İletişimin lunaparkı: Modern teknoloji

Tanrı ile iletişime inanmayan bir felsefe, insanın insanla iletişim içinde olabileceğine inanır mı? İnanabilir. Modernlik buna inanıyor! Ancak modernlik, iki yüzyıldır bunu gerçekleştiremedi! Üstelik TV, telefon ve şimdi de internet teknolojisi üretmesine rağmen, “iletim çağında bir altın dönem” yaşatmasına rağmen bir türlü “iletişim”e geçemiyor. Yani iki öznenin arasında anlam, bağlam, ufuk, mesaj ve birlik akışını sağlayamıyor.

“Beğen-yorum-paylaş” teslisi

MODERN zamanlarda “Tanrı” adına konuşanlar susturuldu. Çünkü Peygamberler dışında Tanrı adına konuşanların anlattığı tanrı veya anlatılanlarla yaratılan tanrı insanı bunaltıyor, insana hayatı dar ediyordu. Kuşkusuz gün geldi, insan isyan etti ve çanı, ezanı ve ayini susturmak istedi. Hatta hızını alamadı ve “Tanrı adına kimse konuşamaz!” demekle yetinmeyip “Tanrı da konuşamaz!” mührünü bastı: “Modernlik”…

Modernlik, insanın konuşma çağıdır. Modernlik, insanın susmadığı çağ, sesini yükselttiği çağ, Tanrı’ya meydan okuduğu çağ ve yine insanın konuşmaktan yorulmadığı bir çağdır.

Peki susturduğunuz, aynı zamanda “varlık” olarak da “yok” olur mu? Hayır! Aksine susan, zamanı ve mekânı kollar, konuşmanın tek yolunun “seslenmek” olmadığını hatırlatır; olayla konuşur meselâ. Bunun için eşyayı konuşturur çoğu zaman. Hatta insanı, hemcinsi olan insanı susturması için yönlendirir, olmazsa dünyayı insanın başına yıkar da öyle konuşur!

Kuşkusuz “hâddini aşmış” olduğunu fark eden insanlar, Tanrı’dan af dilemek için susmayı öğrendiler ve Tanrı’nın konuşması için yalvardılar. Ancak Tanrı’nın kadim-klasik konuşması peygamber göndermesiyle somutlaştığından, yalvarışlar karşılık bulmadı. Çünkü yeryüzündeki ana dindarlıklar, inandıkları peygamberin “son peygamber” olduğuna inanıyorlardı.

Dolayısıyla insanoğlu, Tanrı’nın konuşmasını eşyanın hakikati, olayların kaderi ve belki seçilmiş hissi veren “kullar” üzerinden dinlemeye çalışıyor. Ancak kimse eşya, olay ve kul seslenişini “Susun, Tanrı konuşuyor!” diye tanıtamayacağından, şunu söylemek mümkün: Tanrı’nın sessizliği, insanın varoluş iletişimsizliği içinde olduğuna kanıttır. Yani insan-vahiy iletişimi modern zamanlarda kopmuştur ve insanoğlu, “iletişimsizlik” çağına girmiştir.

Öyleyse “Modern zamanlar iletişimsizlik çağıdır” demek, modernliği susturmak değildir. Aksine, modernliğe “Sus! Az sus, biraz dinle!” uyarısı yapmaktır. Belki hâddini bildirmektir. Çünkü gerçekten modernlik çok konuşuyor!

İletişimin iki özne arasında anlam-bağlam-davranış ve de paylaşım akışı içerdiğini biliriz. Nitekim tek taraflı akışa/seslenişe biz “iletişim” demeyiz; öyle ki, yeryüzündeki bütün Peygamberlerin hayatlarına baktığımızda, hem Allah-insan arasında bir iletişim olduğuna, hem de Nebî ve toplum arasında da insandan insana bir iletişim kurulduğuna tanık oluyoruz.

İletişim varsa, “birlemek, birliktelik ve birlik” var demektir. Nitekim Allah’ın Nebîler dâhil olmak üzere insan-Allah arasına girilmesine müsaade etmediğini biliyoruz; bu anlamda/bağlamda “aracılık” reddedilmektedir. Nitekim Nebîler “aracı” olarak tarif edilmezler. Nebîler “elçi-müjdeci-dost-öncü” sıfatlarıyla anılmışlarsa da “aracı” olmadıkları açıkça belirtilmiştir.

Çünkü aracılık, kullar adına Tanrı ile konuşmak (sanki kullarından habersizmiş gibi Tanrı) veya Tanrı adına kullar ile konuşmak (sanki Tanrı kullarına seslenemez, onlarla iletişime geçemezmiş gibi) işlevindedir. Nitekim Kur’an bu anlam ve bağlamda aracılığa (Kur’an’daki karşılığı ile “şefaat”) izin vermez.

Vahiy, Son Nebî’nin doğup büyüdüğü toplumun kendine aracı kıldığı canlı sihircilerle ölmüşlerin ruhuna verilen aracılık ruhuna itiraz eder. Allah’ın şahdamarından daha yakın oluşuyla “duanın Kendisine yapılmasına” dikkat çeker.

Dolayısıyla Vahiy, Nebî dışında da tüm yarattıkları ile iletişim içinde olduğunu hatırlatır. Ancak bu iletişim, nitelik, şekil ve seyir içinde “direkt iletim” barındırmaz. Yani insan, iki insanın birbiriyle birebir görüşmesi, konuşması gibi Allah ile iletişime giremez. Buna Nebîler de dâhildir. Dolayısıyla Allah’ın insan ile iletişimi, “öznelerin aynılığı” kaidesi olmadığından, birebir özneler arası iletim şeklinde de olmaz. Zaten vahyi getiren de bir melektir. Ancak “arıya veya Musa’nın annesine vahyedildiğinden” bahsedilerek, Allah’ın mahiyetini bilemeyeceğimiz içerik ve/veya formda yarattıklarıyla iletişime geçtiğini biliyoruz. O zaman şu soru akla geliyor: Özneler aynılığı yokken, bir taraf (insan) kendisiyle iletişime nereden, nasıl geçildiğini fark edemezse, iletişimden nasıl bahsedilebilir?

Vahyin bu soruya cevabı çok nettir: “Ayet”!


Allah’ın varlıklarla iletişime geçerken kullandığı “iletim” yolu/aracı “ayet”tir. Nitekim Vahiy, yerde ve gökte var olan binlerce ayetten bahseder ve onların iletim gücüyle gayb ile iletişime geçmemizi ister. İşte modernlik, bu ayetleri “inkâr” etmektedir!

“Tanrı varsa, gökten bize seslensin!” diye iletimi sadece beş duyu organına indirger modernlik. Yani duyu organlarını iletim aracı nevinden tekel sayar. O gün bugündür göz Tanrı’yı görmek, kulak işitmek, burun koklamak, dil tatmak ve el hissetmek istemektedir. Oysa bu iletim araçları insandan insana iletim için şarttır.

Dolayısıyla ve özetle, iletişimden konu açıldığında “Vahyin mahiyeti” hakkında sağlıklı bilgi sahibi olmamız gerekmektedir. Ancak konumuz “modern zamanlarda iletişim” olduğu için, odaklanmamız gereken de modern iletişim mantığını deşifre etmektir. Çünkü modernlik, iletişimdeki temel kural olan “karşılıklı iletimle başlayan ve ‘Hatta kal!’ kaidesince karşılıklı anlam, bağlam, mesaj, niyet ve hedef akışını sağlamak” şartını insandan insana bile sağlayamamıştır. Modern zamanlar bir “iletim çağı”dır, ancak iletişimsizlik krizini çözememektedir.

Peki, Tanrı ile iletişime inanmayan bir felsefe, insanın insanla iletişim içinde olabileceğine inanır mı? İnanabilir. Modernlik buna inanıyor! Ancak modernlik, iki yüzyıldır bunu gerçekleştiremedi! Üstelik TV, telefon ve şimdi de internet teknolojisi üretmesine rağmen, “iletim çağında bir altın dönem” yaşatmasına rağmen bir türlü “iletişim”e geçemiyor. Yani iki öznenin arasında anlam, bağlam, ufuk, mesaj ve birlik akışını sağlayamıyor. Hatta artık anne-çocuk, öğretmen-öğrenci, lider-seçmen arasında bile iletişimi sağlayamıyor; varsa yoksa tek taraflı iletim sürüp gidiyor, âdeta iki taraf bildiğini okuyor, iki taraf aynı lisanı, aynı teknolojiyi kullanıyor ama akış karşılıklı şekilde bir türlü olamıyor. Yani Vahyin sağladığı güce erişemiyor!

Hatta çok ilginçtir, modern zamanlardaki bu iletim cennetine rağmen iletişime geçemeyen dünyada, iletişimi sanatın, modern sanatın sağlayacağı iddia edilmiş, ancak ondan da sonuç alınamamıştır. Neden? “An” içinde dünyanın neresinde olursanız olun ve hem ses ve görüntü de “an” içinde iken neden bir türlü iletişime geçilemiyor?

Bu soruyu ve sorunun cevabını en iyi gözlemleyebildiğimiz alan, sosyal medya alanıdır. Sosyal medya, âdeta bir iletişimsizlik lunaparkı gibidir. Sadece “Beğen”, “Yorum” ve “Paylaş” butonlarıyla kurulan bir “iletim dönme dolabı” gibidir âdeta. Çünkü sosyal medya, özünde “iletişim” için kullanılmamaktadır. Aksine tek taraflı-tek yönlü bir iletim imkânı verdiği için çok tercih edilmektedir. Ses ve görüntü verirsiniz ve “Beğen” sayısına, saniyelik sileceğiniz yorum serenatlarına ve tatmin için kollanan paylaşıma kendinizi bırakırsınız. Kuşkusuz bu, özünde iletişime kapalı olmaktır zaten. “beğen-yorum-paylaş” teslisi (“teslis” kelimesi sadece “üçleme” vurgusu için seçilmiştir), bir “iletim lunaparkı” tadı vermektedir ve toplamı “eğlenmek”ten ibarettir. Modern lunaparkların en eğlenceli ve ucuz lunaparkı “sosyal medya”dır.

Oysa örneğin anne-çocuk iletişimini hatırlayalım. Beğen-yorum-paylaş teslisinden mi ibarettir bu iletişim? Anne, çocuğunun herhangi bir olay karşısındaki yorumunu silmeyi veya onu arkadaşlıktan düşürmeyi hayâl eder mi? Çocuğunun “Beğen” buton sayısına göre sevgisini ölçer mi? Aksine, iletişimden ne anlamamız gerektiğini en iyi betimleyen ilişki türlerinden biri anne-çocuk ilişkisidir. Veya insan-vatan ilişkisi de iletişim için iyi bir örnektir. Yani karşılıklı anlam, bağlam, mesaj, duygu, akıl ve hedef akışı sağlamada iyi örneklerdendir bu iki örnek.

Çok ilginçtir ki, modern zamanlar iletim, yani “sesi, görüntüyü ve/veya yazıyı karşıya iletme” kanallarını (biz buna “iletim” diyoruz) çeşitlendirmiş, hızlandırmıştır. Ancak bu zenginlik, iletişimi koparan e hatta iletişimsizlik getiren sonuçları çoğaltmıştır. Çünkü iletişimdeki “karşılıklı etkileşim”, yerini “tek taraflı çıkar ve beğeni” kanalında tutsak etmiştir. Bu tutsaklıktan çıkmanın yolu ise “beğen-yorum-paylaş” teslisinden kurtulmaktır.

“Modern zamanlar iletişimsizlik çağıdır” demek, modernliği susturmak değildir. Aksine, modernliğe “Sus! Az sus, biraz dinle!” uyarısı yapmaktır. Belki hâddini bildirmektir. Çünkü gerçekten modernlik çok konuşuyor!

Mademki iletişimde karşılıklı anlam, mesaj, niyet, hedef ve süreç kurgusu paylaşımı/akışı vardır, öyleyse iletişim de “birlikte hareket etmek” demektir. İletişim sonucunda ortaya çıkan anlam, bağlam, niyet, hedef ve mesaj, ortak bir üründür.

Vahyin yirmi üç yılda, olaylar içinde, insanın tepkilerini dikkate alarak, inşa talepleri üzerine, tartışarak, sormayı ve sorgulamayı teşvik ederek inmesi de tam bir “iletişim modeli” örneğidir. Modern zamanlar ise insana sürekli “Sen konuş, ısrar et ve al!” diye baskı yapmaktadır. Ondan sonra talepleri kışkırtılmış bireyci insan, hırsının oluşturduğu krizlerden çıkmak için insanın tanımadığı bazı “sınır koyucu irade”leri kutsayarak yine insanın önüne koymaya kalkışmıştır. Devlet veya yasa gibi…

İnsanı Tanrı karşısında pervasız/sorumsuz kılan modernlik, kutsadıklarıyla insanı kontrol edememiştir. Modern zamanlardaki savaşlar, acılar, hırsızlıklar ve anlamsızlıklar neredeyse insanlık tarihinin toplamını yüz yıla sığdırmak gibi bir “kötü hız”a ulaştırmıştır.

Modern zamanlarda iletim araçları çoğalmış, ancak hepsi o araçları elinde tutanların çıkarlarına hizmet eden birer zulüm aparatı olmuşlardır. Çünkü hepsi tek taraflı iletim gücüne evirilmiş, ancak karşı tarafa söz hakkı vermeyen “tek yön” niteliğine sahip olmuştur.

Televizyonlar, izleyicileriyle iletişim kurmayan, kendi kurgularını dayatan araçlar olmuş; sosyal medya âdeta herkes için “oyuncak TV” işlevinde tek taraflı iletim aracına dönüştürülmüştür. Bu, tıpkı iki insanın yüz yüze konuşurken diğer iki kişinin konuşanı anlamak, dinlemek ve kavramak yerine “Sıra bana gelsin, bildiğimi okuyayım!” ısrarındaki pozisyon alışına benziyor.

Modern zamanların “iletişimsizlik” çağı olmasının en somut çıktılarından biri de devlet-birey ilişkisinde somutlaşmaktadır. Çünkü devlet, bireylerle iletişim içinde kendini geliştirmek ve hizmet üretmek durumundayken, ısrarla birey, devletten bir şeyler koparmak peşindedir. Devlet de “birlikte yönetmek” yerine, bireyi “ikna edilmiş vatandaş” statüsünde tutmaya çalışmaktadır. Kuşkusuz “ikna” kavramında bir iletişim çağrışımı vardır; ancak bu bir “hiyerarşik iletim” içerdiğinden, yani biri üstte ve diğeri aşağıda konumlandırılarak oluşturulmuş bir iletim akışı sağladığından, aşağıdakinin anlamı, bağlamı ve niyeti “yukarı” çıkarken, bu durum âdeta “yokuş çıkmak” gibi yorucu olmaktadır. Devlet ise “yukarıdan aşağıya doğru” hızlı ve güçlü iletim sağlamaktadır.

Nitekim “demokratik devlet” ve/veya “sivil devlet” tanımı ve talebi, bu hiyerarşideki dikliği azaltarak önce eğri, sonra elips hâline getirip bir anlamda “iletişim modeli” öngörmektedir. Oysa iletişimin kadim karakteri olan “yüz yüze” olmak ölçüsü burada yoktur. Çünkü yüz yüze görüşmek, etkileşim yüzdeliği yüksek bir iletişim zemini var eder.

Modern zamanlarda politikacı, yüz yüze görüşmenin imkânsızlığından dem vurarak “ekran” veya “sahne” kullanarak “iletim mobingi” yapmayı tercih eder. Çünkü yüz yüze etkileşimde “ikna olmak”, iki taraf için de fırsat eşitliği imkânını verir. Modern siyaset kurumları bundan kaçınır ve birebir, sosyal medyaya benzer taktiği kullanır: “Beğen, yorumla ve paylaş!”


İnsanın yüzleşmekten kaçışı

Yüz yüze olmak, yüzleşmeyi getirir. Etkileşim yüzdeliğini yükseltir. Yüz ifadeleri sahihleşir. Gerçekleri tartışma imkânı verir ve en önemlisi de iletim hiyerarşisini minimize eder. Tıpkı politikacının sokağa çıkıp seçmenle buluştuğunda yaşanan diyaloglardaki yüzleşme gibi… Söz fırsatı veren yöneticinin, çalışanların gerçeği ile yüzleşmesi gibi… İstişarenin kapısının iletişim olmasındaki hikmet gibi…

Bugün aile bireylerinin bile yemek ve önemli gündemler dışında hayatı “yüz yüze” paylaşmaktan uzaklaşmalarını, sadece şehrin karmaşasına veya ekmek kavgasına yorumlayamayız. Aksine bugün iletim araçları, “yüz yüze görüşme imkânlarını” çeşitlendirmesine rağmen insanlar bunu kullanmıyor, hatta kullanmaktan kaçınıyorlar.

Bir tuşa dokunarak bayram tebrikleri göndermek, kampanyalarla saatlerce görüşme hakkı var diye ziyaretleri ertelemek, “modern insanın hayat anlayışı”nı resmetmektedir. Yani insan, “biricik insan” değil, “tek insan” eşiğine düşürülmektedir. İnsan, yalnızlaşmaktan artık keyif almaktadır.

İnsan, yaşam standardını arttıran kredi ödemelerini, gelen misafire cömertlik yapmaya tercih etmektedir. Hatta insan, artık misafiri “yük saymak” kabilinden içinden itmektedir. İnsanlar akrabalarıyla yüz yüze hayat örmek yerine, herkes kendinden, ailesinden, akrabasından kaçarak sanal yüzlerle ve sahte, ikircikli, âdeta lunaparkta (aynı dönme dolaba binmenin getirdiği “eğlence komşuluğu”) gibi geçici hazlar peşinde koşmaktadır. Peki, insan bunu yaptıkça mutlu mudur? Hayır! Bu, alkol kullanmak gibi, kullandıkça bağımlılık oluşturan “kendinden geçme hâlleri” getirmektedir insana.

Modern iletim araçları, “dünyayı köyleştirdiğini” söylemektedir. Evet, dünyanın her bir köşesine ses, görüntü ve yazı göndermek “anlık” olmuştur. Ancak bu bir iletişim getirmemektedir. Dünyayı yaşanılır kılmak noktasında insanlığı yakınlaştırmamıştır. Bilinmeyen krizlerden haberdar ederken, krizlerin çözümünü hızlandırmamıştır. Çünkü iletim araçları, onu kullanan bir azınlık var etmiştir. Yani iletim teknolojisini üreten küresel güçler var etmiş ve onları bu alanda tekelleştirmiştir.

“Google” örneğin… Sadece bir iletim devi olmamış, aynı zamanda birkaç zengine ve birkaç ülkeye hizmet eden bir “takip devi”ne dönüşmüştür. Bankalar ihtiyaçları ve para transferlerini kolaylaştırmış, ancak bundan faizci-tefeci bir sektör var etmiştir. İnsan, sahip olmadığı paraları tüketme kolaylığında tuzağa düşürülmüş ve daha sonra ömründen ömür çalan bir ödeme takvimine mahkûm edilmiştir.

İnsan yüz yüze olmayı terk edince, önce şehir, sonra ev ve derken aile, bir avuca sığan teknoloji kutusuna mahkûm edilmiştir. Bu, tıpkı masallarda bir cadı tarafından cüceleştirilmiş ve cam fanusa tıkılmış masal kahramanının dramı gibidir. Her ne kadar masalın sonunda mahkûmiyetinden kurtulmuş ve sevdiklerine kavuşmuş olsa da o kahraman, bakalım biz bu iletişimsizliğin mutlu sonu olacak bir çözümü görebilecek miyiz?