İletişim bağımlılığı ile içsel yalnızlık

Bugünün dinamikleri insanı ne kadar hataya zorlasa da dinin ve Yaradan’ın hayatı düzenleyen bütüncül kurallarına dikkat ettiğinde insanın her şeyi doğruya evirmesi çok da zor değil. Aile ve akraba ilişkilerinin, dostlukların ve iş hayatının değişkenleri pekâlâ dinimizde önemli bir yere sahip. Eğer biraz kul ve insan olmanın gerekliliklerini hayatımızın merkezine koyabilirsek, sosyal medyada bulduğumuz huzuru kendi yuvamızda da inşâ etmemiz kolay olacaktır.

GEÇTİĞİMİZ gün Facebook, Whatsapp ve Instagram’ın da içinde bulunduğu network ağı erişime kapandı. Benim gibi en çok Twitter ile meşgul olanlar için bu durum büyük bir sorun arz etmezken, bazı insanların hayat damarlarından biri kopmuş gibi serzeniş hâlinde olmaları, gidişatın vahim olduğunu da gözler önüne serdi.

Sanki yaşamın bütün kılcal damarları bu iletişim kanallarına bağlanmış da birinde meydana gelen tıkanma ile insanın temel yaşamsal parametreleri dahi değer kaybediyormuş gibi şaşırtıcı bir vaziyetteyiz.

Tabiî ki şu son dönemeçte evcil bir yaşam biçimine geçişimizin de bunda etkisi var. Fakat gerçekten evlerde mi yaşıyoruz? Yoksa evlerin içinde başka küçük dünyalarımız mı var? Artık aynı evin içinde farklı gezegenlerde yaşam sürüyor gibiyiz korkarım. O hâlde anlağımızın geriye atıp da üzerini örttüğü birtakım dönüşümleri hatırlama zamanı!

Pandemiyle birlikte aktif hayat belli ölçüde kısıtlanırken, pasif ama daha insanî temaslarla dolu gerçek yaşam devreye giriyor gibi düşünmüştük. İnsanların iletişime geçmeyi unuttuğu en yakınlarıyla yeni bir düzende, yeniden tanışacağı gibi olumlu birtakım sonuçlar öngörülmüştü. Fakat pandemi ortaya çıktı çıkalı azalan dış etkileşimi içeride de bulamaz olduk. Yani en azından pek çok insan için, toplumsal bir gerçeklik olarak, muhakkak üzerinde durulması gereken bir kopukluk yaşıyoruz.

Bu kopukluğun sebepleri öyle bir kalemde anlatılacak kadar basit olmayıp oldukça kompozit bir etki-tepki kurgusuna sahip.

Öncelikle bütün değer yargılarımız, kendimizi tanımlama biçimimiz ve dış çevreyi içselleştirme yollarımız tamamen sanal iletişim yollarına bağlanmış durumda. Instagram’da paylaşılan fotoğraflar sıklıkla gerçeği yansıtmazken, bunu yanımızdakine inandırma çabasına düşmeyip uzaktaki bireylere istediğimiz tasarımla sunabilme olanağı cazip geliyor olsa gerek. Yine Whatsapp’ta kişinin istediği algıyı oluşturarak kendince şekillendirdiği “durum” alternatifi de hemen yanındakine duygu aktarımı yapmasından daha elverişli geliyor. Çünkü yine var olan bir gerçekliği değil, algılanmasını istediği vaziyeti aktarma şansı sanal âlemde mümkün oluyor.

Diğer bütün sanal etkileşim alanları da böyle. Her biri insana, olan değil, olmasını istediği vaziyeti onun arzu ettiği biçim ve tasarımla sunmasına olanak sağlıyor. Hâl böyleyken, insan gerçek yaşamın reel etkileşimlerinde içine sindiremediklerini, sanal âlemde örtbas ederek kalbî ve ruhî bir tatmin yaşıyor. Bize gerçek, canlı ve birebir insan etkileşiminden daha cazip gelen bu sanal etkileşim sürecini dayatan şey, tam da içimize sindiremediklerimiz!

Peki, içimize sindiremediğimiz şeyler neler olabilir? Bizi biz yapan her şeyi allayıp pullayıp ikna ve ispat sürecinden muaf olduğumuz sanal âlemde karşıya aktarma arzusunun temelinde ne yatıyor? Çünkü bu, artık bir heves ve arzu olmayıp tam anlamıyla bir bağımlılığa dönüşmüş durumda!

Aslında yeni çağın insanı kendisiyle barışık değil. Kusurlarıyla, eksikleriyle kavga hâlinde. Hem de bahsettiğim bu kusur ve eksiklikler de gayet insanî düzeylerde olmasına rağmen… Meselâ insanın görünüşünde de, hareket ve jestlerinde de kusurlar vardır. Öte yandan bilgi birikiminde ve kendini ifade etme yollarında da zaman zaman gedikler, eksiklikler mevcuttur. Fakat sosyal meydanın vadettiği iletişimde bütün bu noksanlıklar ekarte edilebiliyor.

Şöyle düşünün: Bir cümleyi anlık ve kurgu süreci olmaksızın muhatabına sunduğunuzda, birtakım kelime ve anlam tercihlerinizde eksiklikler olabilir. Fakat Twitter’e girip de bir cümle paylaşacağınızda bunu en iyi hâle getirmek için zamanınız vardır. Ayrıca bilgi eksikliğini web sitelerinden faydalanarak giderme şansınız da bulunuyor. Hâl böyle olunca, gerçek yaşamda kazanamadığı statüyü sosyal etkileşimle kazanan bir yığın sahte kimlik ortaya çıkıyor. Ama günümüz insanı bu sahte kimlikleri kendi gerçek kimliklerinden daha fazla benimsiyor.

Bu çoktan kabullenilmiş bir vasat. İnsanlar çok zaman bu hâlde olduklarını biliyor fakat bunu kendi iç sohbetlerinde bile dile getirmiyorlar. Herkesin kendince bir sebebi var ne de olsa… Fakat giderek artan tatmin duygusu ile gerçek yaşamdaki yalnızlığı da ayyuka çıkıyor.

Sosyal medyada kendini istediği gibi lânse eden birey, gerçek hayattaki yakınları tarafından oradaki kimliğiyle algılanmıyor. Bu da insanın en yakınındakine yabancı, en uzaktakine yakın olmasını sağlıyor.  

İşte içsel yalnızlık da burada başlıyor!

Bu farklı kimlik kazanma duygusunun dışında, insanı sosyal âleme bağımlı hâle getiren bir başka duygu durumu daha var. Şöyle ki, insan özgürce bütün duygularını yazarak ya da belli görsellerle destekleyerek binlerce kişiye aktarmada sorun yaşamazken, eşine, çocuğuna, anne babasına, kardeşine ve reel yaşamdaki dostlarına bu aktarımda büyük bir sıkıntı yaşıyor. Sanal arkadaşlıklarda hiçbir yaptırım ve geri dönüş süreci bulunmadığından, insanların birbirini anlamaya daha yakın oldukları yadsınamaz. Çünkü sizin bir derdiniz varsa ve bu derdi en yakınınıza anlatırsanız, karşıdaki kişi bir sorumluluk duygusuna giriyor. Ama sosyal medyada en büyük derdinizi bile anlatsanız, kimse sorumluluk sahibi olmadığı için sizin ne hissettiğinizle ilgilenmekten kaçınmıyorlar. Bu da yeni çağ insanını istemsiz bir şekilde sanal dostluklara, sanal etkileşimlere aç bir hâle getiriyor.

Sorunu teşhis etmek ve dile getirmek her zaman kolaydır.

Fakat “Tedavi süreci nedir?” diye sorulacak olursa, sanırım sosyologların, psikologların, din adamlarının ve devlet mercilerinin topyekûn, insanın bu içsel yalnızlaşmasına odaklanmaları gerekiyor. Çünkü bu böyle devam ederse, gerçekliğin ve reel yaşamın bütün gereklilikleri bir kenara atılacak. Zamanla daha da mutsuz çocuklar büyütecek aileler. Sonra mutsuzluğun mahkûm ettiği başarısızlık, toplumların, milletlerin can damarında tıkanmalara sebep olacak.

Bunlar, bahsini ettiğim en genel gereklilikler. Bir de her olay için insanın kendinden başlattığı bir düzelme hareketi elzemdir. O hâlde bizler de günün teknolojik imkânlarından faydalanırken biraz da eskilere, geçmişteki yaşam biçimlerine ve çok daha önemlisi Allah’ın ve Hazreti Muhammed’in bize söylediklerine bakmalıyız.

İnsanın yeme-içme alışkanlıklarının günümüzde nasıl bir faciaya dönüştüğünü kaleme aldığım yazı dizisinde de ayet ve hadislerden örneklemeler yapmıştım. O örnekleri verirken kendim de fark etmiştim ki, bugünün dinamikleri insanı ne kadar hataya zorlasa da dinin ve Yaradan’ın hayatı düzenleyen bütüncül kurallarına dikkat ettiğinde insanın her şeyi doğruya evirmesi çok da zor değil.

Aile ve akraba ilişkilerinin, dostlukların ve iş hayatının değişkenleri pekâlâ dinimizde önemli bir yere sahip. Eğer biraz kul ve insan olmanın gerekliliklerini hayatımızın merkezine koyabilirsek, sosyal medyada bulduğumuz huzuru kendi yuvamızda da inşâ etmemiz kolay olacaktır.