HEYBEMDE bir yığın kelime,
kar fırtınası gibi zamanlı zamansız bilincime yapışıyor. Her birinin bir anlamı
var elbet, ama gel gör ki, anlamı olan birçok şey anlamsız kalıyor yaşamın dar
sokaklarında.
Her
insanın sık sık uğradığı dar sokakları var bu diyarda. Sonsuz büyüklükte bir
kâinatta kendine daracık yollar ve çıkmaz sokaklar inşâ eden varlığa “insan”
diyorlar.
İnanmak
güzel şey… İnananın inandığı şey yollar açıyor ve yol aldıkça yolcunun kalbini
ve kişiliğini de yükseltiyorsa, amacına uygun olmuştur. İnanmak inancı
besliyorsa, inanç insana değer katıyorsa, değerler insanın ışığını arttırıyorsa
bir anlamı olur.
İnanır
elbet insan. Birçok şeye inanır da inandıklarının bir kısmına biraz daha fazla
inanır. İslâm’a, içindeki tüm hüküm ve bilgiye inanır tabiî ki. Lâkin bir kısmı
ile hüküm sürer. Tamamını bir türlü kucaklayamaz, kavrayamaz ve dolayısıyla
uygulamada sıkıntılar yaşar. Farz olanı, en ağır olanlarını, en çok dilde ve
gündemde olanı seçer de geride olanın geride kalmasında sakınca duymaz.
İslâm’ın şartlarını alır da İslâm’ın ruhunu aramaz. Arayamaz. Olanla,
inandığının bir kısmı ile zamanın ve kişiliğinin hazır programlarıyla günlerini
benzer şekilde kapatır. Ne de olsa temiz kalplidir ve önemli dinî vecibeleri
yerine getirmiştir.
Araç
ve amaç ilişkisindeki kavram çatışması insanlık tarihi kadar eskidir. İnsan
zihni hemen bir adım yakınındaki ile ilgilenmeyi, uğraşmayı ve onu bilincinde
önde tutmayı seçer. O yüzdendir ki, anlık düşünceler anlık duygulara, oradan da
anlık davranışlara yol açar. Oysa biraz sabretse insan, biraz geri çekilse,
biraz beklese, eline düşen ilk kelimeye o kadar sıkı sarılmasa, onu çoğaltsa,
incelese, pişirse, kim bilir ne dünyalar bulacak, ne çıkışlar yaşayacak...
Bütünü
sevmiyor, bütünle ilgilenmiyoruz. İllâ parçalarla oyalanacağız. Koca bir
evrenin, sonsuz bir ilim okyanusunun küçük bir mahallesine takılıp kalacağız.
Kızma ama bir soru soracağım: Allah’a inanıyor musun? “Evet” demeden önce,
inandığının ne kadar inanılır ve inandığın şey ile inanmanın arasında ne kadar
bir mesafe olduğunu hesap edebilir misin?
“Allah’a
inanıyorum” demek kadar kolay bir şey yoktur. Cennet ve Cehennem’e de
inanıyoruz. Peki, Cehennem’in ateşinin sıcaklığı ne kadar yakınımızda? “Allah”,
“ilâh” kavramı ile günlük ne kadar vakit geçiriyoruz? Zira Yüce Yaratıcı var
ettiği her can ve her zerre ile her an ilgilenmekte; sanırım sen de bunu
biliyorsun. O hâlde ibadet veya çalışmakla ile değil, sadece Yaratıcı ile ne
kadar iletişimdesin gün içerisinde? Bir anlamda O sende ebede kadar varken, sen
O’nda ne kadarsan, o kadar inanıyorsun…
Kendine
ne kadar inanıyorsun? Evrenin yaratılmış en özel ve şerefli varlığı olan insan
kavramına ne kadar yakınsın? İnsan kavramını anlayabilmek için nasıl bir
çalışma ve gayretin içerisindesin? İnsan, herhangi bir şeye anlayabildiği ve
ona verdiği zaman ve emek kadar inanır. Bazıları var ki, bu dünyada karanlığa,
kötülüğe, güce, paraya tapan ve inanan… O kadar güçlü bir inançları var ki, bu
uğurda kendilerini de, tüm dünyayı da bir yok uğruna küle çevirmeye kararlılar.
Gece gündüz emellerine ulaşmak için çalışıyorlar. Çalıştıkları oranda
inanıyorlar. O oranda başarılı oluyorlar. Ya biz? Gece gündüz uğruna mücadele
ettiğimiz inanç ne? Neyin peşinden deli gibi koşturuyoruz? Deli divane gibi
şaşırmış, korkmuş, susamış hâlde neler için savaşıyoruz? İyi bir emeklilik, yaz
tatili plânı, ev ve araba, evlât, mâkâm, ün ve saltanat için mi acaba?
Lütfen
biraz heyecan katın yaşamınıza. Ateşe verin şu kalbinizi. “Mutlu olun, mutlu
edin” demiyorum ama var olmanın bir bedeli vardır. Biraz kafa yorun şu
yaratılmış olanlar içinde olmaya. Yaratılmak, var olmak, içinde yaşam taşımak
bu kadar basit olmasa gerek. “Geçen sene üzerinde biraz düşündüm” demekle
olmaz. Her gün var oluyorsan, her gün inançla titremen gerek bu oluşa. İnsan
böyle bir yaratışta, böyle bir evrende perişan olmalı, bilincinde uçurumlardan
düşmeli. Duygu duygu sürünmeli...
İnanmak;
acıktığını, susadığını bilmektir. Şüphe var mıdır bunlarda? İçeriden gelen bu sinyallere
kim kulak tıkayabilir? Susadığına inanmakla kalmaz, gereğini yapmak
zorundasındır. O kadar inanırsın ki susuzluğa, suyun verdiği huzura ve şifaya
karşıt bir görüş asla oluşmaz içinde. Diş ağrısı ya da bir kibrit alevinin
parmağımızı yakmasıdır inanmak.
Allah’a
inanıyoruz ya hani, ne kadar yanıyor ya da ne kadar hayretlerden deliriyoruz?
Gece gökyüzüne bakıp “Yıldızlar ne güzel!” demek ve hiçbir şey olmamış gibi
yaşama devam etmek, inanmak mıdır? Yapmayın Allah aşkına! İnandığın şey bir
hançer gibi yüreğini delik deşik etmiyorsa, üstünde çok ama çok düşün lütfen! “Doğdum,
bebek oldum, çocuk oldum, genç, yaşlı, ihtiyar oldum ve öldüm” diyerek geçilip
gidilir mi bu diyardan? Bir yaşam dizayn edilip sunulmuş sana. Dizi film izler
gibi izlenir mi, Var Edene hakaret gibi olmaz mı bu? Koca bir kâinatı her gün
yeniden dizayn ederken Yaratıcı, bana emanet edilen, hediye edilen yeni ve
değeri ölçülemeyecek bir 24 saatin daha dünden farkı olmayacak mı?
Fark
etmeyecek derecede kayıp yaşamak… Aman Allah’ım, düşündükçe hücre hücre
dağılıyorum’
İnanmak
ve inanç, birer kelime. Yazması ve dile getirmesi oldukça basit iki kelime… Lâkin
taşıması o kadar kolay değil. Yaşam gibi, ibadet gibi, insan gibi kelimeler, içlerinde
büyük yükler taşır, sonu gelmez bir yolculuk barındırır. Öyle bir yolculuk ki
bu, büyük bir özveri, niyet ve gayretle yol almalısınız. Samîmiyet ve
sorumluluk ile yol aldıkça biraz olsun kelimenin temsil ettiği kavram
anlaşılmaya ve yaşanmaya başlamış olur.
Bilirsiniz,
namaz miraçtır, miraç ise yolculuk. Bu yolculuk günlük yapılmalı. Hiçbir ibadet,
hiçbir bir farz, insanın alışkanlıklarından birisi olsun diye yazılmamıştır.
Tıpkı insanın öylece, aklına estiği gibi yaşaması için yaratılmadığı gibi...
Niyetinizle yöneldiğiniz ne olursa olsun, sizi bir yere taşımıyorsa, düne bir
şeyler katmıyorsa, geleceğe bir çağrı yapmıyorsa, arkanızdan bıraktığınız bir
yapraktan daha fazlası olamıyorsa, ortada büyük bir sorun var demektir. İnsanlık
olarak bütün sorunların kaynağı, hattâ çözümü tek kelime: “İletişim”…
Kendi
iç dünyamızla iletişim kuramadığımız için kendimizi tanımıyoruz. Çevremizle
yeterli seviyede iletişim kuramadığımız için toplum olarak giderek
yabancılaşmaktayız ve yalnızlığımız artıyor. Rabbimiz ile iletişim
kuramadığımız için mesajları doğru alamıyor ve içimizdeki dağınıklığı
toparlayamıyoruz. Kelimelerle, kavramlarla ve olup bitenle yeterli ve dengeli
bir iletişim süreci yaşayamadığımız için, hep bir şeyler eksik kaldığı için, inandıklarımızda
ve yaşadıklarımızda nihâî hedefe varmakta sıkıntı yaşıyoruz.
Yöneticilerin
ve yol göstericilerin doğruyu söylemek ve nasihatten öte olarak insana önce
kendini kazandırmaları, toplumda dengeli bir iletişim süreci sağlamaları gerek
diye düşünüyorum. İnsanın birey olarak yaşamanın, yaratılmış olmanın, bir
toplumda olmanın sorumluluğunu alması gerektiğine inanıyorum. Dünyamı ve
yaşamımı karanlığa taşımak isteyenlere de şunu söylemek istiyorum: İnandığınız
şeyler sadece dışınızı, dünyamızı değil, içinizi de karartıyor. İnandığınız
şey, haklılığınız, gücünüz ve paranız, bindiğiniz dalı kesmekten başka bir şeye
yaramıyor. Nasıl olur da hırs ve kibrinizin sizi götürdüğü yeri idrak
edemezsiniz? Nasıl olur da geriye bakıp ne yaşadığınızı göremezsiniz? Nasıl
olur da gökyüzüne, toprağa, bebeklere, çiçeklere ve varlığınıza bakıp ibret
almaz, tefekkür etmezsiniz? Ne zaman iyileşeceksiniz? İnanan, inandığına sahip
çıksın!