AZ sonra
okuyacağınız yaşadıklarımı siz de yaşamış olabilir ve benzer veya daha güzel
testler geliştirmiş olabilirsiniz diye size bunları anlatmak istiyorum. İnşallah
imkân olur, sizin anlattıklarınızı da ben öğrenirim ve birlikte daha iyiye
yelken açmış oluruz.
Şimdi,
ilk testi kendime yapmak istiyorum. İsterseniz siz de kendinize yapın. İtikadî
konulara girmeden evvel basitten gidelim…
Az
önce yazdığım şu cümleyi inanarak mı, yoksa cümlemin sizin tarafınızdan kabul
edilebilirliğini yükseltmek için mi yazdım? Yani aksi hâlde öyle bir şeye
inanmıyor muyum, bilmek isterim: “İnşallah imkân olur, sizin anlattıklarınızı da
ben öğrenirim ve birlikte daha iyiye yelken açmış oluruz.”
Bu
cümleyi yazarken, “Öyle bir şey olmaz ama olsa fena da olmaz” diye düşünmüş
olabilir miyim? Belki, “Fikri bile güzel” diye düşünmüş olabilirim. Belki de
enine boyuna düşünmeden heves etmiş olabilirim. Yahut şöyle bir inançla
söylemiş olabilirim: “Yaşadığım tecrübelerden de anlıyorum ki, bir yazıda
gündeme getirmiş olduğum konuyu okuyan biriyle imkân oldu da konuşabilmiştik.
Meğer onda da harika fikirler varmış. Çok istifade ettim. İnsan için bu kadar
kritik bir konuda keşke böyle bir şey daha denk gelse de daha iyi seviyeye
gelebilsem…”
Kendimi
yokladığımda bu son cümle kapsamında söylemiş ve yazmışım. Çünkü buna benzer
olaylar yaşadığım için onun damağımda kalan tadının tesiriyle inanarak
söylediğimi hissediyorum.
Yukarıdaki
cümleler, aslında içimden geçen ifadeler… Bu cümleleri yazmam için beni hiç
kimse zorlamadı. Peki, ben bu testi kendime niye yaptım ve size yazdım?
Özellikle
de inanç meselesi, tamamen iç dünyamızla ilgilidir. Siz söylemezseniz veya
ipucu vermezseniz hiçbir şekilde başkaları anlayamaz. Eğer varlığına ve iç
dünyanızdakileri bildiğine inanıyorsanız, bir Allah bilir, bir de siz. Bu ikisi,
hattâ sadece siz bile bildiğinize inansanız, bu yeterli değil midir zaten? Ben
de bu cümleleri sadece size yazıyorum. Şu an aramızda kimse yok. Belki bu
satırları okuduğunuzu sizden başkası bilmiyor. O hâlde niye size yazıyorum?
Kısaca anlatıp itikadî testlerime geçeyim…
İnandığım
şeyleri söylemediğim veya inanmadığım şeyleri söylediğim zaman kendimi
tutarsız, değersiz, acayip, kötü ve huzursuz hissediyordum. Niye kötü
hissettiren bir şeyi yaptığıma anlam veremedim. Aslında kimsenin içimdekini
bilmemesini kötüye kullanabilme fırsatı beni bu yanlışa itmişti. İçimdekiyle
söylediklerimin aynı olmasının ne mahsuru olabilirdi ki? Söyleyeceğim
doğruların sonuçlarından korkuyorsam, en kötü ihtimâlle susuverirdim, olur biterdi.
Sonra inandığım fikir, duygu veya her ne ise onları söylemeye başladım.
Yapabildiğime inanamadım. Çocuklar gibi şendim ve anladım ki, kendimle ilgili
bir algıyı yendim. Madem bu kadar mutluluk ve huzur veren bir şeydi bu, burada
bırakır mıydım? Hemen ardından iç dünyamda yaşadıklarımı netleştirmeye gitme
sürecine girdim: “Gerçekten öyle mi inanıyorum, yoksa öyle ezberlediğim için
öyle inandığımı mı sanıyordum?”
İşte
tam bu sırada itikadî meseleler devreye girdi!
Allah’ın
beni her an için gördüğüne, her an için benden haberdar olduğuna inanıyor
muydum, yoksa bu, benim için sadece bir ezber miydi? Ne acıdır ki, bir
ezbermiş. Bu sefer tersine bir temizlik başladı. Yani bu ezberden kurtulup
inancımı güçlendirmeye başladım. Şu anda bu yazıyı yazıyorum ya, Allah da bunun
farkında, bunu biliyor ve bundan haberdar. Peki, sadece seyrediyor mu? Elbette
hayır! Ben Allah’tan niyetimin beğenilmesini, bir menfaat karşılığında
doğruların, inandıklarımın yerine yanlış yazmaktan beni korumasını, meramımı
tam olarak anlatabilmem için ifade gücü vermesini diliyorum. Dilemek benden,
eylemek Allah’tan. Daha önce yeteri kadar çaba sarf edip müktesebat meydana
getirmediğim için belki, o lûtfa mazhar olamayacağım. Böyle bir dilekte bulunma
imkânım varken, niye bulunmayayım ki? Bakarsınız, bundan sonrası için
müktesebat imkânları nasip eder…
Bu
süreçte, dikkat ettiniz mi bilmiyorum, iki test sorum var:
1.
İnanıyor muyum, yoksa o sadece bir ezber mi?
2.
İnanıyorsam, söz ve davranışlarımla, duygu ve düşüncelerimle o inancım paralellik
gösteriyor mu? (Yani Allah’ın hem beni gördüğünü düşüneceğim, hem de öyle bir
şey olmuyormuş gibi düşünüp, konuşup davranacağım. O zaman bu test sonucu
olumsuz olur.)
Bunu
her an için yapmak mümkün: Âhirete inanıyor muyum ve gereğini yerine getiriyor
muyum? Bu işi yaparken kullandığım yöntemin en iyi yöntem olduğuna inanıyor
muyum? İnsanların değerli olduğuna inanıyor muyum? Corona için üzerime düşeni
yaptığıma inanıyor muyum? Ailem, arkadaşlarım, akrabalarım, dostlarım,
komşularım için inandıklarım ve inandığımın gereğini yapıp yapmadıklarım neler?
Ülkem, partim, derneğim, vakfım, mensubu olduğum şehir için inanç ve gereği ne?
Test
sonucu her zaman olumlu değil ama içimi temizlemeye devam ediyorum. İnşallah
bir gün o testten belki de 100 alırım.
Bu
test sürecinde komik hâller de yaşamıyor değilim. Mutfakta kendime çay koydum
ve çalışma masama getiriyorum. Başlıyor test işlemleri… Şimdi gerçekten tevekkül
ediyor muyum? İçimden bir ses diyor ki, “Ulan oğlum, ne tevekkülü? Alt tarafı
bardağa çay koyup odadaki masaya götürme işlemi… Burada tevekküle ne gerek
var?”. Diğer ses kendi kendine konuşuyor: “Evet, sen üzerine düşeni yaptın.
Çayı demlemişsin. Bardağa koymakla ilgili beceriyi kazanmışsın. Mutfakla masa
arasında gözü kapalı gidip gelebiliyorsun. Tevekkül mevekkül deyip de
abartmasan mı acaba?”
İçimde
bu müzakereler devam ederken, bardağı tuttuğum elim, kapının köşesine hafifçe
takılıveriyor. Sıcak çay elime dokununca elim daha da sarsılıyor, o sarsıldıkça
çay daha da dökülüyor. Anlayacağınız, elim hafif yanık, çayın yarısı yerde,
bardağın yarısı da havada... Sonra içimdeki seslerden ilki, “Canım bu sefer
kapıyı hesaba katmadın. Bir dahaki sefere hesaba katarsın ve tevekküle
mevekküle ihtiyacın kalmaz” diyor. Diğer ses, ağzı yanmış bir şekilde başlıyor
konuşmaya: “Yok yok! Ne kadar üzerine düşeni yaparsan yap, kâinattaki tüm değişkenleri
kontrol edemezsin. Hattâ değişkenlerin tamamını bilemezsin. Senin ilmin cüz’îdir…
Bir daha, ‘Ben her şeyi biliyorum, her türlü yapılması gerekeni yapıyorum’ gibi
enaniyete kapılmak türü tuzaklara düşmemek lâzım.”
Tabiî
içimdeki bu iki ses birbiriyle muhabbet ederken, ben geri dönüp bardağı tezgâha
koyuyor ve elimde bezle dökülen çayı temizliyorum. Kendi kendime kızıyorum:
Çayı döktüğüme mi, çay içemediğime mi, işimin gecikmesine mi, yoksa inancımın
hâlâ falso vermesine mi yanayım? Yap üzerine düşeni, et tevekkülünü, iç çayını!
Ne karıştırıyorsun ortalığı?
Dilerim
benimkinden daha güzel muhasebeler yapar, yaşadığımdan daha lâtif, hoş
duygular, huzur ve mutluluklar yaşarsınız. Bunların doğru fiiller olduğuna,
sonuçlarının da bunun gibi şeyler olacağına inanıyorum. Bu yüzden de söylemek,
temenni etmek istedim…