İmkân mı, tehdit mi?

Ukbamıza göz dikilmiş, cehenneme odun taşımak için seferber edilmiş durumda. Bu sebeple bedava! Ücretsiz takdim edilmiş teknolojik aygıtlar, dijital imkânlar ve sanal ortamların tamamının bedel biçilemeyecek bir tahsilat için bedava olduğunu bilmemiz gerekiyor. İnançları, kültürel dinamikleri, insanî vasıfları, ahlâkî değerleri, ailevî saadeti, gelecek nesillerin manen katline sebep olup erdemlerin faziletini sömürürken inşâ edilecek dinsizlik projelerine su taşıdığımızın ayırdına varmamız gerekiyor.

SADECE gençlerin değil, yetişkinlerin de hayatına girerek onları değiştirip dönüştüren dijital gelişmelerin faydaları ve zararları üzerine konuştuğumuz bir dönemin içindeyiz.

Evet, gençlerimiz teknolojik imkânların içine doğdukları için mevzuya daha hâkimler, ancak bağışlayın, sonradan görenlerin temkinsizce bu alana yönelmeleri ve çığırından çıkmış biçimde talip olmaları akla ziyan neticeler doğuruyor. Boşanmaların artması, ibadetlerin azalması, kabullerin genişlemesi, insanın insanla yarışma hızının artması, özentilerin çoğalması ve en nihayet başkalaşarak ebeveynlerin özünden uzaklaşmış bir rol modele dönüşmesi daha ciddî bir toplumsal travma hâline geldi.

Bundan, sanırım sekiz yıl kadar önceydi, on üç yaşındaki bir öğrencim, “Daha küçüksün diyorlar ve bana telefon almıyorlar. Hem sakıncalı şeyler varmış içinde, uygun olmazmış. Ama annem cep telefonunda oyun oynayıp arkadaşlarıyla yazışırken kardeşime ben bakıyorum. Ben oynatıyor, ben uyutuyorum. Annelik yapmak için küçük değilim ama telefonda oyun oynamak için küçüğüm! Tuhaf değil mi?” diye sormuştu.

Aynı öğrencim büyüdü, telefonu oldu, şimdi üniversite son sınıfta. Geçenlerde görüştüğümüzde ise, “Annemin paylaşım aşkına yetişemiyorum. Çok değişti, ‘Yadırgıyorum’ desem inanır mısınız? Sürekli bir şeyler alma heyecanı yaşıyor. Her anımızı sosyal medya hesabından paylaşmak için telaş içinde. Bu konuda tartışmaktan yorulduk. Yaşadığının tadına varamıyor çünkü paylaşım yapma zorunluluğu ile gerçeği değil sanal olanın hesabıyla yaşıyor. Fotoğraf çekilmek için giyinip kuşanmamız yetmiyormuş gibi ışık ayarı, filtreli görünüm gibi sonu gelmez teknik kaygılar taşıyor. Paylaşmakla da bitmiyor, sonra ‘Kaç beğeni olmuş? Kim yorum yapmış? O görgüsüz arkadaşı görmüş mü?’ gibi bir takiple savrulup duruyor” şeklinde serzenişte bulununca, “Böylesi kaç vaka vardır toplumumuzda?” diye merak etmekten kendimi alamadım.

Aslında, dijital dünyanın takdim edilen janjanlı imkânlarından istifade ettiğimiz doğru. Hepimiz bir şekilde temas kurmak zorundayız; çünkü çalışmalarımız, kurumsal iletişimlerimiz, hastane randevularımız gibi hayatımızın pek çok alanı kuşatılmış durumda. Yine aslında bu mesele, günümüzden ibaret bir mesele değil. Mayası çoktan çalınmış, bilakis İslâm coğrafyalarının hedefe alındığının, asimile etmek projesi hâline getirildiğinin farkına varamıyoruz.

Bizim ülkemizde iki yüz yıldır görünmez bir el ile bâtılın serptiği “Batı hayranlığı” tohumları yeşerip boy atarken, algılarımızla nasıl oynandığını ve bu kadar hızlı değişim göstermenin neye mâl olacağını hiç düşünmüyoruz. Hipnotize olmuş bir şekilde neredeyse irade yetimizi ve yetkilerimizi gönüllü şekilde teslim etmiş durumdayız. İşin en fecisi ise, görünürde fayda ve zarar tartışmaları yapılıyorken, kimilerimiz hoşnut, kimilerimiz direnç gösteriyorken, Batı/l bir taş ile iki kuş vuruyor: Biri kutuplaşmamızı sağlamış olmaları, diğeri ise bedava sunulan bu imkânların ardında saklı Batı/lın “Tanrı’ya meydan okuma” girişimlerinin bir parçası olmak…

Bugün imkân gibi görünen tüm hesaplar, yarın tehdit olarak, kültürel travma olarak, kimlik bölünmesi ve çatışması ile psikolojik sendrom olarak tahsil edilebilir. Bu riski hiç ama hiç gözetmiyoruz.

Şu soruyu soruyoruz ama cevabını aramaya ve bulduğumuz cevaba göre tedbir geliştirmeye zamansızız: “Tüketim terörü ile güçlenen, inancımızdan giyim kuşamımıza ve siyâsî tercihlerimize, şampuanımızdan deterjanımıza, gıdamızdan içeceklerimize, modadan, estetik kaygılarımıza kadar her alanımıza müdahale hakkını bulanlar, bu sahayı neden bedava servis ediyorlar? Bir gün hesap sorar da birikmiş bir fatura ile yüzleşirsek, nasıl, ne ile öderiz?”

Evet, sormamız gereken soru, “Sömürgeci, madde merkezli kazanç hedefli, her hizmete ürün alınan Batı/lın materyalist kâşifleri bu hizmeti neden bedava sunuyorlar?” şeklinde olmalı. Çünkü özellikle İslâm coğrafyalarında kulluk bilincine haiz, “Lâ ilâhe illâ-Allah, Muhammeden Rasûlullah” diyen müminlerin Rabbiyle yani Rabbimiz ile “tanrılaşma” yarışına girdikleri şirk üzerinden bir meseleleri var. İslâm dini ile ezelî bir husumeti olan Batı/lın ateizmi inşâ etmek gibi bir hedefi var. Çünkü biliyorlar, kulluk etmek üzere var edilmiş insanoğlunun iman etmek ile şirk koşmak meselesi dünya durdukça mücadele edecek. Öte yandan, kodlarında itaat bulunan insanın Tanrısı ile irtibatını keserlerse insanlığı köleleştirmenin güçlerine güç katacağını da biliyorlar.

Diyesim, dijital dönüşümün sadece fayda ve zararı dünyamız ile iktifa etmiyor. Ukbamıza göz dikilmiş, cehenneme odun taşımak için seferber edilmiş durumda. Bu sebeple bedava! Ücretsiz takdim edilmiş teknolojik aygıtlar, dijital imkânlar ve sanal ortamların tamamının bedel biçilemeyecek bir tahsilat için bedava olduğunu bilmemiz gerekiyor. İnançları, kültürel dinamikleri, insanî vasıfları, ahlâkî değerleri, ailevî saadeti, gelecek nesillerin manen katline sebep olup erdemlerin faziletini sömürürken inşâ edilecek dinsizlik projelerine su taşıdığımızın ayırdına varmamız gerekiyor.

Bu ay dergimizin sayfalarını, yukarıda bir kısmına temas edebildiğim riskleri barındıran “dijital dönüşüm” konusuna değinerek ve çözüm önerileri sunarak hazırladık. Kültür Ajanda’mızın kıymetli yazarlarına kalbî teşekkürlerimi sunuyor ve huzurlu okumalar diliyorum.

Hoşnut kalınız efendim…