İlim nedir, ne değildir? (7): Yeni Güneş Sistemi

Güneş’ten 7 milyar kilometre uzaklıktaki cisimlerin gözlemevinden yapılan gözlemlerle büyüklüklerinin net tayini şüphe götürmekte. Verilen ebatların ileride düzeltilmesi söz konusu…

GEÇEN sayıda Yeni Güneş Sistemi mevzuuna Yûsuf Sûresi 4’üncü ayet-i kerime ile giriş yapmıştık. “Necm” kelimesi ile “kevkeb” kelimesinin farkının iyi anlaşılmadığı görülüyor. Özetle, tekrarında yarar var.

Kur’ân-ı Kerim’de geçen ve yıldızlardan bahis olunan birçok ayetten misaller vermiştik. Hepsinde “yıldız” kelimesinin Arapça karşılığı olan “necm” kelimesi geçiyordu. Yûsuf Sûresinde ise “kevkeb” ismi vardı. Bu farklılıkla her iki gökcisminin ayrı özellikte olduğunun vurgulandığını, bunun Kur’ân-ı Kerim’in mucizelerinden olduğunu söylemiştik.

“Necm” kelimesi yıldızı, “kevkeb” ise gezegenleri (seyyareleri) gösteriyordu. Bugün biz, yıldızların çoğunlukla hidrojen ve helyum gazı barındırdığını, öncelikle hidrojenin yanarak uzaya ısı, ışık ve radyasyon şeklinde salındığını biliyoruz. Gezegenler ise dış yüzeyleri soğuyarak katılaşmış, yıldızın (çekimine) cazibesine tâbi, onun etrafında turlayan (dönen) gökcisimleridir. Gökte parlak olarak görülmeleri, yıldızdan almış oldukları ışığın yansımasından ibarettir.

Yûsuf Sûresi’nin başlangıcında dikkatimizi celp eden çok önemli bir husus var. Üçüncü âyet-i kerime, Yûsuf’un (aleyhisselâm) kıssasına “ahsene’l-kasas” yani “kıssaların en güzeli” tanımını getiriyor. Neden en güzeli?

Kur’ân-ı Kerim’de bazı peygamberlerin hayatı daha uzun, daha ilginç bir şekilde geçmektedir. Meselâ Mûsa (aleyhisselâm) öyledir. Yûsuf’un (aleyhisselâm) kıssasında (birkaçı hariç) mucize görülmezken, Mûsa’nın (aleyhisselâm) kıssası mucizelerle doludur. Öncesi, doğumu, ergenliği ve peygamberlik süresinde akıl almaz hâdiselere şahit oluruz. Nuh (aleyhisselâm) ise, bin sene süren ömründe inkârcıların yapmış olduğu eziyetler, işkenceler, hileler ile ibrete şamil bildirilmektedir. Yeryüzünün tamamını kaplayan Tufan, beşer tarihinin bir dönüm noktasıdır. Islah olmaz nefisleriyle suya gark inkârcıların yanında dünya hayatının yeni sakinlerini taşıyan “Nuh’un Gemisi”, Tufan Hâdisesi’nin esrarlı vasıtasıdır. Bütün bunlar gün gibi ortadayken, Yûsuf kıssası neden “en güzel” payesi almaktadır?

Kur’ân-ı Kerim’in hususiyetlerinin biri de bazı yüksek hakikatlerin misallerle anlatılmasıdır. Kıssaya bu anlamda bakıyor, acısı ve tatlısıyla bir aile hayatından dersler çıkarırken, beri yandan Güneş Sistemi’nin meydana gelişini, sistemin muhteviyatını, beşerin macerasını, gelecekte sistem içinde insanın neler yapabileceğini öğrenmiş oluyoruz.

Dördüncü âyet-i kerimede, Güneş, Ay ve on iki gezegenin adı geçmektedir. Yakup (aleyhisselâm) Ailesi de anne, baba ve on iki evlattan müteşekkildir. Dolayısıyla güneş sistemindeki gezegen sayısı da on iki olsa gerektir. Bize göre altı çift, üç grup hâlinde sıralanmıştır: 4 küçük+4 büyük+4 küçük.

Gruplar, asteroit adı verilen irili ufaklı, milyonlarca göktaşının oluşturduğu halkalarla birbirinden ayrılır (Şekil-1). Güneşe yakın ilk beş gezegen -Utarit (Merkür), Zühre (Venüs), Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter) ve Zuhal (Satürn)-, Milât’tan önce Mezopotamya’da yaşamış olan Babiller tarafından biliniyordu. Babilliler Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerini gözlemlemişler ve tabletlerde kayıtlar tutmuşlardır.

 

Şekil-1: Yeni Güneş Sistemi

Babilliler Yer’i düz ve sabit olarak düşündüklerinden, gökcisimlerinin Yer etrafında döndüklerini varsaymışlardı. Gün batımından sonra görülen akşam yıldızının ve gün doğumundan önce görülen seher yıldızının aynı gökcismi olduğunu da fark eden Babillilerdir. Milât’tan önce 6 ve 5’inci yüzyıllarda Antik Yunanlar da aynı bilgileri tekrarlamışlardır. Antik Yunan, Babillilerin karmaşık aritmetik dizilimlerinin yanı sıra geometrik gösterime önem verdi. Antik Yunanlar, gökte olduklarından gezegenleri Babilliler gibi kutsal kabul ettiler, onlara pagan inanışlarının tanrılarının adlarını verdiler.

Aynı hastalığa Antik Romalıların da duçar olduklarını görüyoruz. Milât’tan sonra 2’nci yüzyılda Batlamyus, bu teorileri sistematik bir hâle getirecekti. “Almagest” adlı eserinde Yer’i düz ve sabit kabullenerek yedi gökcisminin genişleyen daireler hâlinde Yer’in etrafında döndüğünü resimlemişti. Bunlar sırasıyla Ay, Utarit, Zühre, Güneş, Merih, Müşteri ve Zuhal’dir (Şekil-2). Batlamyus, Yer’in özelliklerini yanlış tanımlaması bir yana, Ay ve Güneş’i de diğer beş gezegenle aynı statüye koyarak büyük yanlış yapmıştır. Kilisenin onayını alan “Batlamyus Modeli”, Engizisyon terörünün etkisiyle ta 17’nci yüzyılın başlarına kadar Avrupa kıtasında geçerli sistem olarak kabul gördü.

Şekil-2: Batlamyus Sistemi; Ay, Güneş ve gezegenler yer etrafında dönmektedir. 

İlk altı gezegenin antik çağlardan itibaren bilindiğini söylemiştik. Yedinci gezegen, 1781 yılında William Herschel tarafından keşfedildi. Ekvatoral çapı 51 bin kilometre (yaklaşık Yer’in 4 katı) olan gezegenin kütlesi, Yer’in 15 katı; hacmi ise, Yer’in 63 katıdır. Güneş’e uzaklığı ortalama 19 Astronomik Birim (AB) (19x149,5=2,841 milyar kilometre) olan gezegen, bir turunu 84 yılda tamamlamaktadır. Yani 1 yılı 84 Yer yılına eşittir. Mitolojilerden esinlenerek kendisine “Uranüs” adı verilmiştir.

1840’lı yıllarda yapılan gözlemlerle Uranüs’un yörüngesinde beklenmedik değişiklikler tespit edildi. Buna bilinmeyen yakın bir gezegeninin kütle çekiminin sebep olduğu tahmin edildi. Yapılan hesaplar, yörüngesi hakkında bilgi veriyordu. Nihayet 1846 yılında Johann Gottfried Galle, beklenilen bölgelerde (Neptün adı verilen) gezegeni gözlemledi. Güneş’ten uzaklığı 30 astronomik birim (AB) olan bu yeni gezegenin kütlesi (Yer kütlesinin 17 katı) Uranüs’ten biraz büyüktür.

Dokuzuncu gezegenin keşfi

1930 yılına kadar Güneş Sistemi’nde sekiz gezegen olduğu sanılıyordu. Sekizinci gezegenin (Neptün) yörüngesindeki değişiklikler, bilinmeyen yeni bir gezegenin mevcudiyetine bağlandı. Percival Lowell, “X gezegeni” adını verdiği bu gökcismini bulmak için yoğun çaba sarf etti. Çalışmaları sonuç vermedi ve 1916’da vefat etti. Keşif, aynı gözlemevinden araştırmalara devam eden Clyd Tombaugh’a nasip oldu. Yeni gezegene “Plüton” adı verildi. Bu ismin Antik Roma mitolojisinde geçen yeraltı tanrısının adı olduğu ifade ediliyor.

Uluslararası astronomi literatüründe geçen bütün gezegenlerin adları Roma mitolojisindeki uyduruk tanrı isimleridir. Bu husus, beşer için bir utanç tablosudur. Kâinatı yoktan var eden Allah-u Teâlâ, sistemdeki Güneş’i, Ay’ı ve gezegenleri insanların istifadesine musahhar kılmıştır. Yer’de de istifade edilen nice nimet vardır. İnsanoğlunu da yaratan Allah-u Teâlâ, sayılamayacak kadar çeşitli nimeti bizlere sunarken, “edep mefhumu” bünyesinde olmayan birileri kalkıp ilimden yoksul cahil insanların tanrı diye uydurdukları isimleri gezegenlere ad olarak koyuyor. Bu ne büyük edepsizlik! Tarifi nakabil cehalet! Bu densizliği yapanların insan cinsinden olmaları bizleri hicap duygusuna sevk ederek kıvrandırıyor. Bu nedenledir ki, (anlaşılması için) zorunlu olarak değindiğimiz bu isimleri telaffuz ederken, mazeret beyanıyla beraber Rahmân ve Rahîm Yüce Rabbimizden mağfiret talep ediyoruz.

Dokuzuncu gezegenin listeden çıkarılışı

Plüton, dokuzuncu gezegen olarak keşfedildiği 1930 yılından 2006 yılına kadar ders kitaplarında ve ilim camiasında gezegen olarak anlatıldı. 24 Ağustos 2006 tarihinde, Prag’da toplanan Uluslararası Astronomi Birliği (IAU), aldığı kararla onu gezegen statüsünden çıkardı. Neden böyle bir karar alındı? 76 sene sonra ne değişti de bu karara ihtiyaç duyuldu? Gezegen olmanın şartı varmış(!). Çok uzun zaman sonra akıllarına gelen şartları irdeleyelim: “Güneşin etrafında yörünge çizerek dönmesi, küre hacminde olması, yörüngesinin temiz olması.”

Astronomi Birliği’ne göre ilk iki şart sağlanmakta fakat üçüncü şart uygun bulunmuyor. “Kuiper Kuşağı”nda bulunan Plüton bu şartı sağlayamazmış. “Kuiper Kuşağı”, sekizinci gezegenden sonra başlayan, irili ufaklı gökcisimlerinin bulunduğu, halka şeklinde bir alan. Bu alanda milyarlarcası olduğundan yörünge mahsurlu oluyor ve Plüton bu yüzden gezegen olma vasfını kaybediyormuş. Hem gezegenin kütlesi de yetersizmiş. Çapı 3 bin 473 kilometre olan Ay ile kıyaslanınca ufak kaçıyor. Gezegen olma statüsünü kaybettiyse ne diyeceğiz? “Cüce gezegen”… Lâyık gördükleri sıfat bu!

Evvelâ Kuiper Kuşağı’nın genişliği, tahmininizi zorlayacak cinsten; Güneş’e en yakın mesafe 30 AB’den başlıyor, 50 AB’ye kadar gidiyor. Yani 20 Astronomik Birim genişliğinde. (20*149500 ≈ 3 milyar kilometre eder.) Bu, Güneş ile Uranüs gezegeni arasındaki mesafeden de fazla uzaklık demek. Uranüs 7’nci gezegen olduğuna göre, diğer altı gezegen bu ara içinde bulunuyor. Mars ile Jüpiter arasında sayısız gökcisminin barındığı asteroit kuşağı yer alıyor. Sıra Plüton’a gelince iş değişiyor. Plüton’un bulunduğu (Kuiper) kuşakta birçok gökcismi varmış. Plüton, oluşumunda etrafını temizleyememiş. Bu yüzden gezegen olamazmış. Adını verdiğiniz ilâhınız (Plüton) şimdi çöpçü mü oldu ki etrafını temizleyecekti? Size göre, temizlemediyse, ilâhınız vazifesini yerine getirecek beceriye sahip değil.

Mizah bir yana, Plüton gezegenini hafife alanların mazeretlerinden biri de 2 bin 370 kilometre olan çapını az görmeleridir. Çapı 3 bin 473 kilometre olan Ay’dan da küçük diyorlar. Gezegen büyüklükleri mevzubahis olursa, ilk grupta bulunan gezegenler ikinci gruptaki Jüpiter’den oldukça yavru kalmaktadır (bakınız Tablo-1). Merkür’ün kütlesi, Arz’ın kütlesinin yüzde 5’i kadardır. Jüpiter’in kütlesi ise Arz’ın 318 katıdır. Jüpiter ve Satürn’ün büyük uyduları (Ganymede R=5260 km; Titan R=5140 km) dahi ilk gezegenin (Merkür) 4 bin 884 metre olan çapından fazladır. Bu kıyasa göre Merkür’ün gezegen sayılmaması lâzım. Bunlardan iriliğin gezegen olma vasfını (statüsünü) belirleyemeyeceği anlaşılmaktadır.

 

Tablo-1: Güneş Sistemi’nde ilk grup gezegenlerin ikinci grup gezegenlerle büyüklüklerine göre kıyası. (1. Utarit-Merkür; 2. Zühre-Venüs; 3. Yer-Arz; 4. Merih-Mars; 5-Müşteri-Jüpiter; 6. Zuhal-Satürn; 7. Iraküs-Uranüs; 8. Naptün-Neptün…)

Plüton’un gezegen statüsünü tartışmaya açan Uluslararası Astronomi Birliği (IAU), 24 Ağustos 2006 tarihinde Prag’da toplandı. IAU’nun bünyesinde bulunan yaklaşık 10 bin astronomdan 424’ü değerlendirmeye katıldı. Plüton, toplantıda bulunanların çoğunluğuyla gezegenlikten çıkarılıp “cüce gezegen” sınıfına konuldu. Dikkat edilirse, rey verenlerin sayısı, mevcut üye sayısına nazaran çok azınlıkta kalmaktadır.

IAU’nun bu keyfî uygulamasına haklı olarak karşı çıkılmış, işin uzmanlarınca tenkitler yapılmıştır. NASA yöneticilerinden Jim Bridenstine, gazetecilere verdiği demeçte, “Bilginiz olsun, benim görüşüme göre Plüton bir gezegendir. ‘NASA, Plüton’u bir kez daha gezegen ilân etti’ diye yazabilirsiniz. Ben bu sözün arkasındayım, bu şekilde öğrendim ve bu bilginin doğruluğunu kabul ediyorum” demiştir.

Diğer bir haberse şöyle: ABD’nin Teksas eyaletinde düzenlenen “International Planetery Science Conference”de ilim insanlarının Plüton’un gezegen statüsünün kabul edilmesi için kampanya başlattılar. Ekip adına açıklama yapan Johns Hopkins Üniversitesinden Kirby Runyon, “Bir gökcisminin asıl özelliğiyle alâkadarsanız, IAU’nun gezegen tanımı değersiz kalır” dedi. Central Florida Üniversitesinin Florida Uzay Enstitüsü araştırmacıları da IAU’nun gezegenin yörüngesini temizlemesi kriterinin geçersiz olduğunu belirttiler. Araştırmacı Richard Grey (Pluto should get back planet status, say astronomers; 10 Ağustos 2008, The Telegraph), Plüton’un birçok astronom tarafından gezegen olarak kabul edildiğini ifade etmektedir (Fotoğraf-1).

 

Fotoğraf-1: Plato’nun (Plüton) New Horizons Uzay Aracı tarafından 14 Temmuz 2015’te 450 bin kilometre uzaklıktan görünüşü.

Güneş’ten 7 milyar kilometre uzaklıktaki cisimlerin gözlemevinden yapılan gözlemlerle büyüklüklerinin net tayini şüphe götürmekte. Verilen ebatların ileride düzeltilmesi söz konusu. Bu noktada şu ayrıntıya yer vermeli: New Horizons Uzay Aracı, 19 Ocak 2006’da fırlatıldı. İlk sekiz gezegeni geçerek Temmuz 2015’te Plüton’un en yakın noktasından geçti. Gönderdiği verilere göre, gezegende 3 bin 500 metre yükseklikte dağlar olduğu söyleniyor. Cüce olarak tanımlanan gezegende yüksek irtifaların bulunması soru işareti.

Neden “cüce” yapılıyor?

Kuiper Kuşağı’nda, çeşitli ebattaki göktaşları ve asteroitlerle birlikte Plüton ayarında gökcisimleri tespit edildi. Plüton gezegen olarak durursa, onlar arasındakileri veya yeni keşif olacakları gezegen olarak tanımak mecburiyetinde kalacaklar. Sayı artar, bakarsınız 12 olur. O zaman beşer adına beklenen mucize gerçekleşmiş olur. İslâm âlimlerinin eserlerinde gezegenlerin sayısının 12 olmasına dair bilgiler verdikleri biliniyor. Meselâ Said-i Nursî, 1930’lu yıllarda yazdığı risalelerde (33’üncü Söz, 30’uncu Lema) adedin 12 olduğunu söylüyor. Hakikatin anlaşılması, dünyada büyük yankı uyandıracaktır. İnsanların İslâmiyet’e karşı alâkasının artması, İslâm düşmanlarının Yaratıcı ile alay eder gibi mitolojik uydurma ilâhlar lanse eden ateistlerin hiç işlerine gelir mi?

Plüton’dan başlayarak ihtimâlleri devre dışı bırakacaklar ki bunun önü alınsın ve sekiz sayısı sabitlensin, endişeleri izale olsun. Fakat bilmeleri lâzım ki, korkunun ecele faydası yok!

Kuiper Kuşağı’nda çok sayıda gökcismi olduğu, Plüton kabul edilirse onların da geçerli olacağı, böylece gezegen sayısının yüze veya yüz elliye çıkabileceği, hatta daha önce keşfedilmiş olan birinci asteroit kuşağındaki Ceres’in bile aynı statüye girebileceği düşünülüyor. Mazeretleri ilmî değil!

1) Birinci ve ikinci kuşakta bulunan cisimlerin iri olanları, gezegen vasfına haiz olmamakta ancak asteroit olarak değerlendirilebilmektedir. Asteroitler göktaşlarından büyük olmakla birlikte, şekilleri belirsiz olan gökcisimleridir. Ceres asteroidi bunlardan biridir. Büyüklüğü 960 kilometreye ulaşmaktadır. Uydusu yoktur.

2) Gezegenlerin ana vasfı, Güneş’in kütlesel çekim gücü etkisinde etrafında yörünge çizerek turlamalarıdır. Kuiper Kuşağı’ndaki iri gökcisimlerinin tamamının düzgün bir yörüngeye sahip olduğunu söyleyemeyiz. Gezegenler Güneş’ten uzaklaştıkça yörünge hızları azalır; bir tur için kat ettikleri yol büyür. Meselâ Merkür’ün ortalama yörünge hızı saniyede 47,9 kilometre iken Yer’in 29,8 kilometredir. Plüton’un ortalama yörünge hızı ise saniyede 4,7 kilometredir. Merkür Güneş etrafındaki turunu 88 Yer gününde tamamlarken, Plüton ise 248 yılda ancak tamamlayabilmektedir. Anlaşılmalıdır ki, müthiş uzaklıktaki cisimlerin dolanım müddetleri hesap iledir. Yani gözleme dayanmamaktadır. Dolayısıyla Kuiper Kuşağı’nda, yakın senelerde keşfedilen her iri gökcisminin yörünge çizebileceğini söylemek bir faraziyeden ibarettir.

3) Gezegenlerin belirli vasıflarından biri de uydularının bulunmasıdır. Bir gökcisminin uydusunun bulunması demek, o uyduyu kendi çevresinde yörüngede tutabilecek çekim gücüne yani küresel kütleye sahip olması demektir. Kuiper Kuşağı’nda uydusu olan gökcisimlerine gezegen gözüyle bakabiliriz, ancak uydusu olmayanları rahatlıkla eleyebiliriz. Bu bilgi ışığında bu kuşakta gözlemlenen birkaç cisim gezegen olma vasfına sahip olabilir.

Haklı olarak şu soruların cevabı istenebilir: On iki gezegenin mevcudiyetinden bahsediliyorsa, nerede bu gezegenler? Neden bilinmiyor?

Bunun birkaç sebebi var:

1) Gözlem araç ve gereçlerimizin yetersizliği: İlimde, bilhassa optik dalındaki gelişmeler, gökyüzünün teleskoplarla araştırılmasına yol açtı. Başlangıçta çıplak gözle yapılan tetkikler, geliştirilen merceklerin kullanımıyla ciddî hâle dönüştü. Yüksek mevkilerde kurulan rasathaneler (gözlemevi), ışığı bize milyonlarca senede gelen yıldız sistemlerinin tetkikine imkân tanıdı. Son senelerde atmosferde Yer yörüngesine oturtulan uydu teleskoplarla uzayın bilinmeyen derinliklerini gözlemlememiz mümkün olabilmektedir. Voyager-1, Voyager-2 ve diğer uzay araçları için yapılan girişimler Güneş Sistemi’ni daha yakından ve daha doğru tanımamıza yol açmıştır. Fakat bu çalışmalar yakın denilebilecek zaman aralığındadır. Sekizinci gezegenin 19’ncu, dokuzuncunun 20’nci yüzyılda keşfedilebildiği unutulmamalıdır.

2) Güneş Sistemi’nin çok büyük hacimde olması: Sistemi üç gruba ayırmıştık. Üçüncü grubun başlangıcı sayılabilecek 9’uncu gezegenin Güneş’e mesafesi 6 milyar kilometre tutmaktadır. Diğer üç (10+11+12) gezegenin “Kuiper” adı verilen bölge içinde olduğunu varsayarsak, 8-10 milyar kilometre uzaklıklardan bahsetmiş oluruz. Bu sınırları içine alan küresel uzay hacmini hesapladığımızda yaklaşık  kilometreküp gibi bir değer buluruz ki bunun telaffuzu bile mümkün değildir. Bu hacim içinde yalnız gezegenler değil, sayısız göktaşları, asteroitler, tozlar ve keşfedilmemiş maddeler bulunmaktadır. Güneş’in kütlesel çekimi bununla sınırlı değildir. En yakın yıldız olan α Centauri ile bölgeyi paylaşmak durumundadır. İki yıldız arasındaki mesafe 4,2 ışık yılı olduğuna göre, kabaca 2 ışık yılı mesafesi Güneş’imizin çekim gücünün etkisindedir. Uzaklığın birim cinsinden değeri 125 bin Astronomik Birimdir. Diğer bir ifadeyle, Yer ile Güneş arasındaki mesafenin 125 bin katı. Yarıçapı bu değer olan kürenin hacmini varın, siz tasavvur edin! Samanlıkta iğne aramak, bu hacim içinde gezegen aramaktan daha basit ve kolaydır.

3) Milâdî 2000 yılından sonra Kuiper Kuşağı’nda keşfedilen bazı gökcisimleri, sözünü ettiğimiz gezegenler olabilir. Her ne kadar bazıları bunlara “cüce gezegen” unvanını lâyık gördülerse de… Bir kere, çapı birkaç bin kilometre olan bir gökcismi hakkında, hele uydusu da var ise, “cüce” diye geçiştirmek, “ilmî bir yaklaşım” değildir. Küresel bir gökcisminin uydusunun bulunması, yeterli bir kütleye sahip olduğunun delilidir. Böyle bir gezegen, uydusuyla birlikte ortak kütle merkezi etrafında döner. Ortak kütle merkezi gezegenin kütlesi içinde kaldığından, bu gezegen Güneş etrafında yörünge çizerken, aynı zamanda kendi ekseni etrafında dönecektir. Yani gündüzü ve gecesi olacaktır. Kendi ekseni etrafında “kısa periyotla”, Güneş etrafında ise “uzun periyotla” dönen bir gökcismi, gerçek anlamda “gezegen” vasfına hak kazanır.

Anlaşılacağı gibi, yörünge çizen bir gökcisminin uydusunun bulunması yeterlidir. Uyduya sahip olma, gezegen olmanın yeterli en önemli şartıdır.

Birinci asteroit kuşağında bulunan 960 kilometre çaplı “Ceres” adı verilen gökcisminin, yörünge çizse de uydusu olmadığından, kütlesinin yeterli olmadığı anlaşılır. Gezegen denemez ve asteroit sınıfına dâhil edilir. Plüton’un, etrafında dönen 5 uydusu vardır. 2 bin 378 kilometre çapa sahip olan bu gökcismi, kaçınılmaz olarak gezegen sınıfına girer. Kuiper bölgesinde bulunan birçok cisim, uyduları olmadığından, (bin ilâ bin 500 kilometre aralığında çapları olsa da) gezegen imtihanında elemi olurlar.

2005 yılında keşfedilen ve “Eris” adı verilen, çapı Plüton’dan az küçük fakat kütlesi ondan fazla olduğu söylenen gökcismi, eğer veriler doğru ise gezegen olarak kabul edilebilir. Zira uydusunun olduğu anlaşılmıştır. Bu cisim Güneş’ten 10,854 milyar kilometre uzaklıktadır. Bir günü yaklaşık 26 saattir. Güneş etrafında 570 yılda döndüğü hesap edilmiştir.

Gözlemler çoğaldıkça ve sistem içindeki araştırmalar derinleştikçe, nihayetinde gerçek gezegen özelliğine sahip yeni gökcisimlerinin keşfiyle sayı on ikiye çıkacaktır. Beşer tarihi göz önüne alındığında, insanoğlunun uzay macerası başlangıç safhasındadır. Gelecek, yeni hakikatleri müjdeler tarzda önümüzde durmaktadır. (Devam edecek…)