İlk ve son

Duyuyorum, “Bilinci yerinde ama hareketsiz yatıyor” diyorlar kapıdan acıyla içeri giren kızıma. Kardeşler sarılıyor birbirine. Ama yine karlar beni bekliyor dışarıda. Neyse, şu an bir yaşıma daha girdim, yeni bir şey öğrendim. Gerçekten anlamsız bir an bile yokmuş hayatta!

O zamanlar gücüm yetmiyordu yemeğimi yemeye. Ne zor şeymiş karın doyurmak. Dişlerim yoktu ki, iki üçüyle evirip çevirip mücadele ediyordum. Altımı ıslatmak istemesem de başka çıkarım yoktu. Utanç verici bir çaresizlikti sanki. Saçlar deseniz, zayıf ve seyrek… Dizlerim sanki taşımıyordu bedenimi. İllâ bir şeylere tutunmam gerekiyordu.

Susadığımı nasıl söyleyeceğimi bilemezdim bile. Hep bir şeyler isteyen, boşuna yaşayan birinin işi neydi ki bu evde? Hatta bu dünyada… Anlamsızdım işte!

Çocuklar hep bir koşturmaca içinde unuturlardı beni. Oyun oynamak isterdim onlarla. Ama kimseyi bulamazdım etrafımda. “Benim onlarla oyun oynamaya hakkım yok mu?” diye içerler ve usulca ağlardım geceleri. Kitap okumak ne büyük şans olsa da okuyamayanlardandım. Elime kalem alsam da tek kelime yazamazdım. “Onu yapama, bunu yapama, ne olacak böyle?” diye düşünür dururdum. “Kimse ne düşündüğümü önemser miydi?” acaba merak ediyordum. Ben ne zaman büyüyecektim?

Yaşıtlarım gibi ben de huzur bulsam artık, gönlüm sevinse… Kız oğlan, gelin damat, torun gözlemek, bayramdan bayrama bile görememek ne zormuş meğer. Yemeğimi kendim pişirir, kendim yerdim, elim ayağım tutardı eskiden. Torunlarımla oynayamaz mıydım senede birkaç gün bile, niye gelmez oldular yanıma? Saçlarım çok azaldı ve bembeyaz, yüzüm de ay parçası sayılmaz. Su istemek ne zormuş birinden, yaşlanmak ne zormuş! En güvendiği kemikleri bile taşımıyormuş insanı. Çocukluğun şirinliği varmış yine, zahmeti çekilirmiş, yaşlıların duasını, bereketini, sohbetini, hürmetin sevabını bilen var mı ki?

Aman, ben de kendimi yaşlı yerine koyup ne boş şeylere içerlemişim meğer! Şimdi bir hastane odasında yaşam ünitesine bağlıyım. Sadece hayâl meyâl görüyorum son kez görmek maksadıyla gelen çocuklarımı, torunlarımı. Evet, hâlâ hepimiz nefes alıp veriyoruz ama söz yok bundan böyle! Her ruh kendi âlemine çekilmiş. İşte son bakışlar, vedalar! Ama bilseydim, hayatı başka türlü yaşardım.

Şu yanı başımda oturan ve gözyaşları ellerime damlayan oğlum var ya, onun doğduğu günü hiç unutmam. O yumuk yumuk ellerini ilk tuttuğum an, hiçbir duyguyla kıyaslanamazdı. İlk “Baba” deyişi, ilk yürüyüşü, ilk gülüşü… Şimdi iki oğlu, bir kızı var, onlar bile delikanlı oldular. O son bakışı iyi tanırım, hepsi de o duyguyla karşımdalar. Olsun, yine de yılların açlığını bir son bakış giderdi. Geldiler sonunda, dedelerinin yanı başındalar.

Hayat bir göz açıp yummalıkmış. Bilsem, böyle mi yaşardım? Şu an gözlerimle bile konuşamıyorum. Artık bu, kalplerin vedası oldu; son dokunuş, son rötuş… Nasıl bir koşturmacayla, telâşla geçti yıllar! Bir an durup düşünmemişim yolun bu sokağa çıkacağını. Taze yüze çizgiler çiziyor dünya. Çukurlar açıyor göz kenarlarında. Belini de büküyor ama umut bitmiyor işte!

İlk âşık olduğum, ayağımın yerden kesildiği o an, niye durakaldı önümde şimdi anlamadım? Bütün ömür o andan ibaret gibi. Neredeyse sütten kesildiğim güne eriyor aklım. Anacığımın sesini, kucağını hiç unutamadım. Mezar da öyle sıcak mıdır acaba?

Daha yolun başındayım, bir sayfa kapanmak üzere sadece. Sonsuzluğa açılacak bir kapı eşiğindeyim, içimde bambaşka kıpırtılar var. İlk nasıl yürümüştüm babama doğru ve düşmüştüm arkama? Arkama bakma zamanı değil şimdi. Koskoca bir hayat daha başlayacak bedensiz, sonsuz. Yine kavuşmak vardır bir yerlerde. Bir zaman daha yaratılacaktır; bir dünya daha, bir beden daha… Adı başka olsa da…

Aklımın hızına inat, kıpırdamadan yatıyorum yatağımda. Aklım bütün kareleri en hızlı hâliyle slayt yapmış, izletiyor. En değersiz zannettiğim anlarım bile zumlanarak akıyor zihnimde. En çok nerede kaldı ki aklım? Deli gençliğimde mi, masal çocukluğumda mı, düğünümde mi, ilk baba oluşumda mı? İlk torun kokusunda mı? Anacığımın kucağında mı, yoksa mezarında mı? İlk maaşımın sevincinde, ilk alışverişimde mi? İlk orucumda, ilk açlığımda mı? İlk bayram namazımda, ilk bayramlığımda mı? Yoksa ilk oyuncağımda mı? Bir türlü karar veremiyorum.

Üzgün olurum sanırdım böyle bir ânı hayâl ettiğimde. Hâlbuki ne duygular karıştı birbirine! Torunlarımın şu pişmanlık dolu bakışları olmasa, doyasıya izlerim kendi hayatımın film şeridini. Hemşire ışığı kapatsa, dalsam bir derin uykuya… Dizlerimin dibinde oturan ve bana gülümseyen ömrüm, bebekliğimi hatırlayınca ağlamadan emziğimi veriyor. İlk sevdiğim kızı hatırlayınca getiriyor karşıma. Bebeğimi kucağıma veriyor heyecanlı bekleyişimin ardından. Ağaçlara bile tırmanıyorum, topa vuruyorum var gücümle. Koşuyorum durmak bilmeden, uyuyorum derin derin. Anacığımın, sobanın fırınından çıkardığı ekmeğin üstüne tereyağı sürüp bir güzel yiyorum. Karlar beni bekliyor dışarıda.

Duyuyorum, “Bilinci yerinde ama hareketsiz yatıyor” diyorlar kapıdan acıyla içeri giren kızıma. Kardeşler sarılıyor birbirine. Ama yine karlar beni bekliyor dışarıda. Neyse, şu an bir yaşıma daha girdim, yeni bir şey öğrendim. Gerçekten anlamsız bir an bile yokmuş hayatta!