İlim nedir, ne değildir? (4) Peygamberlere atılan iftiralar

Şirk, en büyük günahtır. Bunu Tevrat’a sokuşturanlar, şöyle bir akıl yürütüyorlar: Mûsa, dağa çıkarken vekil olarak kardeşi Harun’u bıraktı. Altından buzağı yapılması da hakikat. Mûsa (aleyhisselâm) gelmeyince, halk Harun’a hücum edip, “Mûsa yok, nasıl yol bulacağız, Tanrımız nerede?” diye sıkıştırınca o da böyle bir çare buldu diye düşünüyorlar. Peygamberliği, kervanın basit bir kılavuzu gibi görüyorlar.

Mûsa ve Harun’a (aleyhisselâm) atılan iftiralar

MENŞEİ vahy olan kitaplarda, farklılığın niçin olduğunu izah etmeye çalışıyorduk. Geçen ay, “aile ve kadın” mevzuundaki farklılığa değinmiştik. Bu kez (biiznillah) peygamberlere olan bilgi farklılığının kaynağına inmeye çalışacağız.

“(48) Ve Rab, aynı gün Mûsa’ya şöyle seslendi: (49) ‘Eriha karşısında, Moab ülkesindeki Abarım dağlık bölgesine, Nebo dağına çık, mülk olarak İsrailoğullarına vermekte olduğum Kenan ülkesini gör. (50) Ve kardeşin Harun, Hor dağında ölüp atalarına kavuştuğu gibi sen de çıkacağın dağda ölüp atalarına kavuşacaksın. (51) Çünkü Tih çölünde, Meriba-Kadeş sularında, İsrailoğulları önünde bana ihanet ettiniz. İsrailoğulları arasında beni takdis etmediniz.” (Tavrat-Tesniye, 32)

Mûsa ve Harun (aleyhisselâm) iki peygamberdir. Allah-u Teâlâ’ya karşı gelmeleri, asi olmaları söz konusu olamaz. Çünkü peygamberler nefislerini (biiznillah) ıslah etmiş, Allah-u Teâla’dan çok korkan, saygılı, düşmanlara karşı metin insanlardır. Günah işleyemezler. Farz edelim ki günaha yeltendiler, fakat yapamazlar. Çünkü mahfuz (korunmuş) tutulmuşlardır.

51’deki ibareyi oraya sokuşturanlar, kendi günahlarını/hatalarını peygamberlere yükleyerek kendilerini ve kavimlerini temize çıkarmak istiyorlar. Mevzunun (özetle) aslı şöyle:

Mûsa (aleyhisselâm), İsrailoğullarını (bir mucize sonucu) ikiye ayrılan Kızıldeniz’den geçirip Sina’ya vasıl etti. Susayan halk, peygamberin kayaya asâsıyla vurmasıyla çıkan sudan içirildi. Açlıktan bitap düşen İsrailoğulları (biiznillah) gökten inan kuş eti ve helva ile ikram olundu. Bu şekilde yollarına devam eden kafile, bir süre sonra sızlanmaya başladı. “Et ve helvadan bıktık, soğan ve sarımsak gibi yeşillik isteriz” diye tutturmazlar mı?

Yolculuk esnasında putlara tapar kavim gördüler. Putlarını allayıp pullayıp süslemişlerdi. “Biz de böyle Tanrı isteriz” diye peygambere koştular. “Lâ havle” çeken peygamber, tövbe ve istiğfardan sonra, kabilelerden tanınmış yaşlıları alarak (ibadet etmek üzere) Tur dağına yöneldi. Bu sefer de “Rabbini biz de görmek isteriz” densizliğinde bulunmazlar mı? Allah-u Teâlâ’nın gazabıyla kömür hâline gelip yere serildiler. Mûsa’nın (aleyhisselâm) tövbesi, tesbihi ve niyazıyla tekrar diriltilip canlandırıldılar. Bu hâdiseler cereyan ederken, aşağıda İsrailoğulları peygamberin gecikmesinden dolayı telâşlanmışlardı. Aralarında peygamberi soruşturup duruyorlardı. Samiri adında, mesleği kuyumculuk olan bir Yahudi, “Peygamberin aradığı Tanrı’yı size göstereceğim” diyerek altın mücevherleri kendisine getirmelerini söyledi. Altından bir buzağı yaptı.

Eski Mısırlılarca “inek” kutsal sayılırdı. Bu yanlış kanaat, İsrailoğullarına efendileri olduğu Mısırlılardan geçmişti. Samiri, “İşte Mûsa Peygamber’in aradığı tanrınız!” diye seslendi. Etrafına sevinçle toplandılar. Mûsa’nın (aleyhisselâm) vekil olarak bıraktığı Harun (aleyhisselâm) ne kadar nasihat ettiyse de dinlemediler. Bir kenara ittiler. Mûsa Peygamber Tur dağından inip kavminin puta taptığını görünce çok öfkelendi. Şiddetli uyarı ve nasihatten sonra bir kısmı hatasını anlayıp tövbe istiğfar etti. Şirkte ısrarlı olanlar cezalandırıldıktan sonra Mûsa (aleyhisselâm), kavmiyle tekrar Kudüs’e doğru yola koyuldu. Önlerinde muharip bir millet olan “Amelikalılar” vardı. (Buraya kadar özetle anlattıklarımızı, Kültür Ajanda dergimizin 87’inci -Şubat 2021- sayısında yayınlanan “İlim ve Akıl” yazımızda daha teferruatlı okuyabilirsiniz. Lütfen bakınız.)

Devamını, Kur’ân-ı Kerim’den izleyelim (Hasan Basri Çantay meali):

“(20) Bir zaman Mûsa, kavmine şöyle demişti: ‘Ey kavmim! Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini düşünün ki, içinizden peygamberler gönderdi, sizi hükümdarlar yaptı, size kâinattan hiçbirine vermediğini verdi. (21) Ey kavmim! Allah’ın size takdir ettiği mukaddes yere girin, arkanıza dönmeyin. Sonra nice zarara uğrayanlar(ın hâlin)e dönmüş olursunuz.’ (22) Dediler ki, ‘Ey Mûsa, doğrusu orada zorbalar güruhu var! Doğrusu, onlar oradan çıkıncaya kadar biz katiyen giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de muhakkak giricileriz’.” (Maide, 20-22)

İsrailoğulları Kudüs’e gitmek için önlerine çıkan düşman kuvvetleriyle çarpışmaktan korkuyorlardı. Dünya hayatını çok sevdiklerinden ölüm riskine girmek istemiyorlardı. Ancak şehirdekiler yurtlarını terk ederlerse gireceklerini beyan ettiler. Şehirdekilerinse (durup dururken) vatanlarını terk etmeleri beklenemezdi. Mûsa (aleyhisselâm) çok nasihat etti. Israrla “cihat” etmelerini istedi.

“(24) Onlar da (şöyle) söylediler: ‘Ya Mûsa! Onlar orada bulundukça biz oraya ilelebet giremeyiz. Artık sen Rabbinle beraber git! Bu suretle ikiniz harp edin. Biz mutlaka oturucularız.’ (25) (Mûsa,) ‘Ya Rab! Ben kendimle kardeşimden başkasına sahip olamıyorum. Artık bizim aramızla o fasıklar güruhunun arasını sen ayır’ dedi. (26) (Allah) buyurdu ki, ‘Muhakkak orası kendilerine kırk yıl haram edilmiştir. Onlar (oldukları) yerde sersem sersem dolaşacaklardır. Artık o fasıklar güruhuna karşı tasalanma’. (Maide 24-26)

İsrailoğulları ceza olarak Tih sahrasında kalakaldılar. Sahrada öteye beriye amaçsız ve plânsız, perişan vaziyette dolanıp durdular. Mûsa’nın (aleyhisselâm) duâsı kabul olundu. Kardeşi Harun (aleyhisselâm) ve kendisi ahirete irtihâl ettiler. Kırk yıllık süre içinde cihattan kaçan bütün insanlar öldüler. Yeni bir nesil yetişti. Yuşa (aleyhisselâm) başlarına geçerek, ortada kalan Mûsa’nın (aleyhisselâm) isteğini yerine getirecektir.

Görüldüğü gibi dâvâlarına ve Mûsa’ya (aleyhisselâm) ihanet eden, o zamanki İsrailoğullarıdır. Sonra da kalkıp suçu Mûsa Peygamber’in üzerine atarak Tevrat’ta tahribatta bulunuyorlar. Harun’a (aleyhisselâm) da iftira atıyorlar.

“Harun, ‘Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri bana getirsin’ dedi. Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp getirdi. Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halka, ‘Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran Tanrınız budur’ dedi.” (Tevrat, Çıkış-32-2)


Bir peygamberin put yapıp halkı davet etmesi olacak şey mi? Bırakın peygamberi, bir âlimi, bir veliyi, alelâde bir imanlı bile bunu yapmaz. Çünkü şirk, en büyük günahtır. Bunu Tevrat’a sokuşturanlar, şöyle bir akıl yürütüyorlar: Mûsa, dağa çıkarken vekil olarak kardeşi Harun’u bıraktı. Altından buzağı yapılması da hakikat. Mûsa (aleyhisselâm) gelmeyince, halk Harun’a hücum edip, “Mûsa yok, nasıl yol bulacağız, Tanrımız nerede?” diye sıkıştırınca o da böyle bir çare buldu diye düşünüyorlar. Peygamberliği, kervanın basit bir kılavuzu gibi görüyorlar.

Tekrar insanlara en son gönderilen hidayet kitabı Kur’ân-ı Kerim’e dönelim. Tur dağında Mûsa’ya (aleyhisselâm) “(Allah) buyurdu: ‘Biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Samiri onları saptırdı’ (Ta-Ha, 85).

“(88) Kısacası o, kendilerine böğüren bir buzağı heykeli (döküp) çıkarmıştı. (Gerek o, gerek etrafındakiler), ‘İşte sizin de, Mûsa’nın da tanrısı budur! Fakat (Mûsa) unuttu’ demişlerdi. (89) Bilmiyorlar mıydı ki o (buzağı) onlara hiçbir sözle karşılık veremiyor, onlara ne bir zarar, ne de bir fayda vermek kudretine sahip olamıyordu. (90) Andolsun, Harun onlara daha evvel, ‘Ey kavmim! Siz bu (buzağı) ile ancak imtihana çekildiniz. Sizin hakikî Rabbiniz, çok esirgeyen (Allah’tır). Haydi, bana tâbi olun, benim emrime itaat edin!’ demişti. (91) Onlar ise, ‘Biz’ demişlerdi, ‘Mûsa bize dönüp gelinceye kadar ona (buzağıya) (tapmakta) devam etmekten kesinlikle ayrılmayacağız’.” (Ta-Ha, 88-91)

Görüldüğü gibi buzağı putu yapan Harun (aleyhisselâm) değil, Samiri’dir. Harun (aleyhisselâm) uğraşmış fakat engel olamamıştır.

Tevrat ve İncil’de peygamberlere atfedilen bazı hitaplar bu mâkâma uymamaktadır. Misâllerle izah edelim…

“(22) Mûsa, Rabbe döndü ve ‘Ya Rab, niçin bu kavme kötü davrandın?’ dedi, ‘Beni bunun için mi gönderdin?’. (23) ‘Senin adına Firavun’a konuşmaya gittim gideli Firavun bu halka kötü davranıyor. Sen de kendi kavmini kurtarmak için hiçbir şey yapmadın.’” (Tevrat, Çıkış-5)

“Ve Rabbin öfkesi çok alevlendi. Ve Mûsa’nın gözünde kötü oldu. Ve Mûsa, Rabbe dedi: ‘Niçin kuluna kötülükte davrandın? Ve niçin senin gözünde lûtuf bulmadım ki bu kavmin bütün yükünü bana yüklüyorsun? Bütün bu kavme ben mi gebe kaldım? Onları ben mi doğurdum ki emzikli çocuğun taşındığı gibi atalarına ant ettiğim diyarda ‘Kucağında onları taşı’ diyorsun? Bütün bu kavme vermek için nereden et bulayım?’” (Tevrat- Sayılar, 11; 10-13)”

Mûsa ve Harun (aleyhisselâm) gibi peygamberler nasıl olur da Rablerine karşı kafa tutar, hesap sorar tarzda konuşurlar? Bu olacak iş mi? Bunlar cahillerin ve hainlerin uydurduğu hezeyanlardır. İşin doğrusu, Rabbimizin Kur’ân-ı Kerim’de bildirdiği gibidir.

“(114) Andolsun Biz, Mûsa’ya da, Harun’a da nimetler verdik. (115) Hem onları, hem kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık. (116) Kendilerine yardım ettik de galip olanlar onlar oldular. (117) Onlara (her hakikati) apaçık gösteren o kitabı verdik. (118) Onlara doğru yolu gösterdik. (119) Sonra gelen (peygamberler ve ümmet)ler arasında da onlara (iyi bir nam) bıraktık. (120) Mûsa’ya da, Harun’a da (Bizden) selâm! (121) Şüphesiz ki Biz, iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız. (122) Hakikat, onlar mümin kullarımızdandı.” (Saffat, 114-122)

Yûsuf’a (aleyhisselâm) atılan iftira

Komik olan hâdiselerden biri de Yûsuf’un (aleyhisselâm) “falcı” olarak tanıtılmasıdır.

“‘Bu efendimin (Yûsuf’un) ondan içtiği ve hem de onunla fala baktığı kâse değil mi?’” (Tevrat-Tekvin, 44-5)

“Ve Yûsuf onlara dedi ki, ‘Yaptığınız bu iş nedir? Bilmediğiniz mi ki, benim gibi bir adam elbet fal bakabilir’.” (Tevrat-Tekvin, 44-15)”

Büyük günahlardan biri fal bakmak ve fala inanmaktır. Hiç peygamber fal bakar mı? Bu, olsa olsa fal bakıp cemaatinin paralarını tırtıklayan kâhin hahamların işidir. Yûsuf’a (aleyhisselâm) fal açtırıyorlar ki kendi yaptıkları meşru olsun. Kur’ân-ı Kerim bildiriyor: “Ey iman edenler! İçki, kumar, (tapınmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bun(lar)dan kaçının ki muradınıza eresiniz.” (Maide, 99)

Eyyub’a (aleyhisselâm) atılan iftira

Eyyub’a (aleyhisselâm) isnat edilen şikâyetler ise şöyle:

“(Rabbine sesleniyor:) ‘Sana çağırıyorum ve bana cevap vermiyorsun. Ayağa kalkıyorum ve gözünü bana dikiyorsun. Bana karşı insafsız oldun. Elinin kuvveti ile bana eza etmektesin. Ben iyilik beklerken kötülük geldi.’” (Tevrat-Eyub 30-25, 26)

“‘Beni mahkûm etme! Niçin benimle çekişiyorsun, bana bildir. Gaddarlık ediyorsun. Benim fesadımı arıyorsun. Ve senin elinden (beni) kurtaran yoktur. Ve üzerimde öfkeni arttırırsın. Ve bana karşı ordu ardında ordu… Günlerim az değil mi? Artık yeter ve beni bırak da biraz ferah bulayım.’” (Tevrat-Eyub 10-2, 20)

Her peygamberin Rabbi tarafından kendisine ihsan edilmiş bir özelliği vardır. Eyyub’un (aleyhisselâm) nişanı da “sabrıdır”. Belâlara, hastalıklara tâbi olmuş, çok eziyet çekmiş, çok sabretmiştir. Şimdi sen tut, böyle bir peygambere “İsyan etti” de, iftira at… Az bir eziyet karşısında isyan edenlerin iftirasıdır bu. Gelin, şimdi hakikati faruk olan (doğruyu yanlışı ayıran) Kur’ân-ı Kerim’den öğrenelim.

“(83) Eyyub’u da (hatırla)… Hani o, Rabbine, ‘Hakikat bana (bu) dert (gelip) çattı. Sen esirgeyicilerin esirgeyicisisin’ diye niyaz etmişti.

(84) Biz de onu(n duâsını) kabul etmiş, kendisindeki o zararı gidermiş, tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir hatıra olmak üzere hem ailesini, hem onlarla beraber daha bir mislini ona vermiştik.” (Enbiya, 83-84)

“Biz onu hakikaten sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu! Hakikat o, daima (Allah’a) dönen (bir zat) idi.” (Sad, 44)