GEÇTİĞİMİZ gün Facebook, Whatsapp ve Instagram’ın da
içinde bulunduğu network ağı erişime kapandı. Benim gibi en çok Twitter ile
meşgul olanlar için bu durum büyük bir sorun arz etmezken, bazı insanların
hayat damarlarından biri kopmuş gibi serzeniş hâlinde olmaları, gidişatın vahim
olduğunu da gözler önüne serdi.
Sanki yaşamın
bütün kılcal damarları bu iletişim kanallarına bağlanmış da birinde meydana
gelen tıkanma ile insanın temel yaşamsal parametreleri dahi değer kaybediyormuş
gibi şaşırtıcı bir vaziyetteyiz.
Tabiî ki şu son
dönemeçte evcil bir yaşam biçimine geçişimizin de bunda etkisi var. Fakat
gerçekten evlerde mi yaşıyoruz? Yoksa evlerin içinde başka küçük dünyalarımız
mı var? Artık aynı evin içinde farklı gezegenlerde yaşam sürüyor gibiyiz
korkarım. O hâlde anlağımızın geriye atıp da üzerini örttüğü birtakım
dönüşümleri hatırlama zamanı!
Pandemiyle
birlikte aktif hayat belli ölçüde kısıtlanırken, pasif ama daha insanî
temaslarla dolu gerçek yaşam devreye giriyor gibi düşünmüştük. İnsanların
iletişime geçmeyi unuttuğu en yakınlarıyla yeni bir düzende, yeniden tanışacağı
gibi olumlu birtakım sonuçlar öngörülmüştü. Fakat pandemi ortaya çıktı çıkalı
azalan dış etkileşimi içeride de bulamaz olduk. Yani en azından pek çok insan
için, toplumsal bir gerçeklik olarak, muhakkak üzerinde durulması gereken bir
kopukluk yaşıyoruz.
Bu kopukluğun
sebepleri öyle bir kalemde anlatılacak kadar basit olmayıp oldukça kompozit bir
etki-tepki kurgusuna sahip.
Öncelikle bütün
değer yargılarımız, kendimizi tanımlama biçimimiz ve dış çevreyi içselleştirme
yollarımız tamamen sanal iletişim yollarına bağlanmış durumda. Instagram’da
paylaşılan fotoğraflar sıklıkla gerçeği yansıtmazken, bunu yanımızdakine inandırma
çabasına düşmeyip uzaktaki bireylere istediğimiz tasarımla sunabilme olanağı cazip
geliyor olsa gerek. Yine Whatsapp’ta kişinin istediği algıyı oluşturarak
kendince şekillendirdiği “durum” alternatifi de hemen yanındakine duygu
aktarımı yapmasından daha elverişli geliyor. Çünkü yine var olan bir gerçekliği
değil, algılanmasını istediği vaziyeti aktarma şansı sanal âlemde mümkün
oluyor.
Diğer bütün sanal
etkileşim alanları da böyle. Her biri insana, olan değil, olmasını istediği
vaziyeti onun arzu ettiği biçim ve tasarımla sunmasına olanak sağlıyor. Hâl
böyleyken, insan gerçek yaşamın reel etkileşimlerinde içine sindiremediklerini,
sanal âlemde örtbas ederek kalbî ve ruhî bir tatmin yaşıyor. Bize gerçek, canlı
ve birebir insan etkileşiminden daha cazip gelen bu sanal etkileşim sürecini
dayatan şey, tam da içimize sindiremediklerimiz!
Peki, içimize
sindiremediğimiz şeyler neler olabilir? Bizi biz yapan her şeyi allayıp
pullayıp ikna ve ispat sürecinden muaf olduğumuz sanal âlemde karşıya aktarma
arzusunun temelinde ne yatıyor? Çünkü bu, artık bir heves ve arzu olmayıp tam
anlamıyla bir bağımlılığa dönüşmüş durumda!
Aslında yeni çağın
insanı kendisiyle barışık değil. Kusurlarıyla, eksikleriyle kavga hâlinde. Hem
de bahsettiğim bu kusur ve eksiklikler de gayet insanî düzeylerde olmasına
rağmen… Meselâ insanın görünüşünde de, hareket ve jestlerinde de kusurlar
vardır. Öte yandan bilgi birikiminde ve kendini ifade etme yollarında da zaman
zaman gedikler, eksiklikler mevcuttur. Fakat sosyal meydanın vadettiği
iletişimde bütün bu noksanlıklar ekarte edilebiliyor.
Şöyle düşünün: Bir
cümleyi anlık ve kurgu süreci olmaksızın muhatabına sunduğunuzda, birtakım
kelime ve anlam tercihlerinizde eksiklikler olabilir. Fakat Twitter’e girip de
bir cümle paylaşacağınızda bunu en iyi hâle getirmek için zamanınız vardır. Ayrıca
bilgi eksikliğini web sitelerinden faydalanarak giderme şansınız da bulunuyor.
Hâl böyle olunca, gerçek yaşamda kazanamadığı statüyü sosyal etkileşimle
kazanan bir yığın sahte kimlik ortaya çıkıyor. Ama günümüz insanı bu sahte
kimlikleri kendi gerçek kimliklerinden daha fazla benimsiyor.
Bu çoktan
kabullenilmiş bir vasat. İnsanlar çok zaman bu hâlde olduklarını biliyor fakat
bunu kendi iç sohbetlerinde bile dile getirmiyorlar. Herkesin kendince bir
sebebi var ne de olsa… Fakat giderek artan tatmin duygusu ile gerçek yaşamdaki
yalnızlığı da ayyuka çıkıyor.
Sosyal medyada
kendini istediği gibi lânse eden birey, gerçek hayattaki yakınları tarafından
oradaki kimliğiyle algılanmıyor. Bu da insanın en yakınındakine yabancı, en
uzaktakine yakın olmasını sağlıyor.
İşte içsel
yalnızlık da burada başlıyor!
Bu farklı kimlik
kazanma duygusunun dışında, insanı sosyal âleme bağımlı hâle getiren bir başka
duygu durumu daha var. Şöyle ki, insan özgürce bütün duygularını yazarak ya da
belli görsellerle destekleyerek binlerce kişiye aktarmada sorun yaşamazken,
eşine, çocuğuna, anne babasına, kardeşine ve reel yaşamdaki dostlarına bu
aktarımda büyük bir sıkıntı yaşıyor. Sanal arkadaşlıklarda hiçbir yaptırım ve
geri dönüş süreci bulunmadığından, insanların birbirini anlamaya daha yakın
oldukları yadsınamaz. Çünkü sizin bir derdiniz varsa ve bu derdi en yakınınıza
anlatırsanız, karşıdaki kişi bir sorumluluk duygusuna giriyor. Ama sosyal
medyada en büyük derdinizi bile anlatsanız, kimse sorumluluk sahibi olmadığı
için sizin ne hissettiğinizle ilgilenmekten kaçınmıyorlar. Bu da yeni çağ
insanını istemsiz bir şekilde sanal dostluklara, sanal etkileşimlere aç bir
hâle getiriyor.
Sorunu teşhis
etmek ve dile getirmek her zaman kolaydır.
Fakat “Tedavi
süreci nedir?” diye sorulacak olursa, sanırım sosyologların, psikologların, din
adamlarının ve devlet mercilerinin topyekûn, insanın bu içsel yalnızlaşmasına
odaklanmaları gerekiyor. Çünkü bu böyle devam ederse, gerçekliğin ve reel
yaşamın bütün gereklilikleri bir kenara atılacak. Zamanla daha da mutsuz
çocuklar büyütecek aileler. Sonra mutsuzluğun mahkûm ettiği başarısızlık,
toplumların, milletlerin can damarında tıkanmalara sebep olacak.
Bunlar, bahsini
ettiğim en genel gereklilikler. Bir de her olay için insanın kendinden başlattığı
bir düzelme hareketi elzemdir. O hâlde bizler de günün teknolojik imkânlarından
faydalanırken biraz da eskilere, geçmişteki yaşam biçimlerine ve çok daha
önemlisi Allah’ın ve Hazreti Muhammed’in bize söylediklerine bakmalıyız.
İnsanın yeme-içme
alışkanlıklarının günümüzde nasıl bir faciaya dönüştüğünü kaleme aldığım yazı
dizisinde de ayet ve hadislerden örneklemeler yapmıştım. O örnekleri verirken
kendim de fark etmiştim ki, bugünün dinamikleri insanı ne kadar hataya zorlasa
da dinin ve Yaradan’ın hayatı düzenleyen bütüncül kurallarına dikkat ettiğinde
insanın her şeyi doğruya evirmesi çok da zor değil.
Aile ve akraba ilişkilerinin, dostlukların ve iş hayatının değişkenleri pekâlâ dinimizde önemli bir yere sahip. Eğer biraz kul ve insan olmanın gerekliliklerini hayatımızın merkezine koyabilirsek, sosyal medyada bulduğumuz huzuru kendi yuvamızda da inşâ etmemiz kolay olacaktır.