
VİCDANLIYSANIZ, adil olma çabanız varsa, kulluk makamınızdan seyredip hayatı vatandaşlık şuuru ile yaşıyorsanız, çok kitap (!) okuyorsanız, hâlâ öğrenmeye açıksanız ve etrafınızda, vatanınızda, dünyada olup bitenler sizi ilgilendiriyorsa, rahatsızsınız!
Her imkâna sahip olmanıza rağmen, sağlık ve afiyette olduğunuz hâlde içinizde tarifi imkânsız bir gayretle birlikte hazin bir üzüntü kol geziyorsa, sizi anlıyor ve kendim gibi biliyorumdur. Bizler rahatsızız!
Tabip değilim, tıbbî cihazları bırakın, sizi farklı şehirlerde olduğumuzdan göremiyorum bile. Tahlil ve tetkiklere ihtiyaç duymadan rahatsız olduğumdan, rahatsız olduğunuzdan eminim.
Kalbi inançla çarpan, aklı denge ile muvazene kuran, ruhunda ukba tahayyülü ile tir tir titreyen, bedeni dünya nimetlerinden istifade ederken meşruiyeti esas alan insanın ahir zamanda Bâtı/l’ın tüm dünyaya servis ettiği kötülüklerle yüzleşirken rahat olması mümkün olamayacağından, rahatımızdan feragat ettiğimize dair bir tespittir bu.
Büyüklerimiz de “dünyanın çivisi çıktı”ğından söz ederlerdi. Böyle söylerken inanç zafiyetini, ahlâk asimilasyonunu, pahalılık çokluğunu, erdemlerin zayıflığını kastederlerdi. Şimdiki zamanda dünya yerinde duruyor olsa da insanlık yaratılış gayesini, varlık bilincini, inisiyatif yetkisini ve karar alma mekanizmasını gıda, moda, teknoloji gibi alanları koordine eden bâtıl güçlere rehin vererek tüketim terörüne boyun eğmiş durumda. Dünyayı mıhlasak ne fayda!
Tüm dünya bu terörün hegemonyası altında köleleştirildiğinin farkına varmadığı gibi, İslâm coğrafyalarında da bu furyanın tesirine kapılarak inancıyla örtüşüp örtüşmediğini sorgulayan kişi sayısı azalıyor. Müminler müstesna!
Keza ülkemizde de insan manzaralarına hepimiz tanık oluyoruz; sosyal hesaplar üzerinden yaşamak prosedürünü “onlar ne diyorsa öyle olma zorunluluğu” ile kurgulayan kimileri, Batı/lın kurguladığı üzerinden kurguladıkları hayat manifestolarına iman edercesine sadık kalıyorlar. Çünkü kimilerimiz “insan” olmaklığını unuttuğunda menfaatperest, dünyaperest, para ve makam gibi tuzaklara düşecek kadar putperest olmaklığın vebalinden bîhaber. İnanç merkezli, saadet indeksli (!) bir “yaşamak” düşlenmediğinde tüketim sarhoşluğu ve şeylerin (eşya-madde) boyunduruğu altında masumların “ah”larını düşünmeyen ipoteklenmiş hayatlarının farkında olamayan kitleler “her hakları mahfuz” tepkileriyle kendilerini kutsuyorlar. İşgal altındaki coğrafyalarda Müslüman çocuklar bir kurşun masalıyla Cennet’e uçuyor, kimlerin umurunda?
Dünya şeytanın buyruğuna girmiş hâlde Müslüman soykırımlarını mahir bir biçimde gerçekleştirirken, Birleşmiş Milletler uyuyor, kim hesap soruyor? Minicik yavrulara tecavüz edecek kadar insanlıktan çıkmış “adam” kostümündeki vahşiler aramızda dolaşıyor, kimlerin rahatı bozuluyor?
Yetim, öksüz kalan yavruların çığlıklarına kulaklarını tıkayanlar “çağdaş” bağışlar yapıyorlar sahte bir rahatlama yahut kendi pahalı hayatlarında daha da rahat edebilmek için. Ana haber bültenleri, sosyal medya ağları ve gazeteler dakika dakika “insanlığın ölümünden” haberdar ediyor bizleri. Kaçımız rahatsız oluyoruz?
Güneşin doğuşuyla uyanırken, aynaya bakarken, yemeğimizi yerken, iş yerimize giderken, uykuya hazırlanırken, alışveriş yaparken boğazımızda bir düğüm, gözümüzde artık akıtmaktan utandığımız birkaç damla yaşı kurutup deviriyoruz günleri. Çünkü insanî, ahlâkî, vicdanî ve imanî değerlerin günbegün yitirildiği bir dünyada siyâsî ve ticarî kazançları başarıdan saymak gibi akla ziyan bir zaafa duçar olduğumuzun farkına dahi varamıyoruz.
Başarı sandığımız, “Yazık” diye düşünmediğimiz öyle çok vakayı alkışlar olduk ki artık doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün ayırdında olup ezber bozmakta zorlanıyoruz.
Batı/lın bile kimi yazarları ayıkıyor da içimizdeki şeytan hâlâ direniyor. Fransız yazar André Maurois, farklı perspektiften çözüm önerileri sunsa bile “Yaşama Sanatı” adlı eserinde insanlığa dair şu tespiti yapıyor: “Yaşam bir soru işareti gibi duruyor karşımızda. Bu çetrefilli düğümü çözemediğimiz için karantinaya alınmış bir dünyada yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz dünyadan kurtulmak için meçhul tanrılara yalvarıyor iskeletlerimiz. Sımsıkı sarıldığımız sahte mushaflar olmuyor derdimize çare. Çünkü hayatımızın amentüsü çalınmış.”
Kendi hayatı ile birlikte tüm insanlığın inançsız, hissiz ve ruhsuz mekanik standartlardan mülhem bataklığa sürüklenişinden rahatsızlık duyan her birimizin Maurois’in tespitine katılmaması mümkün değil. Çünkü bizler rahatından vazgeçmiş, rahatsızlığımızı duyarlılığımıza saydığımız bir yaşamak içindeyiz!
Evet, işte böylesi endişelerle izlerken dünyayı, üzerimize düşen sorumluluğu elimizden geldiğince dikkat çekelim istedik ve “Yaşam Manzumesi” adlı kapak dosyamızla bu ay yine sizlerleyiz. Kıymetli yazarlarımızın ihlâslı kalplerinden süzülmüş satırların zihinlerimize ışık tutacağına inanıyor, huzurlu okumalar diliyorum efendim.
Hoşnut kalınız!