ALLAH’ın
takdir ettiğini hazmedememe duygusu, haset vahametinin başlangıcıdır.
Başlangıcıdır; çünkü bütün menfi duygular arasında “haset” denilen bu
zavallılık hâli, başka kötü duyguların ve o duyguların gerektirdiği günahkâr
eylemlerin de müsebbibidir.
Haset (hased) kelimesi TDV
Sözlük’te şöyle geçer: “Başkasının sahip olduğu maddî veya mânevî imkânların
kendisine intikal etmesi veya kıskanılan kişinin bu imkânlardan mahrum kalması
yönündeki istek ve niyet.”
Bahsedildiği üzere bir
niyet ve taleple birliktedir haset. Sadece içten bir çekememe olarak kalmaz,
çekilemeyen kişinin sahip olduğu şeyden mahrum olması yönünde bir isteği de
doğurur. İşte bu tutkuyla kişi, günah eylemlere de tevessül eder.
Yüce Allah yeryüzünde bir
halife yaratmak istediğinde melekler bunu anlamaya çalışmış, şeytan ise duruma
tamamen hasetle yaklaşmıştı. Öyleyse haset nuranî bir duygu değil, ateşten bir
duyguydu. İnsan hasetle baş başa kaldığı tüm anlar boyunca kalbinde bir ateş
yanıyor ve bu ateş onu günah tutkuların peşinde, isyan dolu bir tabiata
sürüklüyordu.
Ölüm Meleği, arzdan toprak
alıp Rabbine götürdü. Yaradan toprağı özel bir su ile ıslattı. Ve balçık olana
kadar kendi hâline bırakıldı. Bu balçığa insan biçimi verildi. Bu biçim
kurumaya bırakıldı. İyice kurudu ve sert bir hâl aldı. Henüz ruh üflenmemişti.
Fakat hasetle yanan bir düşmanı vardı artık: Şeytan…
O, cesedin yanına gidiyor,
“Ne için yaratıldın, söyle!” deyip duruyordu. Kendisinden daha yüksek mevkide
olabileceği ihtimâliyle kini gitgide artıyordu. Bazı âlimlere göre 40 yıl süren
bir bekleyiş süreci vardı. Bu süreçte şeytan, hasedi büyüten sorularla kavrulup
duruyordu. Melekleri de aynı endişeye düşürmek istiyordu. Fakat melekler için
Allah ne dediyse oydu. Ötesi düşünülmeye bile değmezdi. “Biz Rabbimizin emrine
itaat ederiz” diyorlardı.
Şeytan, hasedin ve kinin
kararttığı varlığıyla yeminler ediyor, insanoğluna baş eğmeyeceğini, ondan
intikam alacağını söyleyip duruyordu. Şimdi hareket dahi etmeden öylece duran
bu çamurun kendisinden daha şerefli bir varlık olacak olması kanına dokunuyor,
bu düşmanlıkta yanına da yoldaş arıyordu.
Hazreti Âdem’in hayat
bulma zamanı gelmişti. Yaradan şöyle buyurdu: “Ben onu tesviye ettiğim ve Kendi
ruhumdan üflediğim zaman derhâl ona secde ile tazim edin.” (Hicr, 29)
Hazreti Âdem burada bir
kıblegâhtı. Secde her zaman olduğu gibi Allah’aydı.
Melekler Allah’ın emrine
itaat edecek olmakla yeteri kadar şendiler. İblis ise hâlâ “ben” duygusunda
yanıp tutuşuyordu.
Allah’ın ruh lütfuyla
Hazreti Âdem hayat buldu. Bütün melekler “Allah-u Ekber” diyerek secde ettiler.
İblis ise hasediyle öylece duruyordu. Yaradan sordu: “Allah, ‘Ey iblis!’ dedi, ‘Kendi ellerimle yarattığım şu
varlığın önünde secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü taslıyorsun,
yoksa ululardan mısın?’. İblis, ‘Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten yarattın,
onu çamurdan yarattın’ diye cevap verdi.” (Sâd, 75-76)
Haset öyle bir körlük ve
şuursuzluk hâliydi ki Allah’ın emrine karşı gelme cüretini bile peydah
ediyordu. Haset, kin ve nefret iblisi esir almışken, Yaradan’a karşı gelme hâdsizliğine
bile kolayca düşebilmişti. Ve Yüce Allah şöyle seslendi iblise: “Allah, ‘O hâlde çık oradan!’ dedi,
‘Sen artık kovuldun’.” (Sâd, 77)
Artık kıyamette dahi
Allah’ın rahmetinden yoksun olacaktı. Lânet üzereydi iblis. Ama hâlâ hasetle
baş başaydı. Pişman olmadı. Af dilemedi. Rabbine yalvarmadı. İnsanoğlunun
tekrar diriltileceği güne kadar mühlet istedi. Ve Allah’a yemin etti; o güne
kadar insanları azdırmak için çabalayacaktı.
Hazreti Âdem’e ve yeryüzünün halifesi olarak seçilmiş insanoğluna büyük
bir iş düşüyordu: İblisin fısıltılarına uymamak… Çünkü iblis, haset ve kinle,
“ben” duygusuyla kovulmuş ve rahmetten düşmüştü. Artık melundu. İnsanoğlu da
şeytana kulak verdiği sürece Rabbin rahmetinden uzak düşecekti. Cennet’i
kaybedecekti. Ve ilk kayıp, haset sahibi iblisin dost görünümlü tavrına yenik düşmekle
başladı. Cennet artık bizim için tekrar kazanılması gereken bir yerdi. Ve bunun
için dünya imtihanından geçmek gerekiyordu. Bu imtihanda şeytan da bize
kaybettirmek için silahlarını kuşanmıştı.
Ne zaman bir yerde birilerinin sahip olduğu maddî-manevî güzelliklere
hasetle baksak orada şeytanî bir duyguda Allah’ın rahmetinden kopacak olma
hâlini akla getirmek gerek. Herkesin sahip olduğu Allah’ın takdiridir. Bu
takdire razı olmamak, hasetle bakmak ve daha da kötüsü bu hasetle Allah’a isyan
edecek tutumlar içine girmek, iblisin yaptığından farklı değildir. Bu bize
Allah’ın rahmet ve merhametini kaybettirecek, bizi Cennet’ten mahrum bırakacak
en aslî duygudur. Çünkü bütün günahların başında haset duygusuyla Allah’ın
emrine karşı gelme gafleti vardır.
Biz insanlar melekler kadar temiz olamayız ama bazılarımız şeytan kadar
beter olabiliyor. Yoksa bunca masum kanı döken, çocukları aç bırakan, yuvaları
dağıtıp vatanları bertaraf eden insan, şeytanın fısıltısına uymaktan başka ne
yapıyor olabilir ki?
İlk isyandı; haset ve benlik duygusu…