İnanmaya değecek bir mektup (3)

Fakat sana rağmen mektuplarımın hâlen inanmaya değeceğine dair olan inancımı yitirmeyeceğim. Asla benim gibi göremeyecek olsan da, baktığında Neyla’yı Beyoğlu Sineması’nda, vapurda, Ege’de bir kasabada, sahildeki kayalıklarda, çiçeğin o yaprağında, yağmurun altında ve yanımda göreceksin. Onu aynada göremediğin için çok üzgünüm. Denedim…

NEYLA,

Mektubuma başlayacak olduğum hitaplardan birinin bu denli durgun olacağını neredeyse hiç düşünmemiştim. Mektubuma böyle başlayışımın nedenini elbette biliyor olduğunu düşündüğümü dile getirmekten geri duracağım; çünkü sen, senin adına yargılar verilmesini katiyen sevmezsin.

Anlaşılmayı ne denli arzuladığını biliyorum. Bunca zaman seni anlamak için çabaladım. Biliyorum ki, sen de benim seni ne denli anladığımdan haberdarsın. Bu noktada maalesef gözümden kaçan bir şey olmuş ki bu da anlaşılmayı arzulamanın, anlamayı arzulamak anlamına gelmediğiymiş. Bir keresinde beni anlamak için çaba gösterdiğini söylediğini ve bunu görüp görmediğimi sorduğunu ezberimde hatırlıyorum. Göstermeyi benden gizlediğin bu çabanı sonraları göremediğim için özür dilerim. Şimdileri yüzümde üzgün bir gülümseyiş doğuyor. Mutluluktan ağlamayı bir kenara bırak, sen hiç üzgün gülümsedin mi?

İşte böylece kendimi yeni yeni anlıyorum. Kendimi anlamak şöyle dursun, öncesinde zaman zaman kendimi dinleyemediğim dahi oluyordu. Bu dinleyememe kimi vakitler fazlaca işitmekten kaynaklanıyordu. Çokça ses duyuyordum. Birileri uzağımda, birileri karşımda, bir diğerleri ise yanı başımda konuşuyordu. Biliyor musun, bazen o uzun yollardan çıkageldikleri dahi olurdu. Bir yanım hayret ediyor bunca uzun yola nasıl katlandıklarını anımsadıkça. Lâkin onları bu uzun yolun nihayetinde karşılayanın da kendim olduğumu biliyorum.

“Nasılsın?” diye sormayışım, nasıl olduğunu merak etmeyişimden değil. Artık sana dair pek çok şeyi merak etmeyişimin aksine, gerçek anlamda nasıl olduğunu her daim önemseyeceğime de eminim. Hep iyi olmanı diliyorum. Fakat artık yanı başında nasıl olduğunu sormadan dahi her şeyin idrakinde ve hâlihazırda sana yardım etmeyi bekleyen bir Leyan’ın varlığını göremiyorum. Lâkin sana rağmen, ne zaman yardım istersen elbette Leyan yanında olacaktır. Bunu bil! Ben de bilmekteyim ki, ne zaman ihtiyacım olursa, yardımını benden esirgemeyeceksin. Şükranları her ne kadar önemsemesen dahi tüm yardımların için sana çokça teşekkür ederim. Bundan sonra yardıma ihtiyaç duyduğumda yanı başına gidebileceğim bir senim kaldı mı, bunu bilemiyorum.

Kendime verdiğim sözleri ve ettiğim duâları hatırlıyorum. Belki de insanın dilediği şey için duâ dahi edemiyor oluşunun sırcasına gizlenmiş bir sebebi vardır. Bunu şu an için bilemeyeceğim. Fakat umduğumun sen olmadığını bir şekilde anladım. Sen sandığım sen, sen değilmişsin. Benim için bunu kabul etmek nasıl kolay olduysa, anlayabilmek öyle zordu. Sana rağmen seni anlamak, hayatımın Neyla’sının belki de sen olmadığını anlamaktan çok daha ulaşılabilir bir gerçekti. Öyle ki, birikmiş eski mektuplarımızı geçtiğimiz akşam yeniden okuyuverdiğimde, onları yanlış kişiye göndermiş olup olamayacağımı düşündüm. Aylarca sandığın kişiyle değil de bir başkasıyla mektuplaşmış olduğumu farz ettiğim anki hâlimi tahmin edebilirsin. Üzerimde oldukça kötü bir his bıraktı. Ne yazık ki bunca zaman sandığım kişi olan sen ile mektuplaşmış olsam dahi hissettiklerim nihayetinde bu farz edişin sana tahmin ettirdiklerinden farksız oldu. Böyle olmasını hiç istememiştim. Bu mektubu, sana ilk mektuplarımı yazarkenki hislerimle yazmayı dilerdim. Her daim hatırla ki, böyle olmasını dileyen ben olmadığım gibi, böyle olmasını sağlayan da ben değildim.

Bunu bilmenin senin için muhtemelen neredeyse hiçbir kıymeti olmasa dahi sana rağmen benim için hep çok kıymetli olacağını bu mektubumda dile getirmek istiyorum. Bir mektubumda bildiğin üzere fikirlerinin benim için büyük bir önem arz ettiğini kaleme almıştım. Sana rağmen fikirlerin, her daim benim için büyük bir önem arz etmeyi sürdürecek. Akıl hocam olman dileğiyle dudaklarının arasından süzülecek her bir sözcüğü özenle almaya devam edeceğim.

Bana bu âna dek çokça şey öğrettin. Ne ara bana öğrettiklerinden vazgeçen sen oldun, bunu bilemiyorum. Bana öğrettin ve sonraları bana öğrettiklerini yadırgadın. Beni yanına aldın ve kendin yanımdan ayrıldın.

Bu mektubumun öncekilerden çok daha kısa olduğunu da biliyorum. Bunun nedeni, sana duyurmaya yetecek kelimelerimin kalmayışıdır. Bunlarıysa sana büyük bir zorlukla yazmaktayım. Beni her zaman sevgiyle dinlemeni, mürekkebin koyuluğuyla kâğıtta yayılan her bir sözcüğümü özenle okumanı dilerdim. “C’est la vie” diyeceğim. Je suis désolé de ne pas avoir pu t'appeler chérie pour la dernière fois ce soir. Comme je ne l'ai jamais dit, chérie!

Fakat sana rağmen mektuplarımın hâlen inanmaya değeceğine dair olan inancımı yitirmeyeceğim. Asla benim gibi göremeyecek olsan da, baktığında Neyla’yı Beyoğlu Sineması’nda, vapurda, Ege’de bir kasabada, sahildeki kayalıklarda, çiçeğin o yaprağında, yağmurun altında ve yanımda göreceksin. Onu aynada göremediğin için çok üzgünüm. Denedim…

Şu anda da olduğu gibi, söyleyecek bir şeyim her sonda vardı, mon chéri. J'ai toujours été là pour toi, et je t'aimais. Eğer bana izin verseydin, seni daha çok severdim. Sana veda etmenin zorluğu, mektubumun sonunda sertçe yüreğime çarptı. Hep söyleyecek bir şeyin olsun ve söyle istedim. Keşkelerim, yalnızca kalbimi acıtıyor.

Hoşça kal! Peki, ya senin söyleyecek bir şeyin var mı?

Sevgilerimle,

Leyan.