MÜLAKAT imtihanı çıkışında size veya sizden önce girip çıkanlara
şöyle sorular sorulur: “Sana ne sordular? Nasıl soruyorlar? Neler yapıyorlar? Sen
ne dedin?” Bu mülakat imtihanına girenlerin tümü, bir özellik bakımından
birbirlerine eşit durumdadırlar. Mesela yazılı imtihandan 70 veya üzeri puan
alan kişilerdir bunlar yahut da filan okulların mezunları. O imtihandan sonra bazıları
müspet, bazıları menfi neticeye ulaşırlar. Ya imtihana giremeyenler? Müspet ve
menfi neticeye ulaşmak, o imtihandaki performansınıza bağlı. İmtihana
girebiliyorsanız müspet neticeye ulaşma ihtimaliniz var. Ancak giremezseniz,
istediğiniz kadar kapasite ve potansiyeliniz olsun, böyle bir netice elde etme
şansınız yok. Kulluk imtihanının bundan farkı ne ki?
Bizler “insan” olarak yaratıldık ve bu imtihana girmeye
hak kazandık. Peki, hepimiz eşit değil miyiz? Kimimiz zeki, kimimiz değil.
Kimimiz yetenekli, kimimiz yeteneksiziz belki de. Kimimiz yüksek makamlarda,
kimimiz makamı bırakın, işsiziz. Kimimiz onlarcasının peşinde koştuğu güzel
veya yakışıklıyız, kimimiz karanlıkta seyredileceklerden. Kimimiz ihtiyar,
kimimiz ihtiyar adayı, kimimiz sakat, kimimizse “Sağlam kafanın sağlam vücutta
bulunduğu” gürbüz ve yavuz evlatlardanız. İşte hayatın püf noktası burası! Yani
tüm bunlara rağmen hepimiz eşitiz. Nasıl mı?
Yukarıda zikrettiğimiz sıfatlar gibi binlerce sıfat,
bizim imtihan sorularımız. Bunu iyi ifade edebilmek için bir formül söyleyelim:
Hangi sıfatımızı kaldırdığımızda insan olmaya devam ediyorsak, o sıfatımız
bizim imtihan sorumuzdur. Paracıklarımız olmasa insan olmaya devam eder miyiz?
Birtakım kendini bilmezler görmeseler de insan olmaya devam ederiz. Hangi
makamı kaybedersek insan olmaktan çıkarız? Kinayeli konuşacak olsak çok makam
sayardım, ama doğrusu, dünyadaki hangi makamı kaybedersek edelim, insanlığımızda
bir noksanlık olmayacağıdır.
İster ayağınızı, ister ciğerinizi kaybedin, insanlığınız
büsbütün devam eder. Çocuğumuzun olup olmaması, çocuk sayısı, haydutun veya
kahramanın ebeveyni olmamız da bir sıfattır ve pek tabiî birer sorudur. Filanın
eşi olmak, gelin veya kaynana, damat veya kayınpeder, hâsılı her türlü akrabalık
ve komşuluk gibi ilişkiler de birer soru. Irklar, ideolojiler, meslekler de
öyle… Şunu duyar gibiyim: “İmtihan dediğin zor iş, bir nevi külfet! İyi de
bunun nimet tarafı nerede?”
Şöyle bir şey hayal edin: Sıfatlarımız, insanlığımızın
bileşenlerinden bazıları veya insanlığımızı meydana getiren unsurlardan biri olsaydı,
halimiz nice olurdu? Şu durumda dünyanın en etkili ve en yetkili makamındakiyle
ben veya bir berber çırağı eşit; bir dilenciyle bir emekli veya dünyanın en zengin
insanı da öyle… Şu noktada “Ben şuyum” veya “Ben buyum” diye üç beş tafra
yapmak istesem, eşit olduğumuz gerçeğini bilen birinin gözünde zavallı durumuna
düşeceğim. Aman tutup siz de bana sıfatlarınızla hava filan atmaya kalkmayın! Komik
bile değil, gülünç olur. Zaten yapmayacağınızı biliyorum ama yine de söyleyeyim
dedim.
“Alçak dağları ben yarattım” havasıyla dolaşan insana bu
gözle bakmak ne büyük keyif, değil mi? Kendini kötü hissettirecek tüm sebepler
ortadan kalkıyor. Karşımdaki her insan, en az benim kadar saygın ve ben de her
insan kadar saygınım. Benim de tüm özelliklerim, diğer her insanın özellikleri
kadar doğal. Sıfatlarımdan bağımsız olduğumda diğer insanlarla eşit olduğuma
göre, ben de onlar kadar sevilmeye layıkım ve aynı zamanda onlardan ne daha az,
ne de daha çok değerliyim.
Sıfatlarım, yani imtihan sorularımla ilgili herkes gibi
ben de bazı şeyler yapmaya çalışıyorum. Performansımı ölçme konusunda hiçbir
insan yetkili değil. O yüzden de beni sıfatlarımdan ve performansımdan dolayı ödüllendirme
veya cezalandırma yetkisine de sahip değiller. Belki bize zor gelecek ama hiç
kimseye bol keseden iltifat, övgü, yağcılık, yalakalık yapmaya gerek olmadığı
gibi, küçük görmeye, alay etmeye, dışlamaya, hor görmeye de gerek yok.
Bunu fark ettim edeli ağırlıklarımdan kurtuldum,
rahatladım ve bulutlar gibiyim. İnsanların özlerine karşı hiçbir nefretim,
hiçbir kızgınlığım, hiçbir derecelendirmem kalmadı. Tüm insanları yakından
tanıyorum artık. Tanıyorum, ama yine de insanlarla sohbet etmek, insanların
eserlerini tanımak bana mutluluk veriyor. İmtihan sorularını öğreniyorum.
İmtihan performansımı yükseltmek için nasihatlar alıyor, ders çıkarıyorum.
Peki, imtihanın nimetleri bu kadar mı? Tabiî yukarıdakilerle sınırlı değil. Bana zül gelecek, kendimi kötü hissetmeme yol açacak her türlü durum bir ilaca dönüşüveriyor. Güzel bir şeyi almak üzere gidilen yol gibi mutluluk vermeye başlıyor. Bunun gibi birçok nimeti var. Bunların hepsini bu sınırlı imkânlarla ve benim sınırlı ifade becerimle konuşmak yerine sizin engin ve sınırsız tefekkür, tasavvur ve tahayyülünüze bırakmak en doğru yöntem gibi geliyor bana. Ama şuna inanıyorum: Bir başkasına imtihanda başarı dilemek de imtihan performansı açısından önemli. O yüzden imtihanda başarılar diliyorum. Nasıl olsa imtihanda başarılı olan herkese ödül var, sayı veya sınır yok. Sen bana destek, ben sana destek… Ne mahsuru var, değil mi?