NEYLA,
Mektubuma
başlayacak olduğum hitaplardan birinin bu denli durgun olacağını neredeyse hiç
düşünmemiştim. Mektubuma böyle başlayışımın nedenini elbette biliyor olduğunu
düşündüğümü dile getirmekten geri duracağım; çünkü sen, senin adına yargılar
verilmesini katiyen sevmezsin.
Anlaşılmayı
ne denli arzuladığını biliyorum. Bunca zaman seni anlamak için çabaladım.
Biliyorum ki, sen de benim seni ne denli anladığımdan haberdarsın. Bu noktada
maalesef gözümden kaçan bir şey olmuş ki bu da anlaşılmayı arzulamanın, anlamayı
arzulamak anlamına gelmediğiymiş. Bir keresinde beni anlamak için çaba
gösterdiğini söylediğini ve bunu görüp görmediğimi sorduğunu ezberimde
hatırlıyorum. Göstermeyi benden gizlediğin bu çabanı sonraları göremediğim için
özür dilerim. Şimdileri yüzümde üzgün bir gülümseyiş doğuyor. Mutluluktan
ağlamayı bir kenara bırak, sen hiç üzgün gülümsedin mi?
İşte
böylece kendimi yeni yeni anlıyorum. Kendimi anlamak şöyle dursun, öncesinde
zaman zaman kendimi dinleyemediğim dahi oluyordu. Bu dinleyememe kimi vakitler
fazlaca işitmekten kaynaklanıyordu. Çokça ses duyuyordum. Birileri uzağımda,
birileri karşımda, bir diğerleri ise yanı başımda konuşuyordu. Biliyor musun,
bazen o uzun yollardan çıkageldikleri dahi olurdu. Bir yanım hayret ediyor
bunca uzun yola nasıl katlandıklarını anımsadıkça. Lâkin onları bu uzun yolun
nihayetinde karşılayanın da kendim olduğumu biliyorum.
“Nasılsın?”
diye sormayışım, nasıl olduğunu merak etmeyişimden değil. Artık sana dair pek
çok şeyi merak etmeyişimin aksine, gerçek anlamda nasıl olduğunu her daim önemseyeceğime
de eminim. Hep iyi olmanı diliyorum. Fakat artık yanı başında nasıl olduğunu
sormadan dahi her şeyin idrakinde ve hâlihazırda sana yardım etmeyi bekleyen
bir Leyan’ın varlığını göremiyorum. Lâkin sana rağmen, ne zaman yardım istersen
elbette Leyan yanında olacaktır. Bunu bil! Ben de bilmekteyim ki, ne zaman
ihtiyacım olursa, yardımını benden esirgemeyeceksin. Şükranları her ne kadar
önemsemesen dahi tüm yardımların için sana çokça teşekkür ederim. Bundan sonra
yardıma ihtiyaç duyduğumda yanı başına gidebileceğim bir senim kaldı mı, bunu
bilemiyorum.
Kendime
verdiğim sözleri ve ettiğim duâları hatırlıyorum. Belki de insanın dilediği şey
için duâ dahi edemiyor oluşunun sırcasına gizlenmiş bir sebebi vardır. Bunu şu
an için bilemeyeceğim. Fakat umduğumun sen olmadığını bir şekilde anladım. Sen
sandığım sen, sen değilmişsin. Benim için bunu kabul etmek nasıl kolay olduysa,
anlayabilmek öyle zordu. Sana rağmen seni anlamak, hayatımın Neyla’sının belki
de sen olmadığını anlamaktan çok daha ulaşılabilir bir gerçekti. Öyle ki,
birikmiş eski mektuplarımızı geçtiğimiz akşam yeniden okuyuverdiğimde, onları
yanlış kişiye göndermiş olup olamayacağımı düşündüm. Aylarca sandığın kişiyle
değil de bir başkasıyla mektuplaşmış olduğumu farz ettiğim anki hâlimi tahmin
edebilirsin. Üzerimde oldukça kötü bir his bıraktı. Ne yazık ki bunca zaman
sandığım kişi olan sen ile mektuplaşmış olsam dahi hissettiklerim nihayetinde
bu farz edişin sana tahmin ettirdiklerinden farksız oldu. Böyle olmasını hiç
istememiştim. Bu mektubu, sana ilk mektuplarımı yazarkenki hislerimle yazmayı
dilerdim. Her daim hatırla ki, böyle olmasını dileyen ben olmadığım gibi, böyle
olmasını sağlayan da ben değildim.
Bunu
bilmenin senin için muhtemelen neredeyse hiçbir kıymeti olmasa dahi sana rağmen
benim için hep çok kıymetli olacağını bu mektubumda dile getirmek istiyorum.
Bir mektubumda bildiğin üzere fikirlerinin benim için büyük bir önem arz
ettiğini kaleme almıştım. Sana rağmen fikirlerin, her daim benim için büyük bir
önem arz etmeyi sürdürecek. Akıl hocam olman dileğiyle dudaklarının arasından
süzülecek her bir sözcüğü özenle almaya devam edeceğim.
Bana
bu âna dek çokça şey öğrettin. Ne ara bana öğrettiklerinden vazgeçen sen oldun,
bunu bilemiyorum. Bana öğrettin ve sonraları bana öğrettiklerini yadırgadın.
Beni yanına aldın ve kendin yanımdan ayrıldın.
Bu
mektubumun öncekilerden çok daha kısa olduğunu da biliyorum. Bunun nedeni, sana
duyurmaya yetecek kelimelerimin kalmayışıdır. Bunlarıysa sana büyük bir
zorlukla yazmaktayım. Beni her zaman sevgiyle dinlemeni, mürekkebin koyuluğuyla
kâğıtta yayılan her bir sözcüğümü özenle okumanı dilerdim. “C’est la vie”
diyeceğim. Je suis désolé de ne pas avoir pu t'appeler chérie pour la dernière
fois ce soir. Comme je ne l'ai jamais dit, chérie!
Fakat
sana rağmen mektuplarımın hâlen inanmaya değeceğine dair olan inancımı
yitirmeyeceğim. Asla benim gibi göremeyecek olsan da, baktığında Neyla’yı
Beyoğlu Sineması’nda, vapurda, Ege’de bir kasabada, sahildeki kayalıklarda,
çiçeğin o yaprağında, yağmurun altında ve yanımda göreceksin. Onu aynada
göremediğin için çok üzgünüm. Denedim…
Şu
anda da olduğu gibi, söyleyecek bir şeyim her sonda vardı, mon chéri. J'ai
toujours été là pour toi, et je t'aimais. Eğer bana izin verseydin, seni daha
çok severdim. Sana veda etmenin zorluğu, mektubumun sonunda sertçe yüreğime
çarptı. Hep söyleyecek bir şeyin olsun ve söyle istedim. Keşkelerim, yalnızca
kalbimi acıtıyor.
Hoşça
kal! Peki, ya senin söyleyecek bir şeyin var mı?
Sevgilerimle,
Leyan.