İlmin eşyalaştırılması

Kalpleri nicelik (kemiyet) hesabı ile doyuramayacağımızın farkındalığı ile nitelik (keyfiyet) yatırımı için kollarımızı tazeden besmelelerle yeniden sıvamalıyız şimdi!

2017 yılının ilkbaharında kütüphanemi temizleyip konularına göre dizayn ettiğimde, anî bir karar ile yeniden okumaya ihtiyaç duymayacağım kitapları hediye etmeye karar vermiştim.

Hem yeni kitaplara yer açılacaktı, hem de başkalarının istifade etmesini sağlayacak, okunmuş kitabı hapsetme sorumluluğundan kendimi azat etmiş olacaktım.

Yıllar içinde, okudukça zaman tasarrufu kaygısı ile daha çok ilgi alanıma yönelik kitaplarımı tutabilir, tefsirler, hadis kitapları, İslâm büyüklerinin külliyatları, İslâm düşünce felsefesi, İslâm tarihi, Osmanlı tarihi, Türk tarihi, mümtaz şahsiyetler, edebî kişilikler, portreler, sosyoloji, psikoloji, Batı düşünce felsefesi, din savaşları, değişen dünya düzenine dair eserler, medya kitaplarım, nitelikli romanlar ve iyi şairlerin iyi eserleri dışındakileri verebilirdim. Çünkü kendi tercihim olmadığı hâlde, yayınevlerinden tanıtım amaçlı gelen yeni çıkanlar, sosyal medya takipçilerinden kitabı hakkında yorum yapmamı isteyen genç yazarların gönderdikleri ilk kitaplar, hidayet romanları, yerli ve yabancı klasikler derken yığınla kitabım vardı.

Kimi tercüme kitapları, farklı yayınevlerinden farklı mütercimlerin çevirisi ile yayımlanmış hâlleriyle -tekrar okumak gibi bir alışkanlığım olduğundan- görünürde aynı ancak ifadede farklı kitapları da ayıklayıp teke indirebilirdim.

Uzun bir uğraş sonrası 5 bin küsur kitabı uluslararası öğrenci programına sahip, yüksek öğrenci mevcudu olan bir imam-hatip lisesine vermek üzere irtibata geçtim. Sevindirici tepkileri ve telaşlı gayretleriyle, telefon edişimden sadece beş saat sonra bir panelvan minibüs, kitap kolilerini almak için kapımdaydı. Şu an sayısını hatırlayamadığım kolileri, güzel gülüşlü, güzel yüzlü delikanlılar yarım saatte minibüse yığmış, zarif teşekkürleri ile ayrılmışlardı.

“Buraya kadar her şey normal ve hatta heyecan vericiydi” diyebilirim. Fakat bundan sonrası bir hercümerç! Belki birkaç yarım kitap dışında okunmadık hiçbir kitap yoktu verdiklerim arasında. “İnsan okuduğu bilgiye mi sahip çıkmalıydı, okuduğu kitaba mı?” sorusu zihnimde raks ederken, aniden büyük bir boşluk hissi ile ağladığımı hatırlıyorum. Eksik kalmışım hissi zihnimi kuşatıyor, “Ya bir konuya bakmak için içlerinden birkaç kitaba ihtiyacın olursa?” evhamı pişmanlığımı körüklüyordu.

Uzunca bir süre devam eden üzüntüm, “Bilgiyi eşyalaştırmak tehlikesi ve tehdidi” altında olduğum gerçekliğine erişince hafifledi. Ve zamanla “İyi ki…” hissi yerini alıp, o bağımlılık hâlim izale olup gitti.

Şimdi düşünüyorum da, nicelik (kemiyet) efsunu ile biriktirdiklerimi sayarken, sayıları kuşanıp her neyliyorsam süfli bir hesap ile zenginleştiğimi sanıyorken aslında harflerden mülhem mânâdan gittikçe uzaklaşıyormuşum. Yoksa bilgiyi paylaşmak, kitapları hediye etmek ne diye bu kadar keder versindi ki bana?

Bu hatıratımı anlatmamdaki muradım, “Eğer derdim kalbî yatırım olsaydı, irfanî bir yolculuğa çıkmış olur, nesnel varlıklarına bağımlı hâle gelmezdim” şeklindeki tespitimi sizlere itiraf ederek bu tecrübe ile geleceğe bir miktar ışık tutmak. Hâlbuki ben, sayısını arttırdıkça heyecanlı bir mutluluk duyduğum kitaplarımın barındırdığı nitelik (keyfiyet) üzerinden kazançlı çıkacağımı sanma temayülümle iki kere ziyandaymışım ve haberdar değilmişim.

Bu içsel tecrübeden hareketle, ilmî, irfanî ve hikmet yolculuğunun ancak kalbî ve zihnî bir sefere çıkmakla mümkün olabileceğini neden sonra idrak edebildim ve inancım her geçen gün kavileşiyor.

“Sahip olduklarımızın sayısal çokluğu, hacimsel fazlalığından ziyade, mânâ ve maneviyat cihetinden ederi neymiş? Edindiklerimiz ilim bile olsa paylaşırken ruhumuzda bıraktığı iz ve his bize ne söyleyecekmiş?” sorularının ışığında bilginin eşyalaştırılma tehlikesinden arınarak nesiller yetiştirmek gerekiyor.

Dünyada hiçbir dinî altyapısı bulunmayan, hatta şirk merkezli ve isyan kombinasyonlu yegâne uygarlık olan modern Batı Medeniyeti’nin şifreleri böylesi tecrübelerimizle bir bir çözülüyor artık. Bu izi sürmeli ve sayıların büyülü çokluğundan kurtarıp yakamızı (ruhumuzu), harflerden mülhem mânâya yeniden talip olmalıyız ki elimizden kayıp giden, aramıza fersah fersah mesafeler giren kuşaklar arası bağı yeniden kurgulayabilelim. Kalpleri nicelik (kemiyet) hesabı ile doyuramayacağımızın farkındalığı ile nitelik (keyfiyet) yatırımı için kollarımızı tazeden besmelelerle yeniden sıvamalıyız şimdi!

İşte bu hassasiyetlerle Kültür Ajanda’mızın Mayıs sayısını “Fetih Şuuru ve Gençlik” temasıyla hazırladık ve huzurlarınıza sunduk.

Hoşnut kalınız efendim!