“Beğen-yorum-paylaş”
teslisi
MODERN zamanlarda “Tanrı”
adına konuşanlar susturuldu. Çünkü Peygamberler dışında Tanrı adına
konuşanların anlattığı tanrı veya anlatılanlarla yaratılan tanrı insanı
bunaltıyor, insana hayatı dar ediyordu. Kuşkusuz gün geldi, insan isyan etti ve
çanı, ezanı ve ayini susturmak istedi. Hatta hızını alamadı ve “Tanrı adına
kimse konuşamaz!” demekle yetinmeyip “Tanrı da konuşamaz!” mührünü bastı: “Modernlik”…
Modernlik,
insanın konuşma çağıdır. Modernlik, insanın susmadığı çağ, sesini yükselttiği çağ,
Tanrı’ya meydan okuduğu çağ ve yine insanın konuşmaktan yorulmadığı bir çağdır.
Peki
susturduğunuz, aynı zamanda “varlık” olarak da “yok” olur mu? Hayır! Aksine
susan, zamanı ve mekânı kollar, konuşmanın tek yolunun “seslenmek” olmadığını
hatırlatır; olayla konuşur meselâ. Bunun için eşyayı konuşturur çoğu zaman.
Hatta insanı, hemcinsi olan insanı susturması için yönlendirir, olmazsa dünyayı
insanın başına yıkar da öyle konuşur!
Kuşkusuz
“hâddini aşmış” olduğunu fark eden insanlar, Tanrı’dan af dilemek için susmayı
öğrendiler ve Tanrı’nın konuşması için yalvardılar. Ancak Tanrı’nın
kadim-klasik konuşması peygamber göndermesiyle somutlaştığından, yalvarışlar
karşılık bulmadı. Çünkü yeryüzündeki ana dindarlıklar, inandıkları peygamberin
“son peygamber” olduğuna inanıyorlardı.
Dolayısıyla
insanoğlu, Tanrı’nın konuşmasını eşyanın hakikati, olayların kaderi ve belki
seçilmiş hissi veren “kullar” üzerinden dinlemeye çalışıyor. Ancak kimse eşya, olay
ve kul seslenişini “Susun, Tanrı konuşuyor!” diye tanıtamayacağından, şunu
söylemek mümkün: Tanrı’nın sessizliği, insanın varoluş iletişimsizliği içinde
olduğuna kanıttır. Yani insan-vahiy iletişimi modern zamanlarda kopmuştur ve
insanoğlu, “iletişimsizlik” çağına girmiştir.
Öyleyse
“Modern zamanlar iletişimsizlik çağıdır” demek, modernliği susturmak değildir.
Aksine, modernliğe “Sus! Az sus, biraz dinle!” uyarısı yapmaktır. Belki hâddini
bildirmektir. Çünkü gerçekten modernlik çok konuşuyor!
İletişimin
iki özne arasında anlam-bağlam-davranış ve de paylaşım akışı içerdiğini biliriz.
Nitekim tek taraflı akışa/seslenişe biz “iletişim” demeyiz; öyle ki,
yeryüzündeki bütün Peygamberlerin hayatlarına baktığımızda, hem Allah-insan
arasında bir iletişim olduğuna, hem de Nebî ve toplum arasında da insandan insana
bir iletişim kurulduğuna tanık oluyoruz.
İletişim
varsa, “birlemek, birliktelik ve birlik” var demektir. Nitekim Allah’ın Nebîler
dâhil olmak üzere insan-Allah arasına girilmesine müsaade etmediğini biliyoruz;
bu anlamda/bağlamda “aracılık” reddedilmektedir. Nitekim Nebîler “aracı” olarak
tarif edilmezler. Nebîler “elçi-müjdeci-dost-öncü” sıfatlarıyla anılmışlarsa da
“aracı” olmadıkları açıkça belirtilmiştir.
Çünkü
aracılık, kullar adına Tanrı ile konuşmak (sanki kullarından habersizmiş gibi
Tanrı) veya Tanrı adına kullar ile konuşmak (sanki Tanrı kullarına seslenemez, onlarla
iletişime geçemezmiş gibi) işlevindedir. Nitekim Kur’an bu anlam ve bağlamda
aracılığa (Kur’an’daki karşılığı ile “şefaat”) izin vermez.
Vahiy,
Son Nebî’nin doğup büyüdüğü toplumun kendine aracı kıldığı canlı sihircilerle
ölmüşlerin ruhuna verilen aracılık ruhuna itiraz eder. Allah’ın şahdamarından
daha yakın oluşuyla “duanın Kendisine yapılmasına” dikkat çeker.
Dolayısıyla
Vahiy, Nebî dışında da tüm yarattıkları ile iletişim içinde olduğunu hatırlatır.
Ancak bu iletişim, nitelik, şekil ve seyir içinde “direkt iletim” barındırmaz.
Yani insan, iki insanın birbiriyle birebir görüşmesi, konuşması gibi Allah ile
iletişime giremez. Buna Nebîler de dâhildir. Dolayısıyla Allah’ın insan ile
iletişimi, “öznelerin aynılığı” kaidesi olmadığından, birebir özneler arası
iletim şeklinde de olmaz. Zaten vahyi getiren de bir melektir. Ancak “arıya
veya Musa’nın annesine vahyedildiğinden” bahsedilerek, Allah’ın mahiyetini
bilemeyeceğimiz içerik ve/veya formda yarattıklarıyla iletişime geçtiğini
biliyoruz. O zaman şu soru akla geliyor: Özneler aynılığı yokken, bir taraf
(insan) kendisiyle iletişime nereden, nasıl geçildiğini fark edemezse, iletişimden
nasıl bahsedilebilir?
Vahyin bu soruya cevabı çok nettir: “Ayet”!
Allah’ın
varlıklarla iletişime geçerken kullandığı “iletim” yolu/aracı “ayet”tir.
Nitekim Vahiy, yerde ve gökte var olan binlerce ayetten bahseder ve onların
iletim gücüyle gayb ile iletişime geçmemizi ister. İşte modernlik, bu ayetleri
“inkâr” etmektedir!
“Tanrı
varsa, gökten bize seslensin!” diye iletimi sadece beş duyu organına indirger
modernlik. Yani duyu organlarını iletim aracı nevinden tekel sayar. O gün
bugündür göz Tanrı’yı görmek, kulak işitmek, burun koklamak, dil tatmak ve el hissetmek
istemektedir. Oysa bu iletim araçları insandan insana iletim için şarttır.
Dolayısıyla
ve özetle, iletişimden konu açıldığında “Vahyin mahiyeti” hakkında sağlıklı
bilgi sahibi olmamız gerekmektedir. Ancak konumuz “modern zamanlarda iletişim”
olduğu için, odaklanmamız gereken de modern iletişim mantığını deşifre
etmektir. Çünkü modernlik, iletişimdeki temel kural olan “karşılıklı iletimle
başlayan ve ‘Hatta kal!’ kaidesince karşılıklı anlam, bağlam, mesaj, niyet ve
hedef akışını sağlamak” şartını insandan insana bile sağlayamamıştır. Modern
zamanlar bir “iletim çağı”dır, ancak iletişimsizlik krizini çözememektedir.
Peki,
Tanrı ile iletişime inanmayan bir felsefe, insanın insanla iletişim içinde olabileceğine
inanır mı? İnanabilir. Modernlik buna inanıyor! Ancak modernlik, iki yüzyıldır
bunu gerçekleştiremedi! Üstelik TV, telefon ve şimdi de internet teknolojisi
üretmesine rağmen, “iletim çağında bir altın dönem” yaşatmasına rağmen bir
türlü “iletişim”e geçemiyor. Yani iki öznenin arasında anlam, bağlam, ufuk,
mesaj ve birlik akışını sağlayamıyor. Hatta artık anne-çocuk, öğretmen-öğrenci,
lider-seçmen arasında bile iletişimi sağlayamıyor; varsa yoksa tek taraflı
iletim sürüp gidiyor, âdeta iki taraf bildiğini okuyor, iki taraf aynı lisanı,
aynı teknolojiyi kullanıyor ama akış karşılıklı şekilde bir türlü olamıyor. Yani
Vahyin sağladığı güce erişemiyor!
Hatta
çok ilginçtir, modern zamanlardaki bu iletim cennetine rağmen iletişime
geçemeyen dünyada, iletişimi sanatın, modern sanatın sağlayacağı iddia edilmiş,
ancak ondan da sonuç alınamamıştır. Neden? “An” içinde dünyanın neresinde
olursanız olun ve hem ses ve görüntü de “an” içinde iken neden bir türlü
iletişime geçilemiyor?
Bu
soruyu ve sorunun cevabını en iyi gözlemleyebildiğimiz alan, sosyal medya
alanıdır. Sosyal medya, âdeta bir iletişimsizlik lunaparkı gibidir. Sadece
“Beğen”, “Yorum” ve “Paylaş” butonlarıyla kurulan bir “iletim dönme dolabı”
gibidir âdeta. Çünkü sosyal medya, özünde “iletişim” için kullanılmamaktadır.
Aksine tek taraflı-tek yönlü bir iletim imkânı verdiği için çok tercih
edilmektedir. Ses ve görüntü verirsiniz ve “Beğen” sayısına, saniyelik
sileceğiniz yorum serenatlarına ve tatmin için kollanan paylaşıma kendinizi
bırakırsınız. Kuşkusuz bu, özünde iletişime kapalı olmaktır zaten. “beğen-yorum-paylaş”
teslisi (“teslis” kelimesi sadece “üçleme” vurgusu için seçilmiştir), bir
“iletim lunaparkı” tadı vermektedir ve toplamı “eğlenmek”ten ibarettir. Modern
lunaparkların en eğlenceli ve ucuz lunaparkı “sosyal medya”dır.
Oysa
örneğin anne-çocuk iletişimini hatırlayalım. Beğen-yorum-paylaş teslisinden mi
ibarettir bu iletişim? Anne, çocuğunun herhangi bir olay karşısındaki yorumunu
silmeyi veya onu arkadaşlıktan düşürmeyi hayâl eder mi? Çocuğunun “Beğen” buton
sayısına göre sevgisini ölçer mi? Aksine, iletişimden ne anlamamız gerektiğini
en iyi betimleyen ilişki türlerinden biri anne-çocuk ilişkisidir. Veya
insan-vatan ilişkisi de iletişim için iyi bir örnektir. Yani karşılıklı anlam,
bağlam, mesaj, duygu, akıl ve hedef akışı sağlamada iyi örneklerdendir bu iki
örnek.
Çok ilginçtir ki, modern zamanlar iletim, yani “sesi, görüntüyü ve/veya yazıyı karşıya iletme” kanallarını (biz buna “iletim” diyoruz) çeşitlendirmiş, hızlandırmıştır. Ancak bu zenginlik, iletişimi koparan e hatta iletişimsizlik getiren sonuçları çoğaltmıştır. Çünkü iletişimdeki “karşılıklı etkileşim”, yerini “tek taraflı çıkar ve beğeni” kanalında tutsak etmiştir. Bu tutsaklıktan çıkmanın yolu ise “beğen-yorum-paylaş” teslisinden kurtulmaktır.
“Modern zamanlar iletişimsizlik çağıdır” demek, modernliği susturmak değildir. Aksine, modernliğe “Sus! Az sus, biraz dinle!” uyarısı yapmaktır. Belki hâddini bildirmektir. Çünkü gerçekten modernlik çok konuşuyor!
Mademki
iletişimde karşılıklı anlam, mesaj, niyet, hedef ve süreç kurgusu
paylaşımı/akışı vardır, öyleyse iletişim de “birlikte hareket etmek” demektir.
İletişim sonucunda ortaya çıkan anlam, bağlam, niyet, hedef ve mesaj, ortak bir
üründür.
Vahyin
yirmi üç yılda, olaylar içinde, insanın tepkilerini dikkate alarak, inşa
talepleri üzerine, tartışarak, sormayı ve sorgulamayı teşvik ederek inmesi de tam
bir “iletişim modeli” örneğidir. Modern zamanlar ise insana sürekli “Sen konuş,
ısrar et ve al!” diye baskı yapmaktadır. Ondan sonra talepleri kışkırtılmış
bireyci insan, hırsının oluşturduğu krizlerden çıkmak için insanın tanımadığı
bazı “sınır koyucu irade”leri kutsayarak yine insanın önüne koymaya kalkışmıştır.
Devlet veya yasa gibi…
İnsanı
Tanrı karşısında pervasız/sorumsuz kılan modernlik, kutsadıklarıyla insanı
kontrol edememiştir. Modern zamanlardaki savaşlar, acılar, hırsızlıklar ve
anlamsızlıklar neredeyse insanlık tarihinin toplamını yüz yıla sığdırmak gibi
bir “kötü hız”a ulaştırmıştır.
Modern
zamanlarda iletim araçları çoğalmış, ancak hepsi o araçları elinde tutanların
çıkarlarına hizmet eden birer zulüm aparatı olmuşlardır. Çünkü hepsi tek
taraflı iletim gücüne evirilmiş, ancak karşı tarafa söz hakkı vermeyen “tek
yön” niteliğine sahip olmuştur.
Televizyonlar,
izleyicileriyle iletişim kurmayan, kendi kurgularını dayatan araçlar olmuş;
sosyal medya âdeta herkes için “oyuncak TV” işlevinde tek taraflı iletim
aracına dönüştürülmüştür. Bu, tıpkı iki insanın yüz yüze konuşurken diğer iki
kişinin konuşanı anlamak, dinlemek ve kavramak yerine “Sıra bana gelsin,
bildiğimi okuyayım!” ısrarındaki pozisyon alışına benziyor.
Modern
zamanların “iletişimsizlik” çağı olmasının en somut çıktılarından biri de
devlet-birey ilişkisinde somutlaşmaktadır. Çünkü devlet, bireylerle iletişim
içinde kendini geliştirmek ve hizmet üretmek durumundayken, ısrarla birey,
devletten bir şeyler koparmak peşindedir. Devlet de “birlikte yönetmek” yerine,
bireyi “ikna edilmiş vatandaş” statüsünde tutmaya çalışmaktadır. Kuşkusuz “ikna”
kavramında bir iletişim çağrışımı vardır; ancak bu bir “hiyerarşik iletim”
içerdiğinden, yani biri üstte ve diğeri aşağıda konumlandırılarak oluşturulmuş
bir iletim akışı sağladığından, aşağıdakinin anlamı, bağlamı ve niyeti “yukarı”
çıkarken, bu durum âdeta “yokuş çıkmak” gibi yorucu olmaktadır. Devlet ise
“yukarıdan aşağıya doğru” hızlı ve güçlü iletim sağlamaktadır.
Nitekim
“demokratik devlet” ve/veya “sivil devlet” tanımı ve talebi, bu hiyerarşideki
dikliği azaltarak önce eğri, sonra elips hâline getirip bir anlamda “iletişim
modeli” öngörmektedir. Oysa iletişimin kadim karakteri olan “yüz yüze” olmak
ölçüsü burada yoktur. Çünkü yüz yüze görüşmek, etkileşim yüzdeliği yüksek bir
iletişim zemini var eder.
Modern zamanlarda politikacı, yüz yüze görüşmenin imkânsızlığından dem vurarak “ekran” veya “sahne” kullanarak “iletim mobingi” yapmayı tercih eder. Çünkü yüz yüze etkileşimde “ikna olmak”, iki taraf için de fırsat eşitliği imkânını verir. Modern siyaset kurumları bundan kaçınır ve birebir, sosyal medyaya benzer taktiği kullanır: “Beğen, yorumla ve paylaş!”
İnsanın
yüzleşmekten kaçışı
Yüz
yüze olmak, yüzleşmeyi getirir. Etkileşim yüzdeliğini yükseltir. Yüz ifadeleri sahihleşir.
Gerçekleri tartışma imkânı verir ve en önemlisi de iletim hiyerarşisini
minimize eder. Tıpkı politikacının sokağa çıkıp seçmenle buluştuğunda yaşanan
diyaloglardaki yüzleşme gibi… Söz fırsatı veren yöneticinin, çalışanların
gerçeği ile yüzleşmesi gibi… İstişarenin kapısının iletişim olmasındaki hikmet
gibi…
Bugün
aile bireylerinin bile yemek ve önemli gündemler dışında hayatı “yüz yüze”
paylaşmaktan uzaklaşmalarını, sadece şehrin karmaşasına veya ekmek kavgasına
yorumlayamayız. Aksine bugün iletim araçları, “yüz yüze görüşme imkânlarını”
çeşitlendirmesine rağmen insanlar bunu kullanmıyor, hatta kullanmaktan
kaçınıyorlar.
Bir
tuşa dokunarak bayram tebrikleri göndermek, kampanyalarla saatlerce görüşme
hakkı var diye ziyaretleri ertelemek, “modern insanın hayat anlayışı”nı
resmetmektedir. Yani insan, “biricik insan” değil, “tek insan” eşiğine
düşürülmektedir. İnsan, yalnızlaşmaktan artık keyif almaktadır.
İnsan,
yaşam standardını arttıran kredi ödemelerini, gelen misafire cömertlik yapmaya
tercih etmektedir. Hatta insan, artık misafiri “yük saymak” kabilinden içinden
itmektedir. İnsanlar akrabalarıyla yüz yüze hayat örmek yerine, herkes
kendinden, ailesinden, akrabasından kaçarak sanal yüzlerle ve sahte, ikircikli,
âdeta lunaparkta (aynı dönme dolaba binmenin getirdiği “eğlence komşuluğu”)
gibi geçici hazlar peşinde koşmaktadır. Peki, insan bunu yaptıkça mutlu mudur?
Hayır! Bu, alkol kullanmak gibi, kullandıkça bağımlılık oluşturan “kendinden
geçme hâlleri” getirmektedir insana.
Modern
iletim araçları, “dünyayı köyleştirdiğini” söylemektedir. Evet, dünyanın her
bir köşesine ses, görüntü ve yazı göndermek “anlık” olmuştur. Ancak bu bir
iletişim getirmemektedir. Dünyayı yaşanılır kılmak noktasında insanlığı
yakınlaştırmamıştır. Bilinmeyen krizlerden haberdar ederken, krizlerin çözümünü
hızlandırmamıştır. Çünkü iletim araçları, onu kullanan bir azınlık var
etmiştir. Yani iletim teknolojisini üreten küresel güçler var etmiş ve onları
bu alanda tekelleştirmiştir.
“Google”
örneğin… Sadece bir iletim devi olmamış, aynı zamanda birkaç zengine ve birkaç
ülkeye hizmet eden bir “takip devi”ne dönüşmüştür. Bankalar ihtiyaçları ve para
transferlerini kolaylaştırmış, ancak bundan faizci-tefeci bir sektör var
etmiştir. İnsan, sahip olmadığı paraları tüketme kolaylığında tuzağa düşürülmüş
ve daha sonra ömründen ömür çalan bir ödeme takvimine mahkûm edilmiştir.
İnsan yüz yüze olmayı terk edince, önce şehir, sonra ev ve derken aile, bir avuca sığan teknoloji kutusuna mahkûm edilmiştir. Bu, tıpkı masallarda bir cadı tarafından cüceleştirilmiş ve cam fanusa tıkılmış masal kahramanının dramı gibidir. Her ne kadar masalın sonunda mahkûmiyetinden kurtulmuş ve sevdiklerine kavuşmuş olsa da o kahraman, bakalım biz bu iletişimsizliğin mutlu sonu olacak bir çözümü görebilecek miyiz?