İlk isyan: Haset

Takdire razı olmamak, hasetle bakmak ve daha da kötüsü bu hasetle Allah’a isyan edecek tutumlar içine girmek, iblisin yaptığından farklı değildir. Bu bize Allah’ın rahmet ve merhametini kaybettirecek, bizi Cennet’ten mahrum bırakacak en aslî duygudur. Çünkü bütün günahların başında haset duygusuyla Allah’ın emrine karşı gelme gafleti vardır.

ALLAH’ın takdir ettiğini hazmedememe duygusu, haset vahametinin başlangıcıdır. Başlangıcıdır; çünkü bütün menfi duygular arasında “haset” denilen bu zavallılık hâli, başka kötü duyguların ve o duyguların gerektirdiği günahkâr eylemlerin de müsebbibidir.

Haset (hased) kelimesi TDV Sözlük’te şöyle geçer: “Başkasının sahip olduğu maddî veya mânevî imkânların kendisine intikal etmesi veya kıskanılan kişinin bu imkânlardan mahrum kalması yönündeki istek ve niyet.”

Bahsedildiği üzere bir niyet ve taleple birliktedir haset. Sadece içten bir çekememe olarak kalmaz, çekilemeyen kişinin sahip olduğu şeyden mahrum olması yönünde bir isteği de doğurur. İşte bu tutkuyla kişi, günah eylemlere de tevessül eder.

Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratmak istediğinde melekler bunu anlamaya çalışmış, şeytan ise duruma tamamen hasetle yaklaşmıştı. Öyleyse haset nuranî bir duygu değil, ateşten bir duyguydu. İnsan hasetle baş başa kaldığı tüm anlar boyunca kalbinde bir ateş yanıyor ve bu ateş onu günah tutkuların peşinde, isyan dolu bir tabiata sürüklüyordu.

Ölüm Meleği, arzdan toprak alıp Rabbine götürdü. Yaradan toprağı özel bir su ile ıslattı. Ve balçık olana kadar kendi hâline bırakıldı. Bu balçığa insan biçimi verildi. Bu biçim kurumaya bırakıldı. İyice kurudu ve sert bir hâl aldı. Henüz ruh üflenmemişti. Fakat hasetle yanan bir düşmanı vardı artık: Şeytan…

O, cesedin yanına gidiyor, “Ne için yaratıldın, söyle!” deyip duruyordu. Kendisinden daha yüksek mevkide olabileceği ihtimâliyle kini gitgide artıyordu. Bazı âlimlere göre 40 yıl süren bir bekleyiş süreci vardı. Bu süreçte şeytan, hasedi büyüten sorularla kavrulup duruyordu. Melekleri de aynı endişeye düşürmek istiyordu. Fakat melekler için Allah ne dediyse oydu. Ötesi düşünülmeye bile değmezdi. “Biz Rabbimizin emrine itaat ederiz” diyorlardı.

Şeytan, hasedin ve kinin kararttığı varlığıyla yeminler ediyor, insanoğluna baş eğmeyeceğini, ondan intikam alacağını söyleyip duruyordu. Şimdi hareket dahi etmeden öylece duran bu çamurun kendisinden daha şerefli bir varlık olacak olması kanına dokunuyor, bu düşmanlıkta yanına da yoldaş arıyordu.

Hazreti Âdem’in hayat bulma zamanı gelmişti. Yaradan şöyle buyurdu: “Ben onu tesviye ettiğim ve Kendi ruhumdan üflediğim zaman derhâl ona secde ile tazim edin.” (Hicr, 29)

Hazreti Âdem burada bir kıblegâhtı. Secde her zaman olduğu gibi Allah’aydı.

Melekler Allah’ın emrine itaat edecek olmakla yeteri kadar şendiler. İblis ise hâlâ “ben” duygusunda yanıp tutuşuyordu.

Allah’ın ruh lütfuyla Hazreti Âdem hayat buldu. Bütün melekler “Allah-u Ekber” diyerek secde ettiler. İblis ise hasediyle öylece duruyordu. Yaradan sordu: “Allah, ‘Ey iblis!’ dedi, ‘Kendi ellerimle yarattığım şu varlığın önünde secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü taslıyorsun, yoksa ululardan mısın?’. İblis, ‘Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın’ diye cevap verdi.” (Sâd, 75-76)

Haset öyle bir körlük ve şuursuzluk hâliydi ki Allah’ın emrine karşı gelme cüretini bile peydah ediyordu. Haset, kin ve nefret iblisi esir almışken, Yaradan’a karşı gelme hâdsizliğine bile kolayca düşebilmişti. Ve Yüce Allah şöyle seslendi iblise: “Allah, ‘O hâlde çık oradan!’ dedi, ‘Sen artık kovuldun’.” (Sâd, 77)

Artık kıyamette dahi Allah’ın rahmetinden yoksun olacaktı. Lânet üzereydi iblis. Ama hâlâ hasetle baş başaydı. Pişman olmadı. Af dilemedi. Rabbine yalvarmadı. İnsanoğlunun tekrar diriltileceği güne kadar mühlet istedi. Ve Allah’a yemin etti; o güne kadar insanları azdırmak için çabalayacaktı.

Hazreti Âdem’e ve yeryüzünün halifesi olarak seçilmiş insanoğluna büyük bir iş düşüyordu: İblisin fısıltılarına uymamak… Çünkü iblis, haset ve kinle, “ben” duygusuyla kovulmuş ve rahmetten düşmüştü. Artık melundu. İnsanoğlu da şeytana kulak verdiği sürece Rabbin rahmetinden uzak düşecekti. Cennet’i kaybedecekti. Ve ilk kayıp, haset sahibi iblisin dost görünümlü tavrına yenik düşmekle başladı. Cennet artık bizim için tekrar kazanılması gereken bir yerdi. Ve bunun için dünya imtihanından geçmek gerekiyordu. Bu imtihanda şeytan da bize kaybettirmek için silahlarını kuşanmıştı.

Ne zaman bir yerde birilerinin sahip olduğu maddî-manevî güzelliklere hasetle baksak orada şeytanî bir duyguda Allah’ın rahmetinden kopacak olma hâlini akla getirmek gerek. Herkesin sahip olduğu Allah’ın takdiridir. Bu takdire razı olmamak, hasetle bakmak ve daha da kötüsü bu hasetle Allah’a isyan edecek tutumlar içine girmek, iblisin yaptığından farklı değildir. Bu bize Allah’ın rahmet ve merhametini kaybettirecek, bizi Cennet’ten mahrum bırakacak en aslî duygudur. Çünkü bütün günahların başında haset duygusuyla Allah’ın emrine karşı gelme gafleti vardır.

Biz insanlar melekler kadar temiz olamayız ama bazılarımız şeytan kadar beter olabiliyor. Yoksa bunca masum kanı döken, çocukları aç bırakan, yuvaları dağıtıp vatanları bertaraf eden insan, şeytanın fısıltısına uymaktan başka ne yapıyor olabilir ki?

İlk isyandı; haset ve benlik duygusu…