İlim nedir, ne değildir? (16): Kâinatın yaratılışı

Avrupa’da yapılan ilim ve din ayrımı, İslâmiyet’te geçerli değildir. Çünkü “Andolsun, Biz onlara öyle bir kitap getirmişizdir ki iman edecek herhangi bir kavme hidayet ve rahmet olması için onu tam bir ilim üzere açıklamışızdır” (A’raf, 52) mealindeki ayet-i celileyi bildiren, Kur’ân-ı Kerim’in bizatihi kendisidir. O, sonsuz ilmin yeryüzü temsilcisidir.

“ŞÜPHESİZ ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra (emri) arş üzerinde hükümran olan Allah’tır…” (Araf, 54)

Kâinatın muazzam bir patlamayla var edilişinde kozmologların ittifakı olduğundan bahsetmiştik. Mekânla birlikte zaman da yaratılıyordu. Burada üzerinde duracağımız mevzu, sıfır zamandan itibaren ileriye doğru meydana gelen hâdiselerin tefekkürü ve tetkikidir. Galaksiler, içindeki yıldızlar, üzerinde yaşadığımız küre gibi gezegenler birdenbire oluşmadı şüphesiz. Doğum ile hayata (hatta ana karnında şekillenmeye) başlayan insanın bebeklik, çocukluk, ergenlik, delikanlılık ve olgunluk dönemleri olduğu gibi madde âleminin de kendine has safhaları var mı, anlamaya ve anlatmaya çalışacağız.

Fen âlimleri zamanın başlangıcından itibaren meydana gelen hâdiseleri ilimlerine göre izah etmeye çalışırlar. Deneye tâbi tutacakları mekâna, laboratuvarlarında çalıştıkları alet ve edevata sahiptirler. Zamanın ve mekânın başlangıcından evvelki durumla alâkadar olmazlar. İsteseler de bunu başaramazlar, çünkü bu hâl fen ilminin tabiatına aykırıdır. Bu “metafizik” adını verdikleri bir alandır, dinin, daha doğrusu İslâm’ın tasavvuf ilminin sahasıdır.

Kâinat yaratılmadan önce ne vardı? Mutasavvıfların bahsettiği “yokluk âlemi” yani “âdem” nasıl bir âlemdir? Canlı-cansız her nesne nasıl meydana geldi? Bu sorulara gelecek sayılarda cevap vermeye çalışacağız biiznillah…

Altı safha

1979 Nobel Fizik Ödülünü alan Amerikalı teorik fizikçi Steven Weinberg (1933-2021), “Büyük Patlama”dan itibaren atom altı parçacıklardan galaksilere gelinceye kadar meydana gelen hâdiseleri “İlk Üç Dakika” adlı eserinde altı safha olarak irdelemektedir.

Çok önceleri okuduğumuz fakat farkına varmadığımız bu değerlendirme, mevzumuzla alâkalı yapmış olduğumuz tetkiklerde “Ben buradayım!” der gibi karşımıza çıktığında bizi oldukça şaşırtmış ve de heyecanlandırmıştır. Büyük bir hazine bulmanın sevinci ve memnuniyetiyle okuyucularımıza aktarmak istedik.


Birinci safha

Hesaplar büyük patlamada muazzam bir enerji ve ısı çıkışını gösteriyor. Madde daha ortada yoktur. Maddeyi meydana getiren atomlar meydanda değildir. Bırakınız atomu, atom çekirdeğini oluşturan parçacıklar daha yaratılmamıştır.

Patlamanın başlangıcı olan sıfır zamanda tahayyül etmesi dahi zor olan enerji ve ısı davranışlarının sıkıntılarını dile getiren yazar, “Aşırı yüksek sıcaklıklar da maddenin davranışını hesaplamayı büyük ölçüde zorlaştırır. Dolayısıyla bu zorlu matematiksel problemlerden kaçınmak için hikâyemize başlangıçtan, saniyenin yüzde biri kadar sonraki bir zamandan itibaren başlayacağım. O dönemde sıcaklık 100 milyar Kelvin (10¹¹ K) derecesine kadar düşmüştü” der.

0,01 saniye sonrası ilk oluşan parçacıklar, eşik sıcaklıkları 10¹¹ Kelvinin altında olanlardır. Bunlar, elektron ve pozitron ile kuşkusuz kütlesiz parçacıklar yani foton, nötrino ve karşınötrinodur. Pozitron, elektronun karşıtı bir parçacıktır ve artı yüklüdür. Elektronla bir araya geldiklerinde birbirlerini yok ederler. Kütleli parçacıklar olan proton ve nötron daha sonra var olacaklardır. Bu safhada parçacıkların sayı olarak oranı nedir? Weinberg, “Yaklaşık olarak her bir milyar fotona ya da elektrona ya da nötrinoya karşılık bir proton ya da nötron” der.

Bunların birbirleriyle olan tepkimeleri için şu denklemleri yazar Weinberg:

Karşınötrino + proton pozitron + nötron

Nötrino + nötron elektron + proton

Birinci safhada kâinat hızla genişlemekte ve soğumaktadır. Genişleme hızı için “kâinatın karakteristik genişleme zamanını” tariflememiz lâzım. Mevcut büyüklüğün yüzde biri kadar arttığı zaman aralığının 100 katına “karakteristik genişleme zamanı” denmektedir. Bu safhadaki karakteristik genişleme zamanı 0,02 saniyedir. Yani 0,0002 saniyede bir kâinatın boyutlarında yüzde birlik artış vardır ki çok büyük bir hıza tekabül etmektedir. Bugünkü kâinatın ortalama 3 Kelvinlik ısıyla çevresinin 125 milyar ışık yılı olduğunu belirten yazar, 10¹¹ Kelvin sıcaklıktaki birinci safhanın çevresinin 4 ışık yılı olduğunu söyler. Acaba ışımanın ve parçacıkların çorba olduğu bu safhada enerjinin yoğunluğu nedir?

Weinberg bu soruya, “Bu sıcaklıktaki enerji yoğunluğu 21x10¹⁴ elektronwolt/litredir. Bu ise litre başına 3,8 milyar kilogram ya da normal yeryüzü koşullarındaki su yoğunluğunun 3,8 milyar katıdır” şeklinde cevap vermektedir.

İkinci safha

Sıfır başlangıçtan 0,11 saniye geçmiştir. Kâinatın sıcaklığı 30 milyar (3x10¹⁰) Kelvindir. Kainat içinde elektronlar, pozitronlar, nötrinolar karşınötrinolar ve fotonlar egemenliklerini sürdürmektedir. Hepsi ısısal dengede ve eşik sıcaklıklarının üzerindedirler. Enerji yoğunluğu, suyun durgun kütlesinin ihtiva ettiği enerji yoğunluğunun 30 milyon katına inmiştir. Kâinatın karakteristik genişleme zamanı uzamış, neredeyse 0,2 saniye olmuştur. “Az sayıdaki çekirdek parçacıkları hâlâ çekirdekleri oluşturmak üzere bağlanamamışlardır. Çekirdek parçacıklarının dengesi yüzde 38 nötron ve yüzde 68 proton şeklinde bir kayma göstermiştir” demektir.

Üçüncü safha

“Başlangıçtan 1,09 saniye geçmiştir. Sıcaklık 10 milyar (10¹⁰) Kelvindir. Azalan yoğunluk ve sıcaklık nötrinoların ve karşı nötrinoların ortalama özgür zamanını o kadar büyütmüştür ki artık onlar elektronlar, pozitronlar ya da fotonlarla ısısal dengede olmayıp özgür parçacıklar gibi davranmaya başlamışlardır.”

Bu safhadaki toplam enerji yoğunluğu, suyunkinin 380 bin katına eşdeğerdir. Kâinatın karakteristik genişleme zamanı iki saniyeye yükselmiştir. “Kâinat hâlâ nötrinoların ve protonların atom çekirdeklerini oluşturmak üzere bağlanmalarına meydan vermeyecek kadar çok sıcaktır. Azalan sıcaklık nedeniyle proton-nötron dengesinden yüzde 24 nötron ve yüzde 76 proton olmak bir kayma olmuştur.”

Dördüncü safha

Başlangıçtan 13,82 saniye geçmiştir. Kâinatın sıcaklığı 3 milyar (3x10⁹) Kelvin derecedir. Sıcaklık, elektron ve pozitronların eşik sıcaklığının altındadır. Weinberg devamla, “(Kâinatın) yapıtaşları konumundaki elektron ve pozitronlar hızla yok olmaya başlamışlardır. Onların yok olmasıyla salınan enerji (kâinatın) soğuma hızını yavaşlatmıştır” der. Bu safhada sıcaklığın kararlı çekirdeklerin oluşmasını sağlayacak kadar soğuk olduğunu görüyoruz.

Bir proton ve bir nötron birleşip ağır hidrojen (döteryum) çekirdeği oluşur. İki proton, bir nötrondan bir helyum-üç (He3) çekirdeği ya da bir proton, iki nötrondan oluşan hidrojenin en ağır izotopu trityum (H3) çekirdeği, iki proton ve iki nötrondan oluşan helyum (He4) çekirdeği meydana gelmektedir. Bu safhada denge yüzde 17 nötron, yüzde 83 protondur.

Beşinci safha

Başlangıçtan 3 dakika ve iki saniye geçer. Sıcaklık 1 milyar (10⁹) Kelvindir. Yazar, parçacıkların durumu hakkında şu bilgiyi verir: “Elektron ve pozitronların çoğu yok olmuştur. Artık (kâinatın) ana yapıtaşları fotonlar, nötrinolar ve karşınötrinolardır. Şimdi (sıcaklık) helyum çekirdeklerini olduğu kadar trityum ve helyum-üçü de bir arada tutmaya yetecek kadar soğuktur. Fakat ‘döteryum darboğazı’ hâlâ iş başındadır. Döteryum çekirdekleri uzun süre bağlı kalamazlar. Öte yandan serbest nötronun bozunumu önemli olmaya başlamıştır. Her 100 saniyede kalan nötronların yüzde 10’u protonlara bozunacaktır. Nötron-proton dengesi yüzde 14 nötrona karşı yüzde 86 protondur.”

Başlangıçtan 3 dakika 46 saniye sonra sıcaklık, döteryum çekirdeklerinin artık parçalanamayacağı seviyeye düşer. Döteryum darboğazı geçilince, ağırca çekirdeklerinin oluşmasının yolu açılacaktır.

Altıncı safha

Başlangıçtan 34 dakika 40 saniye geçer. Kâinatın sıcaklığı 300 milyon (3x10⁸) Kelvindir. Elektron ve pozitronlar birbirlerini tamamen yok etmişler ancak proton yükünü dengelemek için çok az bir elektron fazlalığı (milyarda bir) kalmıştır. Enerji yoğunluğu, normal suyunkinin 9,9’una eşittir. Bu enerji yoğunluğu kâinata 1 saat 15 dakikalık karakteristik genişleme zamanı verecektir. Mevcut çekirdekler, helyum çekirdeği ya da hidrojen çekirdeği hâlindedir. Fakat kâinat hâlâ kararlı atomların teşkiline mani sıcaklıktadır.

“Kâinat genişlemeye ve soğumaya devam edecek fakat 700 bin yıl içinde hiçbir şey olmayacaktır” der teorik fizikçi Weinberg. Devamla, “Bu süre sonunda sıcaklık elektronlarla çekirdeklerin kararlı atomları oluşturabilecekleri bir değere düşecektir. Özgür elektronların eksilmesiyle birlikte (kâinat) ışınıma geçirgen hâle gelecek, madde ile ışınım arasındaki çiftlenimin kesilmesi, maddenin gök adaları (galaksileri) ve yıldızları oluşturmaya başlamasına izin verecektir” der.

“Kâinat genişlemeye ve soğumaya devam edecek fakat 700 bin yıl içinde hiçbir şey olmayacaktır. Bu süre sonunda sıcaklık elektronlarla çekirdeklerin kararlı atomları oluşturabilecekleri bir değere düşecektir. Özgür elektronların eksilmesiyle birlikte (kâinat) ışınıma geçirgen hâle gelecek, madde ile ışınım arasındaki çiftlenimin kesilmesi, maddenin gök adaları (galaksileri) ve yıldızları oluşturmaya başlamasına izin verecektir.” (Weinberg)

Altı safhadan ne anladık?

Nobel ödüllü teorik fizikçi Steven Weinberg’den özetle alıntıladığımız bilgilerde atom çekirdeklerinin oluşmasında ilk 5 safha önemli rol oynuyor. Döteryum darboğazının aşılması çekirdeklerin oluşmasına kapı aralıyor. Weinberg’in ifadesine göre bunun için geçen zaman, topu topu yaklaşık 4 dakikadır. Bu aşamaya gelinceye kadar cereyan eden temel reaksiyonlar hep bir saniye içinde gerçekleşmektedir. O bir saniye saliselere bölünecek, saliseler de parçalara ayrılarak hâdiseler izah edilecektir. Akıllara durgunluk veren zaman aralıklarında birbirini takip eden reaksiyonlar anlatılırken “milyarda bir gibi” hassas denge şartları da öne sürülmektedir. Bütün bu ihtimâllerle denge şartları anlatılırken, okuyucuda milimetrik ayarların, hassas denge şartlarının kendiliğinden meydana geldiği hissi uyanıyor. Bu harikulâde nizamın bir yaratıcısı olduğundan, dengelerin mükemmelliğinden, bunları yaratanın ilminin sınırsız (sonsuz) olması gerektiğinden hiçbir bahis yok. Bu kusur sadece Weinberg’e ait değil, bütün fen âlimleri eserlerinde aynı tarzı işlemekte. Neden böyle bir davranış sergileniyor?

Çağımızın “psişik hastalığı” gerici yaftasıyla damgalanma korkusu var da ondan. Weinberg’in manevî âlemini Allah-u Tâlâ bilir fakat çalışmalarının başında ima ile de olsa bundan bahsetseydi Nobel ödülünü alabileceğini sanır mıydınız? Bu husus sadece Weinberg için değil, bütün fen âlimlerine caridir.

Avrupa’da Orta Çağ’da fen ile meşgul olan şahıslar halk gözünde kötü nazarlara maruz kalırlardı. Çünkü Kilise, kendisine rakip gördüğü fen âlimlerini dinsizlikle suçlayarak aforoz ediyordu. “Tanrı’nın işine karışma” suçunu işleyenler, engizisyonda doğru yola getirilirdi. Islah olunamayacağına kani olunanlar ise meydanlarda yakılırdı. Ne zaman ki “Luther” (1483-1545) gibi şahıslar çıkıp “papa”nın Kilise namına kendi kesesini doldurma çabasını ispat edince, halk arasında derin uykudan uyanma devri başladı. Zamanla idareciler -uyanışın doğurduğu baskının da etkisiyle- çareyi, dini kilisede hapsetmekte buldular. Sekülerizm, yönetmenin vazgeçilmez şartı olacaktı. Seküler idarede prangalarından kurtulan fen âlimleri, ileri dönemlerde -gemi azıya alarak- dinlere saldırmaya başladılar. “Ateizm hastalığı” Avrupa’da böylece yayılmaya ve benimsenmeye başladı.

Müslümanlar cephesinde durum değişiktir. “Oku” emriyle yeniden başlangıç yapan İslâm dini, ilmin her neviyle mündemiç olarak başta Arabistan yarımadası olmak üzere farklı coğrafyalarda, çeşitli renk ve dillerde yankı yaptı, kabul gördü. Fen âlimleri, milliyetine bakılmaksızın Müslümanlar arasında saygı ve itibar kazandılar. Avrupa’da matematikteki dört işlem doğru dürüst yapılamazken Müslüman âlimler Arz’ın çevresini hesaplamakla meşgullerdi.

Avrupalı, hastalık yapacağı endişesiyle yıkanmaz, banyo, tuvalet nedir bilmezken, İslâm diyarlarında çeşmeler, hamamlar, evlere kadar bağlantılı kanallarla bir su medeniyeti hâkim idi. Birkaç asır sonra Avrupa mekteplerinin baş tacı olarak okutulacak tıp, matematik, fizik, kimya ve astronomi dallarında muhteşem eserler neşredilmekteydi. Meşrebi menfi âlimler bile (lüzumundan fazla) itibar görmüşlerdir. Misâl istenirse, Ömer Hayyam (1044-1132) verilebilir. Matematik ilminde dâhi derecesinde bilgiye sahip ve birçok eser vermiş olan Hayyam, usta bir şair olarak, “Kıl kadar ince köprü yapmışsın, kıl kadar ince köprüden insan mı geçer?” şeklindeki zırvalarıyla İslâm değerlerini mizah mevzuu yaptığı hâlde sultanlardan iltifat görebilmiştir. Ömer Hayyam’a verilen değer şahsına değil, ilminedir.

Avrupa’da yapılan ilim ve din ayrımı, İslâmiyet’te geçerli değildir. Çünkü “Andolsun, Biz onlara öyle bir kitap getirmişizdir ki iman edecek herhangi bir kavme hidayet ve rahmet olması için onu tam bir ilim üzere açıklamışızdır” (A’raf, 52) mealindeki ayet-i celileyi bildiren, Kur’ân-ı Kerim’in bizatihi kendisidir. O, sonsuz ilmin yeryüzü temsilcisidir. İslâm ve ilim ayrımı yapmak, Kur’ân’dan bîhaber cahillerin işidir. İslâm’da tebliğ, “İşte bu misâller var ya, Biz onları insanlar için irad ediyoruz. Âlim olanlardan başkası onları anlayamaz.” (Ankebut, 43) ayet-i kerimesine muhatapların vazifesidir.

(Devam edecek…)