TARİHÎ binaların çoğunda
insanı kendisine çeken bir yön vardır. Büyük çoğunluğu taş olsa da mermer ve
diğer maddelerden yapılmış eserler taş binalardan ayrışır. Mermer olanların
soğuk bir yönü vardır.
Binaların
cazibeli olmasında taşlar üzerine işlenen nakışlar dikkat çekici olsa da nakkaşın
sanatlı eseri iksir niteliğindedir. Mermer yapılardan ayrılan taş binalar
aslında sadece taş ve süslü nakışlar nedeniyle insana sıcak gelmez.
İnsana
huzur veren binaların temelinde ne yattığı doğru analiz edilip günümüze
taşınmadıkça yapılan her bina insana itici ve soğuk gelecektir.
Geçmişe
bakıldığında çadırların kadim kültürümüzde derin izleri olduğu görülür. Çadır,
bizim kültürümüzde sıcaktır ve hâlâ bazı geleneksel sergilerde bunlar
kullanılır. Çünkü beton binaların aksine çadırda samimiyet ve ruh vardır.
Taş
yapı ve çadırların sıcaklıklarının merkezine inip hasbihâl etmek gerekir. Hayat
sanki bu minvâlde huzura ve vuslata kapı aralar. Zira kültürümüzde kaim olan
hengâmedeki sır da buradan yansır. Nokta ve kalem, hayatın eğimini ayarlayan
madde ve mânâ kapılarıdır.
Nokta
çakılı kalıp, sabit uzaklıktaki kalem o nokta etrafında evirildiğinde, nokta, çember
ve daireye beşiklik eder. Elde edilen şekiller köşesi olmayan bir tekerleği
andırır. Tekerlek bu yönüyle hayatın sembolüdür. Bu nedenle tekerlek tümsekte
kalmaz.
Dingil
ise hayatın kutupları arasında bağ kurar. Tekerlekler dingilsiz olamayacağı
gibi tümseği aşmak için iki tekerleğin dingil ile mizacı esastır. Hayatın
dingili rüzgâr gibi sadece bir nefes ve bir sesten ibarettir. Rüzgâr, hem
mevsimlerde hayatın diriliğini, hem de insanın ruhunun diriliğini harekete
geçirerek insanın madde ve mânâ kapılarını aralar.
Hayatın
gerçek dingili ise taş binalarda insanı çeken sıcaklıkla ilgilidir. Kalem kare,
dörtgen veya küp çizdiğinde bu geometrik şekiller arzı temsil ederken,
misafirinin de insan olduğuna işaret verir. Daire ve küre şekilleri ise
gökyüzünü temsil eder.
Şöyle
ki; dörtgen ve küp şekilleri tek başlarına sıcaklığı muhafaza edemez. Küre ve
daire de aynı özelliktedir. Bu köşeli ve yuvarlak şekillerin uyumu dingil
olduğunda tümsekler insanlara engel oluşturmaz.
Tarihî
binalar genelde kare, küp veya dikdörtgen şeklindedir. Bunların daire ve küre
ile uyumu insicam, ruh ve sıcaklığı ortaya çıkarır. Kare ile daire ve kürenin
birleşimi için ara forma ihtiyaç vardır. Karenin dört köşesi diğer köşelere
eşit mesafede olacak şekilde döndürüldüğünde sekiz köşe ortaya çıkar. Sekiz
köşe, daireye yakın mizaca bürünür. Bunun geçiş formu küre ve kubbeye gider.
Hayatın
madde ve mânâ tekerlekleri, dünya ile gökyüzü, kare ile küre uyumu, insanı kim
olduğunu unutturmayan kadim değerlerdir. Selçuklularda sekiz köşeli oluşumların
odağında bu ruh vardır. Bu anlam kişinin kul olduğunu her dem hatırlatan ve
tarihî binalara girildiğinde insanın ruhlar âleminde verdiği sözle uyumlu
olması nedeniyle sıcak bir karşılama hükmündedir ve bu, tarihî binaların
şanındandır. Diğer bir ifadeyle, tarihî taş binalarda insanı kendisine çeken,
işte bu geometrik şekillerin ortaya koyduğu mânâ, dingil ve ruhtur.
Tarihî
binalarda insanı tümsekte bırakmayan, inana güven veren ve hayatın odağında yer
alan bir nefes, bir ruh ve dingil, hayatı öteki âlemlere rahatlıkla taşır. Bu
ruh zâhirî hâlden derûnî hâle intikalin de köprüsüdür. Daima arzî âlem ile
semavî âlem arasındaki irtibat, bütün âlemleri kuşatan gerçek ilâhî bir tahttır.
Yapılan
binaların dünya ile semavî âlem arasında kurdukları irtibat, insanı zemheride
bile sıcak karşılar. Tarihî binalardaki sıcaklığın kaynağı da işte bu ilâhî
irtibattır; ruh, o ruhtur. Günümüzde yapılan beton binalarsa daha çok soğuk
mermere ve ilâhî tahtın Sahibine kafa tutmaya yönelik plânda tamamen madde ve
dünya odaklıdır. Bu nedenle hiçbir zaman gerçek anlamda huzur, sükûn ve rahat
yoktur.
Düşünebiliyor
musunuz, Selçuklu gibi pak bir devlet, tamamen, baştan aşağıya kadar, işte bu
ilâhî tahtın Sahibiyle irtibatı esas almıştır. Tarihin her döneminde bu şekilde
ilâhî irtibat, tümsekte kalmamak için hayatın dingili hükmünde rol oynamaya
hazırdır.