“HASBÜNALLAHÜ ve ni’mel Vekîl”,
ne güzel duâdır! Anlamı “Allah bize yeter, O ne güzel Vekildir” demektir.
Yaratılmışların en kıymetlisi insanoğlu, yaptığı her işte, başa gelen her
sıkıntıda, başlanacak her işte Hakk’ın rolünü görmelidir; O’na hürmet etmenin yoludur
bu duâ. Yüce Allah’ın Vekilliği ile işler yoluna girer ve kolaylaşır. Sıkıntılı
gönüller ferahlık bulur.
Peygamberimiz
Hazreti Muhammed (sav) bir hadisinde, (rivayete göre,) “Sizlerden herhangi biri
düşmanla karşılaşma, belâ, sıkıntı, keder, elem gibi olayda ‘Hasbünallahü ve ni’mel
Vekîl’ duâsını okusun! Allah, içinde bulunduğunuz bu durumdan sizi
uzaklaştıracaktır” buyurmuştur. Tıpkı İbrahim’in (as) yaptığı gibi…
Allah’a
tam bir güven içinde bulunan Hazreti İbrahim, ateşe atılacağı sırada da aynı
teslimiyet içerisinde, “Allah bana yeter, O ne güzel Vekildir” diyerek sadece Allah’tan
yardım beklediğini dile getiriyordu.
Teslimiyetin
temsil noktasında belki de en büyük örnek, Hazreti Hacer’in ıssız Mekke
vadisinde evlâdı Hazreti İsmail’i bir başına bırakarak Safa İle Merve tepeleri
arasında su aramak için koşmasıdır. Çölün ortasında bir bebekle yapayalnız
kaldığında Allah’a sığınıp teslim olmasıyla varılan netîce, yüzyıllardır tüm
inananlar için âdeta hayat kaynağı olan “Zemzem” suyunun çıkışıdır. İşte bir
anne için tarifi olmayan mutluluk budur!
Rabbimizin
güç ve kudretinin sonsuzluğunun farkına vararak buyruklarına teslim olmak,
gerçek mutluluğa giden yoldur. Zaman zaman “mutluluğun formülü” başlığı altında
paylaşımlara denk gelmişliğimiz vardır. Mutluluğun belli bir çerçevesi yoktur
ve değişkendir. Herkes kendi baktığı pencereye, içinde bulunduğu duruma, yaşadığı
hayata ve meşrebine göre tanımını yapar mutluluğun. Herkes kendine göre
kelimelerle bu tarifi yapsa da, herkesi mutlu edecek şeyler çeşitlilik
gösteriyor gibi görünse de, genellikle her defasında benzer cevaplarla karşılaşmamız
olasıdır. “Başarılı olmak, para sıkıntısı olmadan yaşamak, sevdiklerimizle bir
arada olmak, istediğimiz şeylere sahip olmak” gibi şeylerle liste bu şekilde
uzar gider. Bütün bunların en başında ise “sağlıklı olmak” ifadesi vardır. Özellikle
geçen yıldan bu yana ne çok telâffuz eder olduk bu ifadeyi. Uzun sohbetlerin
bitiş noktası oluveriyor sağlık. Çünkü bir yıldan bu yana, bugüne kadar farkına
varmadan ötelediğimiz “aciz” kelimesi ile yüzleştik.
Özellikle
ilk zamanlarda sadece adından başka detayına vâkıf olamadığımız bir hastalık,
hayat karşısında elimizi kolumuzu bağladı, öylece bekledik. Hâlâ bekliyoruz.
Zor bir imtihandan geçiyoruz belli ki. Lâkin bu zor zamanlarda mümin olarak, Allah’a
ve Peygamberimize olan inancımızın ışığında teslimiyet gösterdik. Her imtihanda
olduğu gibi Fatihâ’nın dördüncü âyetiyle, “Yalnız Sana ibadet eder, yalnız
Senden yardım dileriz” diyerek kalplerimize gelecek huzuru aramaya koyulduk. Ve
bu teslimiyet, tevekkülü getirdi. Kalpler Allah’tan başka her şeyden sıyrılıp
yalnız Allah’a güvenerek O’na yöneldi. Evlerde kalırken aslında “tevekkül” denilen
sığınağa saklanarak kendimizi ve etrafımızı mutlu ettik. Aynı zamanda tevekkül,
bir işte/olayda gereken tedbiri aldıktan sonra sonucu Allah’a havale etmektir. Bu
bilinçle, içinden geçtiğimiz bu salgın günlerinde tedbirleri elden bırakmadık,
bırakmayacağız.
Mademki
dünya hayatı biz insanoğlunun eğitim süreci ve tüm zorluklar da imtihan için
yaratıldı, bize düşen, karşılaştığımız zorlukların bizim için birer arınma
sebebi olduğu bilinciyle hareket ederek mutlu olmaktır. Mevlâna’nın güzel ifadesiyle,
sopayla kilime vurmaktan gaye, tozunu almaktır. Tevekkülün özü, kişinin kendini
her durumda Allah’ın takdirine teslim ederek O’ndan gelene rızâ göstermesi değil
midir?
Yeni
bir güne uyandık ve baktık ki, ayaklarımız tutuyor, gözlerimiz görüyor, kulaklarımız
işitiyor, ciğerlerimiz, böbreklerimiz çalışıyor. Hamd edip mutlu olmak varken,
niye isyan ederiz ki? Yoksa her istediğimizi elde edemediğimiz için mi? Ya da mutsuzluk
kaynağımız olarak doyuramadığımız açlığımızın sebebi, Allah’ın gönderdiği İlâhî
ışıktan uzaklaşmamız olabilir mi? Rızık endişesi mi bizi mutsuz eden, garanticiliğe
sevk eden? Garanticilikte dünyaya güvenir insan. Dünya kendi etrafında dönmek için
Yaratıcıya muhtaç iken, dünyaya güvenmek de neyin nesi?
Sabah
aç uyanan kuşları akşam evine tok gönderen, rızkımızın kefili olan Allah’a
tevekkül etmek varken, maddiyatın mânâya tercih edilmesi ve bunun netîcesinde
mânevî değerlerin arka sıralara itilmesi, mutluluğun bir kelebeğin ömrü kadar
kısa olmasının yegâne sebebidir. Mutluluk için endişeyi tevekküle,
tatminsizliği hamda dönüştüren kodlar lâzım biz insanoğluna. Bu kodlar, hayatın
anlamında ve dünyaya geliş nedenimizde saklı. Bunu idrak ettiğimiz vakit
yakaladığımız huzur ve ferahlık, mutluluğun ta kendisidir!
Millî
Marşımızı ülkemize kazandıran Millî Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy, “Allah’a dayan,
sa’ye sarıl, hikmete râm ol;/ Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol” diyerek
ne güzel söylemiştir.
Sağlığınız
da, keyfiniz de daim olsun!