
BİR yön ve yol
sahibiyiz. Fikir ve kanaatlerimiz var. Ana başlıklarda buluşan, ayrıntılarda
negatif ya da pozitif doğrultuda ayrışan yargılarla yaşıyoruz. Ana
tariklerimize birer element kıymeti veriyoruz. Kendimizi ikna ettiğimiz
doğrultuda hiçbir bileşime ya da çözülmeye alan ayırmıyoruz. “Dediğim dedik”
tavır, varlık ispatında en çok tercih ettiğimiz yöntemlerden biri. Böyle var
oluyor ve mevcudiyetimizi, ısrarcı kanaatlerimiz ve değiştirilemez yargılarımız
yoluyla sergiliyoruz.
Dış
dünyayı algılama ve yorumlama vetiresinde aciz varoluşumuzdan esirgediğimiz
“yanılma ve yanılgıdan dönebilme” payı, nitelik kaybına yol açıyor. Sayıca ve
madde âleminde hacim kaybı yaşamıyoruz belki ama niteliksel kıstasta pahada
ağır kayıplar ve düşüşler meydana geliyor.
Bu
insanın kendine sonsuz itimat hâli, genel güvenirlik ve itibar hanesinde geri
dönüşüme girmeyen eksilmelerin baş sorumlusu.
Bundan
sonra her bir düşüncemiz, dış dünyada daha az tepkimeye yol açar bir ahvâle
mecbur kalıyor. Yanlışların ve tüm menfi ideaların kör savunucusu olanlar,
doğruları haykırmak suretiyle canhıraş bir mücadeleye bile girseler, çevreye
yaydıkları ses, fısıltının ötesine geçemiyor ve hava boşluğunda çaresiz birkaç
salınımdan sonra bir köşede unutulmaya mahkûm oluyor.
Doğruluğundan
emin olmadığımız fikirlerimize gösterdiğimiz saygı ile doğruluğu herkesçe kabul
gören cümlelerimizin yollarını kapatıyoruz. Artık doğrularımız da hiçbir kalbe
ve zihne ulaşamayacak bir kıymetsizlikte dikkate değer bile bulunmuyor.
Kendine
yanılma hakkı vermeyenler, müzmin mutsuzlardır. Aklına düşene ve kalbine temas
edene sonsuz bir doğruluk atfedenler, aynı havayı soluduğu doğrulara bile temas
edemez, yığınla gerçeğin içinde çapsız bir yanlışa müptelâ olurlar. Bunlar,
illegal negatiflerdir. Vaziyetleri
yalnızca değişime kapalı olma hâli ve fikrisabit direnişi ile açıklanamaz. Fikir
ve yargılarında, bırakın radikal değişimleri, eleme ya da törpüleme yoluyla
yeniden biçimlendirme ihtiyacını dahi aç bırakan bu insan türü, kendinden
başlayarak her bir hücrede katliama sebep olurlar. Sözleri ve saplantı
boyutundaki yargıları, kendi içlerinde pek çok duygunun ölümünden sorumludur.
Umut etme, affetme, hoş görme gibi insanı tedavi eden duyguların kökünü
kazıdıkları gibi, onları duyan ve dinleyen herkesin de aynı duygularda
eksilmesine neden olurlar. Artık kendileriyle birlikte etrafındaki insanlar da
zamanla her şeyi aynı olumsuzlukta algılamaya başlarlar.
Bir
noktadan sonra değiştirilemez ve yeniden biçimlendirilemez gördükleri tüm bu savların
desteklenmediğini fark eden negatif insan türü, her şeye karşı çıkacak
delillerin peşine düşer. Karşıt fikir kümesinde var olan her şeye savaş açar.
Bu
fikir kümelerinin içinde vatan, bayrak, din ve aile gibi üst düzey değerler de
vardır.
Ama
fikrisabit zihniyet, artık değerlerin üstünde bir değerin peşinde olduğundan,
yalnızca kendi görüşlerinin ispatı için tüm değer kayıplarını göze alır.
Zamanla daha öfkeli, daha sevgisiz ve her şeyin zıddında, daha itici bir
tabiata doğru yol alır. Fakat bu ahvâlde bile saplantı sahibi insanın kendinde
kusur ve düzelme gereksinimi duymaması, daha da vahim akıbetlerin ayak
sesleridir.
Giderek
yalnızlaşan birey, kendinde bir kutsallık bulma girişiminde yeni bir yol
denemektedir. Ortak değerlerin zıddında durduğu gerçeğini es geçer ve kendi var
ettiği değerlere sonsuz güven duygusuyla kendini çoğunluktan ayrıştırır. Tek “doğru”
sıfatına lâyık gördüğü benliğiyle artık her bir davranışı, her bir sözü
saldırgan ve olumsuz, ama bir o kadar da haklıdır.
Bu insan tipinin öldürdüğü duyguların hâddi hesabı yoktur. Kendinde tamamen izolasyona uğrattığı umut, neşe ve sevgi gibi mütebessim hissedişlere ek, her dokunduğu alanda negatif reaksiyona neden olurlar. Ne yazık ki bu, insanın kendi fikrine tapmasıdır.