
HİÇBİR dağın, hiçbir beldenin, hiçbir toprağın ve hiçbir ülkenin bile diğerine göre gerçekte bir ayrıcalığı ve üstünlüğü yoktur. Bir yere şeref veren etken, orada oturan insanlar ve onların insanlığa yaptığı katkılardır.
İnsanlar içerisinde şeref dağıtanların merkezinde hiç şüphesiz zâtî birliğe ve tecelliye işaret eden eylemleri yapanlar yer alır. Bunların başında da bilim, ilim ve hikmet sahipleri önde gelir. Günümüzde bilim denince dar çerçevede sadece maddî ölçülerle üzerinden veri toplanabilen bilim dalları geliyor. Bunları tek başına gerek insanlık için yeter şart olarak görmek eksik kalır. İlim ve hikmet ötesinde zâtî birliğe ve tecelliye işaret eden oluşumlarda katkısının olması, bir insanın gerçek anlamda bir beldeye şeref vermesini yeterli kılmaz.
Zâtî birlik ve tecelliye giden yolda sırasıyla Ehad ve Vahid oluşumlar yola yardımcı olur. Her iki kelime de netice itibariyle “Bir” terimine karşılık gelse de birisi Zâtî, diğeri ise isim ve sıfatlarda “Bir” terimine karşılık gelir.
Bu noktadan bakıldığında, topluma faydalı insan tiplemelerinin ciddî seçilmiş kodları olduğu anlaşılıyor. Bunun temelinde yatan nedenlerin başında emek ve gayret görülebilir. Her bir emek ve gayret, “insanlığa faydalı iş” demektir.
Bilimsel verilerden çıkıp ilim ve hikmet yolculuğuna revan olmak ve en nihayetinde hakikatin zuhura gelmesi için gayret gerektiğinin zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bu durum iş ve meslek erbabının gerekliliğini ortaya çıkarıyor. İş ve meslek sahibi olmanın yolu bir sanat ehli olmaktan geçiyor.
Günümüzde gerek ara eleman, gerekse konusunda uzman doktoralı elemanların varlığı her iki durumun da bir sanat yönünün olmasını zorunlu kılıyor. Özellikle gelişmekte olan ülkeler ile Müslüman ülkelerin sanat ehli bireyler yetiştirmekte mahir olmaları zorunludur. Ancak günümüzde bunun çok az olduğunu görüyoruz. Bu durum geleneğin değil, bireylerin hatalarıdır. Ayrıca bu, toplumda beklentilerin şahsî menfaatten öte bireylerin sanat erbabı olmaları noktasında gereken özeni göstermediklerinin bir işaretidir.
Özellikle iki asırdır İslâm coğrafyasında kan gövdeyi götürüyorsa bunu sanat ehli kişilerin az oluşuna bağlamak yanlış olmayacaktır.
Bireylerin işlerinde sanatlarını icra ederken marifet sahibi olmaları gerekir. “Bilgi” anlamına gelen “marifet” kelimesi, ilimle eş anlamlı oluşu dikkate alındığında “cehaletten şiddetle uzaklaşılmış bir duruma” karşılık gelir.
Bizim ve İslâm ülkelerinin geleneğinde merkez nokta ve etrafındaki hareketlilik esastır. Yani doğruların merkez noktayı oluşturup asrın idrakine uygun yeni söylemlerin başarılması gerekir. Eğitim ve öğretim sisteminin merkezinde de bu olmalıdır. Tek başına maddî bilimin yeterli olmayacağı sağır sultanın bile kulağında artık. Zira tek başına maddî bilim ve teknolojiyi öncü kabul eden ABD, Avrupa ve diğer yamyam Batı dünyası, hep birlikte küçücük Gazze’yi kan gölüne çevirmekten öte bir insanlık katliamı yapıyor. Tek başına maddî bilimin rehber edinilmesi her zaman bu tür cellatlık işleri normal gösterir.
İnsan madde, mânâ ve ruh gibi değerlerden oluştuğu için her bir potansiyelin yansıtılması zorunludur. İnsan bu tür yönlerle nefes alır ve hayatını devam ettirir. İnsanı sadece yok olacak ve düşünebilen maddî bir bedenden oluşmuş varlık olarak görmekse insanlığın intiharıdır. Bu nedenle ilim ve irfan sahibi olmak zaten marifet sahibi olmayı gerekli kılmaktadır.
Günümüzde gençliğin, eğitimin ve İslâm ülkelerindeki sorunların temelinde yatan en önemli nedenlerin başında gençliğin çıplak bir bilimle sanat ve marifetten yoksun yetişiyor olması vardır. Üniversiteden alınan diplomanın sadece “lisans/izin belgesi” olduğu gözlerden kaçıyor.
Bugün gençlerin ivedilikle sanat ve marifet eksenine çekilmesi gerekir. Ayrıca bunların toplumun geneline de yayılması ile zâtî birliğe ve mânâ tecellisine beşiklik etmesi gerekir. Bunun için aklın kendi eksenini kaybetmemesi şarttır. Eksenden maksat, bir yere şeref veren, orada oturan insanlar ve insanlığa yaptığı katkıların içinin doldurulmasıdır.
Bunun için yapılması gereken, yok olmaya işaret eden toprakta çürüyen tohum, sadece merkeze konulan insan ve insanın yaşadığı yere şeref veren mânânın inşâ edilmesidir. Böyle bir bina asla bir işgalcinin etkisi altına girmez. Kimse dokunamaz ve yıkamaz.
Bugün Kudüs şerefli bir belde ise, oranın manevî bir değerinin ololmasındandır. Bu nedenle Kudüs ve Gazze’ye yapılan işgal girişimi, Türkiye ve bütün İslâm ülkelerinin de sorunudur. Bu sorunu görmezden gelenler yok olmaya mahkûmdurlar. Onları tarih yok edecektir.