İlmi hayat tarzı yapmak

Öyle bir sistem kurmalıyız ki, muhabbet, maddî dünyanın külfetinden arınmış olmalı. Geçici durumdan sürdürülebilir kalıcı düzeye erişilmeli. Halktan Hakk’a giden sınırsız yollar görülmeli. Kemiyetten keyfiyete ve kesretten vahdete giden yola müptelâ nesiller yetiştirmeli.

KÂİNATTA bulunan çok sayıdaki galaksiden birindeki Güneş Sistemi ile bir döngüde dolanan “Dünya” isimli yuvada konaklıyoruz. Geçmişimiz toprakaltı ile tanıştı, giden hiç gelmedi. Bizler yüz kilometre kalınlıktaki bir atmosfer içerisinde yaşıyoruz.

Ülkelere göre değişen hasletlere rağmen insan olmanın, hür olmanın ve en önemlisi de idrak güçlerini irade tercihinde kullanmanın dayanılmaz acizliği yaşanabiliyor. Kelimeler düşüncenin önündeki ilk adım olduğunda, okyanusa açılmanın ilk çıkış kapısı da kitaplar oluyor.

Sosyal medyanın yaygınlaşması ve dijital teknolojinin insanları sakat bırakmasının acısı daha yaşanmadı. Anadolu’nun herhangi bir şehrinde sıradan bir cadde veya çok bilinen bir yolda yürürken etrafta görünen çok sayıda teşhir ürünü, arz-talep meselesinin bir sonucu.

Az sayıdaki sokakta kitap kafe haricinde hayatımızdan, caddelerimizden ve şehrimizin bağrından kitapları söküp attık. Konfeksiyon, kafeterya, kuruyemiş ve ayakkabı dükkânları bedenî ihtiyaç olarak zihnimize taht kurdu.

İnsan iradesinde en büyük meleke olan okumak, hayatımızdan nasıl çıkarıldı? Bedenî arzu ve taleplerin haricinde fikrî faaliyetin anahtarı olan kitap sökülerek okumanın yerini gösteriş, hız, haz ve gündelik işler nasıl işgal etti? Tarihin hiçbir evresinde bu kadar saldırı altında olmamıştık.

Ancak bu durumun en büyük sebeplerinin başında insanın kendisi gelir. Bireyin en yakını kendisi olduğundan, kendini yönlendirmede tali yollara sapmalar olur. Dünyanın şaşaalı, cazibeli ve albenisi olan fânî işlerine olan talep, insana atılan birer mermi gibi saplanmıştır. Bu durum insanı açık hedef hâline getirmiştir.

Normal şartlar altında insanın önüne çıkan fırsatlarda her zaman en iyiye yönelmesi gerekir. Ancak akıntıda kendisine hâkim olamamanın verdiği gaflette sürüklenmek işten bile değil. Aslolan, gaflet seline kapılmamaktır. Bunun için, öne çıkan her şaşaalı dünya fırsatına aldanmamak gerekir. İrade sahibi olunması, iradenin rol model olması için de okumanın içselleştirilmesi ve severek bir hayat tarzı oluşturmak şart.

Severek yapılan bir iş insanı yormaz. İnsanın bir işi sevmesi ancak işi anlamasıyla mümkündür. Anlamak ise hayatın direği ve devamı için gereken sevgi bağı ile mümkündür. İnsan bu uğurda yol yürürken kendi iradesi üzerinde söz sahibi olabilecek donanımdaki yegâne varlıktır.

İnsanoğlu yaşadığı bu atmosfer içerisinde nefes alıp vermesiyle zemini, fikri yaşamasıyla da kalıcılığı perçinleştirebilir. İkisi arasındaki yolculuk, olmakla mümkündür. Olmanın önündeki çıtalar ise bireyin kendi yakınlığı, çevresel etkenler, eğitim-öğretim düzeyi ve hepsinin içini delip geçen okumaktır.

Bireyin kendisine olan yakınlığı ise iradesini kontrol etmesi ve iradesini terbiye etmesiyle mümkündür. İradenin iki yüzü vardır: Bunlardan biri kalıtsal, diğeri ise sonradan kazanılandır. Kalıtsal olarak sahip olunan irade yönetimi mevcut fikrin uygulamaya konulmasıyla mümkündür. Zira yepyeni hiçbir fikir yoktur. Yeni fikir olarak öne sürülenler aslında söylenmiş öncekilerin yeni elbiseleridir. Bu durumda isimleri ilk bilen Hazreti Âdem’den (as) beri eylemler güncellenerek gelmiştir. Bir fikrin içselleştirilip hayata geçmesi anadilde öğrenmekle mümkündür. İnsanın vatanı, anne karnından dünyaya teşrif edip nefes almaya başladığı yerdir. Bireyin fikri olarak nefes aldığı yer de anadilde varlıkların, bilginin ve fikrin idrakiyle mümkündür. Bu nedenle bireyin kendisinden uzaklaşmaması için elinin uzandığı yerde alıp okuyabileceği kitaplar olmalıdır.

Bireyin okul ve hanesinin haricinde, içinde bulunduğu şehirde bir kitap yeri de olmalıdır. Bazı büyük şehirler hariç, maalesef kitaplardan mahrum edildik. Okumanın olmadığı yerde birey kendinden uzaklaşır. Kendisinden uzaklaşan kişiyse yanlışa duçar olur. İrade serbestliğinin muhkem kaldığı yerde menşeden uzaklaşan varlık muktezasınca tashih edip kendisini tadile yeltenemez.


Yerelden merkeze ilme yönelim iradesindeki zafiyet

Günümüz dünyasında cadde ve sokaklarda bireyin kendisinde kalmasının yolu, yerel yönetimlerin sisteme dâhil ve hâkim olmasıyla mümkündür. Yerel yönetimler maalesef bu durumdan çok uzaklar. Zira merkezî iktidarın dışında irade sergilemekten imtina ediyorlar. Ortada organik bir huy olmadığından, keyfiyet kemiyete feda ediliyor. Gündelik politik işler için gençlik/gelecek feda ediliyor. Neticede muhassala olarak heyelan olmaya meyilli bir toplum oluyoruz.

Bireyin tek olarak yaşayamadığı bir ortamda insanın kendisi olarak kalması güçtür. Çünkü ortam, yetişmenin mihmandarıdır. Çevre bu nedenle insanın yetişmesinde aile ve okuldan sonra ikinci bir ortamdır. Çöplükte yetişen gül koklanmadığı gibi, çevrenin istenen düzeyde olmadığı bir ortamda da bireyin iradesiyle sürekli olarak ayakta kalması güçtür.

Gençlik ve gelecek, emanetin yetişkinlerde olduğu bir durum olarak bedenen ve ruhen hayatın en plastik aşamasında yer alıyor. Bireyin fikren kristalize olmasında iki önemli nokta olarak irade ve çevre bulunuyor. Kristalleşmenin gerçekleşmesinde sosyal örgü ve de bu örgü parametrelerinin birlikte stabilize sağlaması şart.

Kalıcılığın sürdürülebilir olması gerektiğinden, toplumun genelinde makbul olan mukadderata haiz olmayı gerektirir. Bu tür örgülerin birey ve şehir ekseninde yerel yönetimlerin görev tahsisinde kristalleşme tanımlanmalı ve eğitim-öğretim sistemi ile entegresi sağlanmalıdır. Sadece ekonomik kazanç kalıcı bir kültür, medeniyet, çevre ve istendik birey oluşmasında gerekli iken yeterli değildir.

Şehirlerin insanların üzerine doğru yürüdüğü bir ortamda korku ve kederden sıyrılmak mümkün görünmüyor. Kendinden uzaklaşan birey, giderek karşıt olduğu duruma yaklaşıyor. Maya, doku ve gelenekten uzaklaşmalar deizm ve ateizmin filiz vermesine neden oldu. Dehşet verici bir şekilde bazı imkânlara kolay erişmek, huzurdan ziyade tehlikeli gidişata duçar oldu.

İmkânlara kolay erişmek iki nedenden ötürü istenen ölçüdeki bireyi yetişmekten uzak kıldı: Birincisi, fikrî yetişkinlik olmadan önde giden ekonomik rahatlama, nefsî arzuların karşılanmasını mubah gördü. Eleştirdiği ve erişemediği bazı durumlarla karşılaştığında ise akıl ve ruhun yerine maddî aruzlar geçti. İkinci durum ise, toplumun önüne konulan örnek kişilerin donanımdan ziyade aidiyet, siyâsî tarafgirlik ve görselliğin teşvik edildiği bireylerin çoğunlukta olmasıdır. Batı’dan farklı olarak tavandan tabana doğru ilerleyen demokrasi anlayışı maddî zenginlik, görsellik, hız, haz ve hevesleri gözün gördüklerine indirgedi. Bu durum, maneviyatta kör olan göze indirgenmiş değerlerin sadece madde olduğunu vurguladı. Böyle bir çıkmaz sokak, bireyin yaşadığı mahalle, çevre ve şehirde fikren kristalize olmasına engel olup, hayatın her yerine sirayet eden siyâsî aidiyeti hayatın merkezine çekti.

Batı toplumlarında kural ve caydırıcı kanunlar şiddetli olduğundan, toplumun genelinde bir disiplin görülür. Bireyler bu disiplin içerisinde yer edinirken kendi dünyalarında başıboş kalırlar. Bu durum boşluğa düşmelerine neden olur. Bundan sıyrılmak için kuytuya çekilir ve yalnızlaşırlar. Böyle bir ortamda birey hiçleşmiştir. Bizim gibi toplumlarda ise birey, toplum içinde yer edinirken takdir ve makul olan örnekler üzerinden liderlik ruhu ile ilerler. Liderlik ruhu günümüzde maddiyat olduğundan, bir türlü istenen yüceliğe erişemiyoruz.

Toplumun önüne sürülen bazı örnek kişilerin fikrî olgunluk düzeyinden ziyade görselliğin önde olduğu maddî plastik hâlleri şahısları dondurmuştur. Güneş doğduğunda eriyip kalıcı olmayan bir yol bularak toprağa karışmaktadır. Böyle bir durumun vebali olduğunu en azından hatırlatmak zorunluluğu vardır.

Keyfiyetin tavsiye edilmesi ve örnek şahsiyetler olarak gösterilmesi gerekirken kemiyete feda edilen değerlerin en büyük nedeni dünya kaygısıdır. Sırf dünyevî işlerden dolayı keyfiyetin arka sıralara itilmesi ciddî mesuliyet ve vebal içeriyor. Bu tercihler yapılırken toplumun yararını gözetmek elbette mühim ancak kocaman kâinattaki küçücük Dünya gezegeninde insan gibi bir varlığa sınırsız değerler bahşeden Yüce Yaratıcı’nın biz insanları başıboş bırakmayacağı açıktır.

Eğitim-öğretim düzeyi yediden yetmişe herkesin boynunun borcudur. Bu ortak noktaya ne kadar yakın mesafede durulduğu önemlidir. Zira olmak, organik huy sahibi olmakla mümkündür. Bunun için de terbiye ve ahlâk inşâ edilmeden istendik bireylerin oluşması zordur. Zira “eğitim-öğretim düzeyi” denildiğinde akla ilk gelen “diploma” ise mevzunun suni tali yola sapmış olduğunu gösterir.

Sağlıklı bir beden ile hissederek ve aklederek varlık sahnesindeki hakikî eğitim-öğretim düzeyi, sahnedeki eserin sahibini görüp ona müteşekkir olmaktır. Bu uğurda bizim insanımız çok emek verirken, istenen düzeye erişilmesi ise genel itibariyle zor oluyor. İnsanımızın çalışkan olmadığını iddia etmek doğru değildir. Bizim gibi toplumlar ürün çıkaracak çalışma tekniklerinde öğrenim görürken metotlu ve rasyonel olmadan konuyu son âna bırakıyor.

Fikrin kalıcı ve makbul olması, evrensel ilkelere ters düşmemekle mümkündür. Evrensel ilkeler başkalarının dayatmasıyla kıyaslanacak birer olgu değildirler. Bütün bilimsel veriler neticesinde her zaman doğrulanan ve verilenin ötesini gösteren ilkeler olarak görmek gerekir. Bu aşamada bireyin kendi yakınlığı, çevresel etkenler, eğitim-öğretim düzeyi ve hepsinin içini delip geçen okumak, sürdürülebilir düzeye eriştirecektir. Bunların hepsinin gerçekleşmesi, uzman ekiplerce oluşturulacak bir yol haritasıyla mümkündür. Bu haritayla uygulamaya geçildikçe bireyler kendilerine yaklaşacaklardır.

Milyonlarca öğrenci lise ve üniversite sınavlarına giriyor. Bu sayıdaki öğrenci kitlesi Avrupa’nın çoğu ülkesinin nüfusundan bile fazla. Bu anlamda kemiyet keyfiyete dönüştükçe, özgül ağırlık ancak Batı’yı geçer.

Sınavlara giren bir öğrenci, bir yıl içerisinde on koli kitap bitiriyor. Bitirilen bu kitaplar, tamamen sınava hazırlık kitapları. Yıl sonunda her biri atık kâğıt olarak hurdaya ayrılıyor. Bunca kitap hayat idrakinde birer kılavuz ve olmak ekseninde tutan nitelikte kitaplardan olsaydı, gençliğe ve geleceğe ne kadar değer katıldığı o zaman açık olacaktı.

Yapılması gereken tek şey, tabandan tavana kadar makbul ücret dağılımının sağlanmasıdır. Bu sağlandığında çok sayıda genç, ara eleman olarak iş tercihinde bulunacaktır. Ara düzeydeki fakültelere giden öğrencilerin de çok büyük kısmı güvenlik kolluklarına katılmak için farklı bölümleri okuyor. Bu kadar çarpık bir sistem arasında gençliğin ve geleceğin mengene ile sıkılması kimseye fayda sağlamayacaktır.

İlmi hayat tarzı kılmanın esasları arasında istidat ve mahiyet vardır. Mahiyeti bilinmeyen bir durum ilme yol gösteremez. Ve öğrenilmiş olan, kabul edilemez. Hürriyet ve irade anlayışı aklın, hayâlin, gözün ve ruhun sınırlarını zorlamalıdır. Hakikatler demir leblebi gibidirler, kolayca elde edilemezler.

Güzelliklerin bütün mertebelerine namzet, hakikatlerin bütün inceliklere nüfuz edebilen ve kemâlâtın bütün nev’ine müştak bir bakış sadece gerçek olandır. Burada “hakikat” kelimesini “riyadan arınmış gerçek (sabit) olan” şeklinde görmek gerekir. Bunları gören göz, bütün bu değerleri hakikî sahibi ile bağlantılı görmelidir. Böyle bir bakışa sahip iradeyi inşâ etmeye mecburuz.

Öyle bir sistem kurmalıyız ki, muhabbet, maddî dünyanın külfetinden arınmış olmalı. Geçici durumdan sürdürülebilir kalıcı düzeye erişilmeli. Halktan Hakk’a giden sınırsız yollar görülmeli. Kemiyetten keyfiyete ve kesretten vahdete giden yola müptelâ nesiller yetiştirmeli. Cadde ve sokaklardaki maddî/cazibeli şeyler insana vurulmuş birer pranga olmaktan çıkarılmalı. Kalıpların olmadığı ve sadece insanın kendisine yakın kaldığı, korkudan ırak ve sevgiye yakın anlayış idrakini inşâ etmeliyiz.