İnanılmaz dünya ve kelimeler aşkına

Siyâsî, sosyal, bireysel hayat, tüm bunları idealize ve inşâ ederken kullandığımız sözcüklerimizle, olan ve olması gereken arasında sa’y ederken, “bölünmek” ve “parçalanmak” cinsinden yeni kavramlar türetip ayağımıza bağ yapıyoruz. Ürettiğimiz terimlerin gücü bizi birleşmeye davet etmiyor, aksine ayrıştırıyor.

“DÜNYA inanılmazdır!”

Dünyanın inanılmaz olduğuna kesinkes inanmış birinin, Besmele’den hemen sonra alelacele kurduğu iki kelimelik tek cümleyi buraya olduğu gibi aktarmalıyım şimdi. “Çünkü”sü var mı bilmem ama açıklama ihtiyacını hissederim içimde, en derinlerde ki ben de dünyanın sahiden “inanılmaz” olduğuna inanmışlardanım.

Türlü bahaneler yahut daha doğru bir ifadeyle “vesilelerle” başlayan hayat serüveninde insanoğlu, Âdem’den başlayan yazgısını kaleme almaya çalışsa, karşısında hakikî kelimeleri bulurdu nihayetinde: “Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

İlâhî sözün tükenmediği bu sofrada biz, insanoğlunun söylenmiş her şeyin üstesinden gelebileceği yanılgısı ile diğer yandan da kendi kendini bataklığa saplamış hareketsizliği arasında bocalarken, kelimelerimizi bu inanılmaz dünyanın ortasında bir yerde nasıl ve niçin harcadığımızın gerçekten farkında mıyız?

Gürültü, yaşamın olmazsa olmazı. Çekişme hâli ve üstünlük iddiası toprak ve ateş yaratıldığından beridir kucağımızda bizim. Bu iddianın mânâ boyutu ölçülemezse de eşya cinsinden bir kurgusu olmak zorundadır. Bakınız, yazar ekliyor sahifelerine; böyle güzel cümle kurulmaz olsun, madem bana nasip olmadı bu kelimeleri bir araya getirmek, tırnak içinde aktaralım o hâlde: “Şeytan, ateşine güvenip kibirlendiği için, o güvendiği şeyle (ateş) cezalandırılacağı yazıyor Kur’ân-ı Kerîm’de. Hazreti Âdem, yaratıldığı toprağa güvenip kibirlenseydi, büyük ihtimâlle cehennemi bataklık olarak bilecektik.”

Sözcükler de hep bu gürültünün içerisinden doğuyor doğmasına ama belli bir süre büyüdükten sonra ergenlikte takılıveriyorlar. Bulûğ çağını geçemeyen kelimelerin bu hengâme içinde ardı ardına dudaklarımızdan dökülüşüne şahitlik ederken, diğer yandan yaşananların pençesinde bir oraya, bir buraya savruluyoruz biz de.

Siyâsî, sosyal, bireysel hayat, tüm bunları idealize ve inşâ ederken kullandığımız sözcüklerimizle, olan ve olması gereken arasında sa’y ederken, “bölünmek” ve “parçalanmak” cinsinden yeni kavramlar türetip ayağımıza bağ yapıyoruz. Ürettiğimiz terimlerin gücü bizi birleşmeye davet etmiyor, aksine ayrıştırıyor. “-Öteki- kavramı entelektüelin İsviçre çakısıdır. Çok kullanışlıdır. Tartışma açmaya, ahkâm kesmeye yarar.” Bakınız, bir inanılmazlık daha!

Yaşamak kelimeler üzerine inşâ edilmiştir ve kimse çaktırmıyor olsa da herkes bu durumun çok iyi farkındadır. Tüm hayat tecrübesi, Âdem’den Nuh’un gemisine, tüm o kurtuluş ahalisinden bize değin aktarılan birikimin kavramlar üzerine inşâ edilmiş olduğu bu denli ortadayken, meydan dövüşünden geri mi kalacağız, yoksa görmezden mi geleceğiz? Daha iyi bir fikri olan beri gelsin! Ama bana kalırsa, çözüm ikisinden de geçmez.

Ve bir kez daha tekrar ederim ki, kelimeler kadar “Dünya ‘da’ inanılmazdır”…