İnfodemi Covid-19 ve sosyal damgalama

Covid-19’un yayılma hızından daha fazla, hastalığa dair komplo teorisi ve yalan yanlış bilgiler yayılıyor. Dünya Sağlık Örgütü bu durumu “infodemi” olarak tanımlıyor. DSÖ, infodeminin hem toplumda panik ve korku oluşturduğunu, hem hastalıkla mücadeleyi zorlaştırdığını, hem de damgalamayı tetiklediğini söylüyor. Bu nedenle özellikle sosyal medyada infodemiden uzak durulmalıdır.

BİR kişi veya grubun aidiyetleri, hastalıkları veya özel gereksinimleri nedeniyle kusurlu görülmesi, değersizleştirilmesi ve ayrımcı tutumlara maruz bırakılması olarak adlandırılabilecek “sosyal damgalama”, damgalamaya maruz kalan kişi veya grupları insanca yaşamın dışına itebilme ihtimâlinden dolayı ciddî bir problemdir.

İnsanlar bazen hastalıklarından dolayı damgalamaya maruz kalabilmektedirler. Damgalama sürecinde, damgalamaya maruz kalan insanlar ve bu insanların damgalamaya neden olan yönlerine dair gerçekle uyuşmayan ya da gerçeğin saptırıldığı manipülatif bilgilerle kişiler negatif ayrımcılığa maruz bırakılırlar. 

Damgalamanın süresi ve dozajı ne kadar çok ve uzun olursa, damgalamaya maruz kalan insanlar da o derece toplum dışına itilirler. Bunun sonucunda da damgalamaya maruz kalan kişilerde toplumsal aidiyetler zayıflar ve kişiler kendilerini o topluma ait hissetmezler. Damgalamaya maruz kalan kişiler eğer bu damgalamaya yeteri kadar karşı koyamazlarsa, sosyal yalıtıma bağlı olarak içe kapanırlar. İçe kapanma durumu kişilerde özgüvenin yıpranmasına, eylemsizliğe, buna bağlı olarak yetenek ve becerilerde körelmeye neden olabilir.

Ayrıca damgalanmaya maruz kalanlarda çekimserlik, umutsuzluk, çâresizlik, suçluluk gibi psikolojik çöküntüler baş gösterebileceği gibi, damgalanmayı yapanlara karşı kin ve nefret duyguları da oluşabilir. Hattâ bazılarında bu kin ve nefret duygusu, damgalamayı yapanlara karşı ölümcül sonuçlar doğurabilecek eylemlere dönüşebilir.

Özellikle bir hastalık nedeniyle damgalamaya maruz kalanlara yapılan muameleye şâhit olan birisi, yapılanların kendinin de başına geleceğini düşünerek, varsa bir hastalığını inkâr dahi edebilir. Buna bağlı olarak tedavi için sağlık kuruluşlarına başvurma noktasında gönülsüz davranabilir. Hastalık bulaşıcı ise, bunu toplumun diğer kesimlerine bulaştırabilir, önlenmesi için alınan tedbirlere katılmayabilir.

Dil ve tanımlamalar neden önemli?

Birkaç haftadır dünyayı etkisi altına almış olan Covid-19 nedeniyle yapılabilecek bir sosyal damgalama, özetlemeye çalıştığım bu tabloyu doğurabilir. Onun için Covid-19 sonrası dönem, sosyal yaşamın rayına oturması ve salgın nedeniyle rahatsızlık geçirmiş olanların topluma yeniden entegre olması bakımından damgalamanın olmaması son derece önemlidir. Bu bağlamda, yapılabilecek bir damgalamanın daha şimdiden önüne geçilmelidir.

Ama daha Covid-19 kontrol altına alınmadan bu tür damgalamalar başladı bile!

Örneğin ABD Başkanı Trump, Covid-19’u “Çin Virüsü” olarak tanımlayarak salgını psikolojik bir savaş aracı olarak kullanmaya başladı. Trump, bu damgalama ile Çin’i dünya kamuoyunda suçlu göstermeyi amaçlıyor.

Çin ise Trump’ın ifadelerini ırkçılık olarak tanımlıyor. Yani ekonomi sahasındaki dalaş, Covid-19 üzerinden devam ediyor. Anlaşılan devam da edecek…

Ayrıca insanlar sokaklarda maske takanlara karşı şu aşamada, söz ile olmasa bile bakışlarıyla rahatsız etmekteler. Bu durumun yaygınlaşması, Covid-19 sonrasında oluşması muhtemel damgalamanın bir ipucu sayılabilir. O nedenle daha şimdiden bilinçaltımızda damgalamaya dair oluşabilecek her şeyi ortadan kaldırmalıyız. Bu konuda yetkililer ve uzmanlar halkı bilgilendirmelidirler. 

Siyaset sahnesinde başlayan damgalama hiç şüphesiz toplumsal alanı da etkileyecektir.

Dünya şu aşamada Covid-19 yayılımını engellemek için uğraşırken, Covid-19’u pandemi yani küresel salgın ilân eden Dünya Sağlık Örgütü, damgalamanın olmaması için yapılması gerekenlere yönelik çalışmalar yürütüyor.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, damgalamayı önlemek için kullandığımız kelimelerden tanımlamalara kadar, hastalığa yönelik geliştirilen her tavır önemlidir. Bu bağlamda kelimelerin gücüne dikkat çeken DSÖ, Covid-19’a yönelik kullanılan dilin damgalamayı besleyebileceğini belirterek, hastalığın tanımı ve hastalık sürecini tanımlamak için kullanılan vaka tanımı ve izolasyon gibi tariflerin yerli yerinde kullanılması gerektiğine özellikle vurgu yapıyor. Aksi takdirde test ve karantina gibi hayatî öneme sahip aşamaların zarar göreceğine vurgu yapan DSÖ, bu noktada medyaya da büyük görevler düştüğünü dile getiriyor.

Tüm dünyada Covid-19 ile yapılan mücadelede en önemli nirengi noktası olan DSÖ’nün uyarıları dikkate alınmalı ve hastalığa ilişkin yapılan tanımlamalarda hasta olan kişilere “Koronavirüs vakaları”, “Covid-19 kurbanları”, “Covid-19 aileleri” gibi damgalamaya sebebiyet verecek dilden uzak durulmalıdır.

Medya, toplumsal hâfızayı ve bu hâfızayı oluşturan kavramları inşâ eden en önemli araçtır ve bu nedenle süreç boyunca kullandığı dile son derece dikkat etmelidir. Çünkü salgınla mücadele sürecinde medyanın inşâ edeceği dil ve bu dilin oluşturacağı toplumsal hâfıza, mücadele sonrasında ortaya çıkması muhtemel damgalamayı etkileyecektir.

DSÖ, süreç sonunda damgalamanın önüne geçmek için mücadele döneminde yapılması ve yapılmaması gerekenleri yayınlarında anlatıyor.

İnfodemi damgalamayı doğurur

DSÖ, hastalığın herhangi bir coğrafî bölgeyle anlatılmasına şiddetle karşı çıkıyor. Hastalığın adının “Covid-19” olduğunun altını ısrarla çiziyor. DSÖ bu ismin alelâde seçilmediğini de söylüyor.

DSÖ, damgalamanın önüne geçmek için hastalığı tanımlarken şu şekilde bir yol izlemiş: Covid-19’daki “Co” Corona’dan geliyor. “Vi”, virüsten geliyor. “D”, hastalıktan geliyor. “19” ise, 2019’da ortaya çıktığını belirtmek için kullanılmış…

Anlaşılan DSÖ, hastalığı tanımlarken damgalamayı besleyecek bir terminolojinin oluşmaması için daha baştan önlemler almış; ama uygulamada terminolojiyi oluşturacak olan hastalığa yönelik medyanın, liderlerin ve kanaat önderlerinin kullanacağı dildir. O nedenle daha şimdiden Covid-19 sonrası için damgalamayı önleyecek bir dil kullanılmalıdır.

Ayrıca ileride damgalamaya neden olabilecek “felâket” ve “veba” gibi korkutucu tanımlamalardan uzak durulmalıdır.

Damgalamayı önlemek için virüse dair sürekli kötümser hikâyeler yerine hastalığı deneyimlemiş ve hastalığı yenmiş insanların hikâyelerinin kamuoyunda fazlasıyla yer verilmesi gerekir. Bu hem hastalığa dair korkuyu azaltır, hem de hastalığa dair damgalamaya sebebiyet verebilecek senaryoların önüne geçer. Bu noktada hastalığı deneyimlemiş insanların bilgilerinin medyada yayılmaması gerekmektedir. Çünkü bilgilerin yayılması, hastalığı deneyimleyen kişilerin hastalık sonrası yaşamlarında damgalanmalarına sebebiyet verebilir.

Covid-19’un yayılma hızından daha fazla, hastalığa dair komplo teorisi ve yalan yanlış bilgiler yayılıyor. Dünya Sağlık Örgütü bu durumu “infodemi” olarak tanımlıyor. DSÖ, infodeminin hem toplumda panik ve korku oluşturduğunu, hem hastalıkla mücadeleyi zorlaştırdığını, hem de damgalamayı tetiklediğini söylüyor. Bu nedenle özellikle sosyal medyada infodemiden uzak durulmalıdır. İnfodemiye hizmet edecek yayınlara itibar edilmemelidir.

Şunu da asla unutmamak gerekir ki, toplumsal kargaşa ve kaos oluşturmak isteyenler, infodemi oluşsun diye özel gayret sarf edebilirler. Özellikle bunların oluşturacağı infodemiye dikkat edilmelidir. 

UNICEF ve DSÖ yayınlarından faydalanarak özetlemeye çalıştığım “sosyal damgalama”, özellikle Covid-19 sonrasındaki sosyal yaşamı küresel düzeyde etkileyebilir. Onun için Covid-19 sonrası sosyal damgalamanın olmaması için daha şimdiden hepimize görevler düşüyor. Özelliklede toplumsal hâfızayı inşâ eden medyaya…