Mûsa
ve Harun’a (aleyhisselâm) atılan iftiralar
MENŞEİ vahy olan
kitaplarda, farklılığın niçin olduğunu izah etmeye çalışıyorduk. Geçen ay,
“aile ve kadın” mevzuundaki farklılığa değinmiştik. Bu kez (biiznillah) peygamberlere
olan bilgi farklılığının kaynağına inmeye çalışacağız.
“(48)
Ve Rab, aynı gün Mûsa’ya şöyle seslendi: (49) ‘Eriha karşısında, Moab ülkesindeki
Abarım dağlık bölgesine, Nebo dağına çık, mülk olarak İsrailoğullarına vermekte
olduğum Kenan ülkesini gör. (50) Ve kardeşin Harun, Hor dağında ölüp atalarına
kavuştuğu gibi sen de çıkacağın dağda ölüp atalarına kavuşacaksın. (51) Çünkü
Tih çölünde, Meriba-Kadeş sularında, İsrailoğulları önünde bana ihanet ettiniz.
İsrailoğulları arasında beni takdis etmediniz.” (Tavrat-Tesniye, 32)
Mûsa
ve Harun (aleyhisselâm) iki peygamberdir. Allah-u Teâlâ’ya karşı gelmeleri, asi
olmaları söz konusu olamaz. Çünkü peygamberler nefislerini (biiznillah) ıslah
etmiş, Allah-u Teâla’dan çok korkan, saygılı, düşmanlara karşı metin
insanlardır. Günah işleyemezler. Farz edelim ki günaha yeltendiler, fakat
yapamazlar. Çünkü mahfuz (korunmuş) tutulmuşlardır.
51’deki
ibareyi oraya sokuşturanlar, kendi günahlarını/hatalarını peygamberlere
yükleyerek kendilerini ve kavimlerini temize çıkarmak istiyorlar. Mevzunun
(özetle) aslı şöyle:
Mûsa
(aleyhisselâm), İsrailoğullarını (bir mucize sonucu) ikiye ayrılan
Kızıldeniz’den geçirip Sina’ya vasıl etti. Susayan halk, peygamberin kayaya asâsıyla
vurmasıyla çıkan sudan içirildi. Açlıktan bitap düşen İsrailoğulları
(biiznillah) gökten inan kuş eti ve helva ile ikram olundu. Bu şekilde
yollarına devam eden kafile, bir süre sonra sızlanmaya başladı. “Et ve helvadan
bıktık, soğan ve sarımsak gibi yeşillik isteriz” diye tutturmazlar mı?
Yolculuk
esnasında putlara tapar kavim gördüler. Putlarını allayıp pullayıp
süslemişlerdi. “Biz de böyle Tanrı isteriz” diye peygambere koştular. “Lâ
havle” çeken peygamber, tövbe ve istiğfardan sonra, kabilelerden tanınmış
yaşlıları alarak (ibadet etmek üzere) Tur dağına yöneldi. Bu sefer de “Rabbini
biz de görmek isteriz” densizliğinde bulunmazlar mı? Allah-u Teâlâ’nın
gazabıyla kömür hâline gelip yere serildiler. Mûsa’nın (aleyhisselâm) tövbesi,
tesbihi ve niyazıyla tekrar diriltilip canlandırıldılar. Bu hâdiseler cereyan
ederken, aşağıda İsrailoğulları peygamberin gecikmesinden dolayı
telâşlanmışlardı. Aralarında peygamberi soruşturup duruyorlardı. Samiri adında,
mesleği kuyumculuk olan bir Yahudi, “Peygamberin aradığı Tanrı’yı size
göstereceğim” diyerek altın mücevherleri kendisine getirmelerini söyledi.
Altından bir buzağı yaptı.
Eski
Mısırlılarca “inek” kutsal sayılırdı. Bu yanlış kanaat, İsrailoğullarına
efendileri olduğu Mısırlılardan geçmişti. Samiri, “İşte Mûsa Peygamber’in
aradığı tanrınız!” diye seslendi. Etrafına sevinçle toplandılar. Mûsa’nın (aleyhisselâm)
vekil olarak bıraktığı Harun (aleyhisselâm) ne kadar nasihat ettiyse de
dinlemediler. Bir kenara ittiler. Mûsa Peygamber Tur dağından inip kavminin
puta taptığını görünce çok öfkelendi. Şiddetli uyarı ve nasihatten sonra bir
kısmı hatasını anlayıp tövbe istiğfar etti. Şirkte ısrarlı olanlar
cezalandırıldıktan sonra Mûsa (aleyhisselâm), kavmiyle tekrar Kudüs’e doğru
yola koyuldu. Önlerinde muharip bir millet olan “Amelikalılar” vardı. (Buraya
kadar özetle anlattıklarımızı, Kültür Ajanda dergimizin 87’inci -Şubat 2021-
sayısında yayınlanan “İlim ve Akıl” yazımızda daha teferruatlı okuyabilirsiniz.
Lütfen bakınız.)
Devamını,
Kur’ân-ı Kerim’den izleyelim (Hasan Basri Çantay meali):
“(20)
Bir zaman Mûsa, kavmine şöyle demişti: ‘Ey kavmim! Allah’ın sizin üzerinizdeki
nimetini düşünün ki, içinizden peygamberler gönderdi, sizi hükümdarlar yaptı,
size kâinattan hiçbirine vermediğini verdi. (21) Ey kavmim! Allah’ın size
takdir ettiği mukaddes yere girin, arkanıza dönmeyin. Sonra nice zarara
uğrayanlar(ın hâlin)e dönmüş olursunuz.’ (22) Dediler ki, ‘Ey Mûsa, doğrusu
orada zorbalar güruhu var! Doğrusu, onlar oradan çıkıncaya kadar biz katiyen
giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de muhakkak giricileriz’.” (Maide, 20-22)
İsrailoğulları
Kudüs’e gitmek için önlerine çıkan düşman kuvvetleriyle çarpışmaktan
korkuyorlardı. Dünya hayatını çok sevdiklerinden ölüm riskine girmek
istemiyorlardı. Ancak şehirdekiler yurtlarını terk ederlerse gireceklerini
beyan ettiler. Şehirdekilerinse (durup dururken) vatanlarını terk etmeleri
beklenemezdi. Mûsa (aleyhisselâm) çok nasihat etti. Israrla “cihat” etmelerini
istedi.
“(24)
Onlar da (şöyle) söylediler: ‘Ya Mûsa! Onlar orada bulundukça biz oraya
ilelebet giremeyiz. Artık sen Rabbinle beraber git! Bu suretle ikiniz harp edin.
Biz mutlaka oturucularız.’ (25) (Mûsa,) ‘Ya Rab! Ben kendimle kardeşimden
başkasına sahip olamıyorum. Artık bizim aramızla o fasıklar güruhunun arasını
sen ayır’ dedi. (26) (Allah) buyurdu ki, ‘Muhakkak orası kendilerine kırk yıl
haram edilmiştir. Onlar (oldukları) yerde sersem sersem dolaşacaklardır. Artık
o fasıklar güruhuna karşı tasalanma’. (Maide 24-26)
İsrailoğulları
ceza olarak Tih sahrasında kalakaldılar. Sahrada öteye beriye amaçsız ve plânsız,
perişan vaziyette dolanıp durdular. Mûsa’nın (aleyhisselâm) duâsı kabul olundu.
Kardeşi Harun (aleyhisselâm) ve kendisi ahirete irtihâl ettiler. Kırk yıllık
süre içinde cihattan kaçan bütün insanlar öldüler. Yeni bir nesil yetişti. Yuşa
(aleyhisselâm) başlarına geçerek, ortada kalan Mûsa’nın (aleyhisselâm) isteğini
yerine getirecektir.
Görüldüğü
gibi dâvâlarına ve Mûsa’ya (aleyhisselâm) ihanet eden, o zamanki İsrailoğullarıdır.
Sonra da kalkıp suçu Mûsa Peygamber’in üzerine atarak Tevrat’ta tahribatta
bulunuyorlar. Harun’a (aleyhisselâm) da iftira atıyorlar.
“Harun, ‘Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri bana getirsin’ dedi. Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp getirdi. Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halka, ‘Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran Tanrınız budur’ dedi.” (Tevrat, Çıkış-32-2)
Bir
peygamberin put yapıp halkı davet etmesi olacak şey mi? Bırakın peygamberi, bir
âlimi, bir veliyi, alelâde bir imanlı bile bunu yapmaz. Çünkü şirk, en büyük
günahtır. Bunu Tevrat’a sokuşturanlar, şöyle bir akıl yürütüyorlar: Mûsa, dağa
çıkarken vekil olarak kardeşi Harun’u bıraktı. Altından buzağı yapılması da
hakikat. Mûsa (aleyhisselâm) gelmeyince, halk Harun’a hücum edip, “Mûsa yok,
nasıl yol bulacağız, Tanrımız nerede?” diye sıkıştırınca o da böyle bir çare
buldu diye düşünüyorlar. Peygamberliği, kervanın basit bir kılavuzu gibi görüyorlar.
Tekrar
insanlara en son gönderilen hidayet kitabı Kur’ân-ı Kerim’e dönelim. Tur
dağında Mûsa’ya (aleyhisselâm) “(Allah) buyurdu: ‘Biz senden sonra kavmini
imtihan ettik. Samiri onları saptırdı’ (Ta-Ha, 85).
“(88)
Kısacası o, kendilerine böğüren bir buzağı heykeli (döküp) çıkarmıştı. (Gerek
o, gerek etrafındakiler), ‘İşte sizin de, Mûsa’nın da tanrısı budur! Fakat
(Mûsa) unuttu’ demişlerdi. (89) Bilmiyorlar mıydı ki o (buzağı) onlara hiçbir
sözle karşılık veremiyor, onlara ne bir zarar, ne de bir fayda vermek kudretine
sahip olamıyordu. (90) Andolsun, Harun onlara daha evvel, ‘Ey kavmim! Siz bu
(buzağı) ile ancak imtihana çekildiniz. Sizin hakikî Rabbiniz, çok esirgeyen
(Allah’tır). Haydi, bana tâbi olun, benim emrime itaat edin!’ demişti. (91) Onlar
ise, ‘Biz’ demişlerdi, ‘Mûsa bize dönüp gelinceye kadar ona (buzağıya)
(tapmakta) devam etmekten kesinlikle ayrılmayacağız’.” (Ta-Ha, 88-91)
Görüldüğü
gibi buzağı putu yapan Harun (aleyhisselâm) değil, Samiri’dir. Harun (aleyhisselâm)
uğraşmış fakat engel olamamıştır.
Tevrat
ve İncil’de peygamberlere atfedilen bazı hitaplar bu mâkâma uymamaktadır.
Misâllerle izah edelim…
“(22)
Mûsa, Rabbe döndü ve ‘Ya Rab, niçin bu kavme kötü davrandın?’ dedi, ‘Beni bunun
için mi gönderdin?’. (23) ‘Senin adına Firavun’a konuşmaya gittim gideli Firavun
bu halka kötü davranıyor. Sen de kendi kavmini kurtarmak için hiçbir şey
yapmadın.’” (Tevrat, Çıkış-5)
“Ve
Rabbin öfkesi çok alevlendi. Ve Mûsa’nın gözünde kötü oldu. Ve Mûsa, Rabbe
dedi: ‘Niçin kuluna kötülükte davrandın? Ve niçin senin gözünde lûtuf bulmadım
ki bu kavmin bütün yükünü bana yüklüyorsun? Bütün bu kavme ben mi gebe kaldım?
Onları ben mi doğurdum ki emzikli çocuğun taşındığı gibi atalarına ant ettiğim
diyarda ‘Kucağında onları taşı’ diyorsun? Bütün bu kavme vermek için nereden et
bulayım?’” (Tevrat- Sayılar, 11; 10-13)”
Mûsa
ve Harun (aleyhisselâm) gibi peygamberler nasıl olur da Rablerine karşı kafa
tutar, hesap sorar tarzda konuşurlar? Bu olacak iş mi? Bunlar cahillerin ve
hainlerin uydurduğu hezeyanlardır. İşin doğrusu, Rabbimizin Kur’ân-ı Kerim’de
bildirdiği gibidir.
“(114)
Andolsun Biz, Mûsa’ya da, Harun’a da nimetler verdik. (115) Hem onları, hem
kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. (116) Kendilerine yardım ettik de
galip olanlar onlar oldular. (117) Onlara (her hakikati) apaçık gösteren o
kitabı verdik. (118) Onlara doğru yolu gösterdik. (119) Sonra gelen
(peygamberler ve ümmet)ler arasında da onlara (iyi bir nam) bıraktık. (120)
Mûsa’ya da, Harun’a da (Bizden) selâm! (121) Şüphesiz ki Biz, iyi hareket
edenleri böyle mükâfatlandırırız. (122) Hakikat, onlar mümin kullarımızdandı.” (Saffat,
114-122)
Yûsuf’a
(aleyhisselâm) atılan iftira
Komik
olan hâdiselerden biri de Yûsuf’un (aleyhisselâm) “falcı” olarak
tanıtılmasıdır.
“‘Bu
efendimin (Yûsuf’un) ondan içtiği ve hem de onunla fala baktığı kâse değil mi?’”
(Tevrat-Tekvin, 44-5)
“Ve
Yûsuf onlara dedi ki, ‘Yaptığınız bu iş nedir? Bilmediğiniz mi ki, benim gibi
bir adam elbet fal bakabilir’.” (Tevrat-Tekvin, 44-15)”
Büyük
günahlardan biri fal bakmak ve fala inanmaktır. Hiç peygamber fal bakar mı? Bu,
olsa olsa fal bakıp cemaatinin paralarını tırtıklayan kâhin hahamların işidir. Yûsuf’a
(aleyhisselâm) fal açtırıyorlar ki kendi yaptıkları meşru olsun. Kur’ân-ı Kerim
bildiriyor: “Ey iman edenler! İçki, kumar, (tapınmaya mahsus) dikili taşlar,
fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bun(lar)dan
kaçının ki muradınıza eresiniz.” (Maide, 99)
Eyyub’a
(aleyhisselâm) atılan iftira
Eyyub’a
(aleyhisselâm) isnat edilen şikâyetler ise şöyle:
“(Rabbine
sesleniyor:) ‘Sana çağırıyorum ve bana cevap vermiyorsun. Ayağa kalkıyorum ve
gözünü bana dikiyorsun. Bana karşı insafsız oldun. Elinin kuvveti ile bana eza
etmektesin. Ben iyilik beklerken kötülük geldi.’” (Tevrat-Eyub 30-25, 26)
“‘Beni
mahkûm etme! Niçin benimle çekişiyorsun, bana bildir. Gaddarlık ediyorsun. Benim
fesadımı arıyorsun. Ve senin elinden (beni) kurtaran yoktur. Ve üzerimde öfkeni
arttırırsın. Ve bana karşı ordu ardında ordu… Günlerim az değil mi? Artık yeter
ve beni bırak da biraz ferah bulayım.’” (Tevrat-Eyub 10-2, 20)
Her
peygamberin Rabbi tarafından kendisine ihsan edilmiş bir özelliği vardır. Eyyub’un
(aleyhisselâm) nişanı da “sabrıdır”. Belâlara, hastalıklara tâbi olmuş, çok
eziyet çekmiş, çok sabretmiştir. Şimdi sen tut, böyle bir peygambere “İsyan
etti” de, iftira at… Az bir eziyet karşısında isyan edenlerin iftirasıdır bu.
Gelin, şimdi hakikati faruk olan (doğruyu yanlışı ayıran) Kur’ân-ı Kerim’den
öğrenelim.
“(83)
Eyyub’u da (hatırla)… Hani o, Rabbine, ‘Hakikat bana (bu) dert (gelip) çattı.
Sen esirgeyicilerin esirgeyicisisin’ diye niyaz etmişti.
(84)
Biz de onu(n duâsını) kabul etmiş, kendisindeki o zararı gidermiş, tarafımızdan
bir rahmet ve ibadet edenler için bir hatıra olmak üzere hem ailesini, hem
onlarla beraber daha bir mislini ona vermiştik.” (Enbiya, 83-84)
“Biz
onu hakikaten sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu! Hakikat o, daima (Allah’a)
dönen (bir zat) idi.” (Sad, 44)