İnancın ışığında mutlu olabilmek için teslimiyet ve tevekkül

Sabah aç uyanan kuşları akşam evine tok gönderen, rızkımızın kefili olan Allah’a tevekkül etmek varken, maddiyatın mânâya tercih edilmesi ve bunun netîcesinde mânevî değerlerin arka sıralara itilmesi, mutluluğun bir kelebeğin ömrü kadar kısa olmasının yegâne sebebidir.

“HASBÜNALLAHÜ ve ni’mel Vekîl”, ne güzel duâdır! Anlamı “Allah bize yeter, O ne güzel Vekildir” demektir. Yaratılmışların en kıymetlisi insanoğlu, yaptığı her işte, başa gelen her sıkıntıda, başlanacak her işte Hakk’ın rolünü görmelidir; O’na hürmet etmenin yoludur bu duâ. Yüce Allah’ın Vekilliği ile işler yoluna girer ve kolaylaşır. Sıkıntılı gönüller ferahlık bulur.

Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav) bir hadisinde, (rivayete göre,) “Sizlerden herhangi biri düşmanla karşılaşma, belâ, sıkıntı, keder, elem gibi olayda ‘Hasbünallahü ve ni’mel Vekîl’ duâsını okusun! Allah, içinde bulunduğunuz bu durumdan sizi uzaklaştıracaktır” buyurmuştur. Tıpkı İbrahim’in (as) yaptığı gibi…

Allah’a tam bir güven içinde bulunan Hazreti İbrahim, ateşe atılacağı sırada da aynı teslimiyet içerisinde, “Allah bana yeter, O ne güzel Vekildir” diyerek sadece Allah’tan yardım beklediğini dile getiriyordu.

Teslimiyetin temsil noktasında belki de en büyük örnek, Hazreti Hacer’in ıssız Mekke vadisinde evlâdı Hazreti İsmail’i bir başına bırakarak Safa İle Merve tepeleri arasında su aramak için koşmasıdır. Çölün ortasında bir bebekle yapayalnız kaldığında Allah’a sığınıp teslim olmasıyla varılan netîce, yüzyıllardır tüm inananlar için âdeta hayat kaynağı olan “Zemzem” suyunun çıkışıdır. İşte bir anne için tarifi olmayan mutluluk budur!

Rabbimizin güç ve kudretinin sonsuzluğunun farkına vararak buyruklarına teslim olmak, gerçek mutluluğa giden yoldur. Zaman zaman “mutluluğun formülü” başlığı altında paylaşımlara denk gelmişliğimiz vardır. Mutluluğun belli bir çerçevesi yoktur ve değişkendir. Herkes kendi baktığı pencereye, içinde bulunduğu duruma, yaşadığı hayata ve meşrebine göre tanımını yapar mutluluğun. Herkes kendine göre kelimelerle bu tarifi yapsa da, herkesi mutlu edecek şeyler çeşitlilik gösteriyor gibi görünse de, genellikle her defasında benzer cevaplarla karşılaşmamız olasıdır. “Başarılı olmak, para sıkıntısı olmadan yaşamak, sevdiklerimizle bir arada olmak, istediğimiz şeylere sahip olmak” gibi şeylerle liste bu şekilde uzar gider. Bütün bunların en başında ise “sağlıklı olmak” ifadesi vardır. Özellikle geçen yıldan bu yana ne çok telâffuz eder olduk bu ifadeyi. Uzun sohbetlerin bitiş noktası oluveriyor sağlık. Çünkü bir yıldan bu yana, bugüne kadar farkına varmadan ötelediğimiz “aciz” kelimesi ile yüzleştik.

Özellikle ilk zamanlarda sadece adından başka detayına vâkıf olamadığımız bir hastalık, hayat karşısında elimizi kolumuzu bağladı, öylece bekledik. Hâlâ bekliyoruz. Zor bir imtihandan geçiyoruz belli ki. Lâkin bu zor zamanlarda mümin olarak, Allah’a ve Peygamberimize olan inancımızın ışığında teslimiyet gösterdik. Her imtihanda olduğu gibi Fatihâ’nın dördüncü âyetiyle, “Yalnız Sana ibadet eder, yalnız Senden yardım dileriz” diyerek kalplerimize gelecek huzuru aramaya koyulduk. Ve bu teslimiyet, tevekkülü getirdi. Kalpler Allah’tan başka her şeyden sıyrılıp yalnız Allah’a güvenerek O’na yöneldi. Evlerde kalırken aslında “tevekkül” denilen sığınağa saklanarak kendimizi ve etrafımızı mutlu ettik. Aynı zamanda tevekkül, bir işte/olayda gereken tedbiri aldıktan sonra sonucu Allah’a havale etmektir. Bu bilinçle, içinden geçtiğimiz bu salgın günlerinde tedbirleri elden bırakmadık, bırakmayacağız.

Mademki dünya hayatı biz insanoğlunun eğitim süreci ve tüm zorluklar da imtihan için yaratıldı, bize düşen, karşılaştığımız zorlukların bizim için birer arınma sebebi olduğu bilinciyle hareket ederek mutlu olmaktır. Mevlâna’nın güzel ifadesiyle, sopayla kilime vurmaktan gaye, tozunu almaktır. Tevekkülün özü, kişinin kendini her durumda Allah’ın takdirine teslim ederek O’ndan gelene rızâ göstermesi değil midir?

Yeni bir güne uyandık ve baktık ki, ayaklarımız tutuyor, gözlerimiz görüyor, kulaklarımız işitiyor, ciğerlerimiz, böbreklerimiz çalışıyor. Hamd edip mutlu olmak varken, niye isyan ederiz ki? Yoksa her istediğimizi elde edemediğimiz için mi? Ya da mutsuzluk kaynağımız olarak doyuramadığımız açlığımızın sebebi, Allah’ın gönderdiği İlâhî ışıktan uzaklaşmamız olabilir mi? Rızık endişesi mi bizi mutsuz eden, garanticiliğe sevk eden? Garanticilikte dünyaya güvenir insan. Dünya kendi etrafında dönmek için Yaratıcıya muhtaç iken, dünyaya güvenmek de neyin nesi?

Sabah aç uyanan kuşları akşam evine tok gönderen, rızkımızın kefili olan Allah’a tevekkül etmek varken, maddiyatın mânâya tercih edilmesi ve bunun netîcesinde mânevî değerlerin arka sıralara itilmesi, mutluluğun bir kelebeğin ömrü kadar kısa olmasının yegâne sebebidir. Mutluluk için endişeyi tevekküle, tatminsizliği hamda dönüştüren kodlar lâzım biz insanoğluna. Bu kodlar, hayatın anlamında ve dünyaya geliş nedenimizde saklı. Bunu idrak ettiğimiz vakit yakaladığımız huzur ve ferahlık, mutluluğun ta kendisidir!

Millî Marşımızı ülkemize kazandıran Millî Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy, “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol;/ Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” diyerek ne güzel söylemiştir.

Sağlığınız da, keyfiniz de daim olsun!