ama
onları bizim üzerimize salan İngilizlere hiçbirimiz diş bilemiyor.
Sağcılarımızda
Rus düşmanlığı, solcularımızda Amerikan düşmanlığı, milliyetçilerimizde Ermeni ve
Arap düşmanlığı, İslâmcılarımızda hem Rus, hem Amerikan düşmanlığı var. Ehl-i Sünnetçilerimiz,
Şii İran’a ve Vahhabi Suudilere ateş püskürüyor. Kemalistlerimiz gerici, dinci
ve milliyetçilere, onlar da Kemalistlere ateş püskürüyorlar. Kur’âncılarımız
tarikatçılara, tarikatçılarımız Kur’âncılara demediğini bırakmıyor. Ama hiç
kimse şu mübarek (!) İngilizlere tek kelime etmiyor!
Sahi,
“Kuvay-ı Milliye”, kurtuluş mücadelesini başta İngilizler olmak üzere işgalci
güçlere karşı vermedi mi? Katı Kemalistlerimiz, neden İngilizler aleyhine bir
tek kötü söz söylemezler ki? Mustafa Kemal’in İngilizler ile mücadelesinden hiç
bahsetmezler. İnkılap tarihi kitaplarında Millî Mücadele yılları anlatılırken, Ermeni
çeteleri, Yunan işgalcileri, Osmanlı hainleri ve yerli işbirlikçileri ile
ilgili onca malûmat var ama İstanbul’u işgal eden İngilizlere ve işgal
yıllarına dair nedense bir tek kötü malûmat yok.
Televizyonlardaki
konuşmacılarımıza göre ülkemizin dört bir yanı düşmanlar ile çevrili. Batıda
Yunan ve Bulgarlar, kuzeyde Ruslar, doğuda Humeyni’nin şeriatçı İran’ı ve
Ermenistan, güneyde Kürtler ve Araplar bizi hep bir kaşık suda boğmak
istemektedirler. Bu yüzden her mücadelemizi hep yedi düvele karşı vermek
zorunda kalıyoruz! Ama bu yedi düvel arasında imparatorluğumuzu parçalayan,
İstanbul’umuzu işgal eden ve bizi Anadolu bozkırına hapseden İngiliz’in adı
neredeyse hiç yok!
Öyle
anlaşılıyor ki, sinsi İngiliz bize Machiavelli’nin “Hükümdar” isimli kitabındaki
teorisini uygulamış. Machiavelli, kitabında şöyle bir soru soruyor: “İşgalden önce kendi yasalarıyla ayakta duran
hükümdarlıklar ve kentler nasıl yönetilmelidir?”
Machiavelli,
bu sorunun cevabını da şöyle veriyor yani işgalcilere şöyle bir yol gösteriyor:
“Dediğim gibi,
kendi yasaları ve özgürlük içinde yaşamaya alışkın devletler ele
geçirildiklerinde, onları elde tutmanın üç yolu vardır: İlki ortadan kaldırmak,
ikincisi gidip orada yerleşip oturmak. Üçüncüsü; vergiye bağlamak ve içeride
sana, yöre halkının dostluğunu sağlayacak az sayıda kişiden oluşmuş bir hükûmet
kurarak kendi yasalarıyla yaşamalarına izin vermektir. Ve o hükûmet, o hükümdar
tarafından kurulduğu için onun gücüne ve dostluğuna ihtiyacı olduğundan, o
devleti ayakta tutmak için her yola başvurur. Özgür yaşamaya alışık bir
kenti başka yollara başvurmak yerine
kendi seçkinleriyle yönetmek ve elde tutmak daha kolaydır.”
Machiavelli’nin
üçüncü yolunu dikkatlice okuduğunuzda, İngilizlerin bu ülkeye öylesine
geldiğini ve bir süre sonra da çekip gittiğini düşünmek imkânsız hâle gelir. İkinci
Dünya Savaşı’ndan önce dünyanın en büyük ve zalim sömürgecisi olan İngilizler,
“geldikleri gibi gitmediler”.
2023
yaklaşırken, bu “İngiliz Meselesi”nin yeniden gözden geçirilip düşünülmesi
gerekir. Vesselâm…