YAPILACAK en son iş, henüz tam olarak sönmemiş yangınlardan
siyâsî rant çıkartmaktı; onu da yaptık.
Öncelikle iğneyi kendimize batıralım isterseniz…
Gerçek her ne olursa
olsun, söylemek için zaman uygun olmayabilir. Orman Bakanı Pakdemirli’nin
belediyeleri suçlayan ifadesi hiç de şık olmadı meselâ. Elbette “Önce insan”
şiarı ile belediyelerin görev alanına giren yerleri yangından korumak bir öncelik
olmalıydı; termik santrali korumak için verilen çaba bile bunun önüne
geçemezdi. Dolayısıyla ormanın bir kısmını feda etmek pahasına şehirleri koruma
refleksinizi takdirle karşılıyor, bunu siyâsî bir alana çekecek tepkinizi ise
esefle kınıyorum.
Türkiye, tarihinin en seri yangınlarıyla karşı karşıya
kaldı bir hafta boyunca. Geçen haftaki yazımda değinmeye çalıştığım gibi, orman
yangınlarının başlamasına sebep her ne olursa olsun, bu kadar büyümesinin ve
geç söndürülebilmesinin sebepleri, öncelikle tabiat şartlarıdır. Gerek
meteorolojik olaylar, gerekse küresel iklimde yaşanan değişim, yaşadığımız
tabloyu bir felâkete çevirmeye yetmiştir. Bu sebepler, dünyanın birçok
ülkesinde benzer felâketlerin yaşanmasını da tetiklemiş durumda. Yani
söndürülemeyen yangınlardaki teknik kusur, belki de en son konuşulması gereken
konu.
Ancak tabiî ki yangınlar tamamen sönüp öncelikle
toplumsal yaralar sarıldıktan sonra, bundan sonrası için alınabilecek tedbirler
enine boyuna değerlendirilip, varsa yeni kararlar alınmalıdır. “Dünya yanıyor,
biz ne yapalım?” kolaycılığına kaçmak mümkün olamaz.
Fakat ilk günden beri Hükûmet’i suçluyor olmanın da
siyâsî etikte hiçbir yeri yok. Velev ki Hükûmet suçlu, iş biter, yüklenirsin.
Ya da anlık çözüm önerileri getirirsin ki hepimiz seni alkışlayalım. Sıfatı “gazeteci”
olan Sözcü’nün bir yazarı, “Yunanistan’ın bile 39 yangın söndürme uçağı var”
diye çemkirdi. Aynı gün, 31 Temmuz’da, yine kimlerin sözcülüğünü yaptığı malûm müsveddede,
2 bin 500 TL’lik kitap vurgunuyla tanıdığımız biri, ülkelerin uçak sayıları ile
vurmaya çalıştı Hükûmet’i. Güzel okursanız Hükûmet’e kızmak yerine takdir
edeceğiniz iki yazıydı bunlar aslında, ama hedef kitleleri okumak yerine
başlıktan yorum yaptığı için, çılgınca sarıldılar bu satırlara.
Sayılar içinde boğmak istemiyorum sizi. O yüzden tek
tek vermeyeceğim hepsini.
Konu, yangınla mücadelede bütün ülkelerin bizden daha
fazla uçak ve helikopter filosu olması… Her sıkıştığında AB’den yardım dilenen
müflis Yunanistan’ın bile 39 uçağı varmış. Türkiye’nin toplam orman alanından
daha küçük bir yüzölçümüne sahip olan Yunanistan’ın bizden 13 kat fazla uçağı
olması çok üzücü geldi size de, değil mi? Peki, Suriyeli göçmenleri -ülkelerine
gelmesinler diye- Ege’de ölüme sürükleyen Yunanlıların bu seneki yangınlarda
kendilerinin göçmen konumuna düşmesini niye önleyememiş bu kadar uçak, hiç
düşündünüz mü?
Ya İtalya’nın Sardunya adasında iki haftadır söndürülemeyen
yangın? Hani İtalya’da 88 tane yangın söndürme uçağı vardı? Hepi topu İzmir’in
iki katı büyüklükteki adadaki yangını söndürmek için kaç uçak daha lâzım acaba
İtalyanlara? İtalyan muhalifler, “ABD’de bin uçak varken, bizde neden bu kadar
az?” diye sordular mı, merak ediyorum.
Geçen yıl aylarca süren yangınlarda bütün dünyadan
yardım alan Avustralya’nın neden başarısız olduğunu, ABD’nin en büyük yangın
söndürme filosuna sahip olduğu hâlde bir aya yakın süredir California’daki
yangının önüne neden geçemediğini, 90 ton su alan, çeyrek kilometrekarelik
alanı tek seferde söndürebilen uçağın neden işe yaramadığını ve yerleşim
alanlarının bile kül olduğunu, Rusya’nın Sibirya bölgesinde bir ayı geçkin
zamandır süren ve de Kanada’nın başa çıkamadığı yangınların, iklim
avantajlarına rağmen neden hâlâ devam ettiğini de sorgulamıyor aynı kitle.
Daha az uçak ve helikopterle on günde üstesinden
geldiğimiz yangınlar bize gösteriyor ki, hava desteği tek başına sonuca etki
eden bir unsur değil. Doğru programlama, doğru önleyici tedbirler, doğru
zamanda müdahale ve cansiperane mücadele daha önemli gibi görünüyor. Bu
konularda da başarısız olduğumuzu iddia edemez kimse.
Kılıçdaroğlu’nun THK’dan çıkıp “Uçaklar kullanılmaz
durumda” diye açıklama yapmasının ardından hâlâ eski çiftlikleri olan kurum
üzerinden muhalefet yapma gayreti, Özgür Özel’in, hiçbir müdahale imkânı olmayan
ilçe belediye başkanlarının yangın koordinasyon toplantılarında bulunmamasını
yanlış açıdan eleştiriyor olması komik ama CHP açısından normal bir durum.
Akşener’in ise Manavgat ziyaretinde “Şimdilik
susuyorum” demesi, ne kadar bilinçli muhalefet olsa da, yanan alanların
betonlaşmasına yönelik uyarısı da o kadar cahilce.
Elbette yapılabilecekler vardır. Daha fazla uçak,
helikopter almak bunlardan biri de olabilir elbette. Ancak önleyici tedbirler
üzerinde yoğunlaşmamız, bence en doğrusu olacaktır. Benim de her okuduğumda hak
verdiğim “Kızılçam dikilmesin” serzenişlerinin çözüm olmadığını yeni öğrenmiş
bulunuyorum. Binlerce yıldır o toprakların tabiî bitki örtüsü olmuş, toprakla
bütünleşmiş kızılçam yerine dikilebilecek başka fidanların ağaç olamadan
öleceğine, çünkü oralardaki 55-60 derecelere çıkan hava sıcaklığına
dayanamayacaklarına, başka bir bitki örtüsüyle biz uğraşsak bile 20-30 sene
içinde toprağın kendi kendine kızılçamı yeşertip büyüteceğine ikna oldum.
Öyleyse yapılacaklar arasında ağaç değiştirmek yok
artık. Belki büyük parseller hâlinde bir düzen kurulup parseller arasında da
kozalakların fırlayarak diğer parsele ulaşmasına mâni olacak mesafeler
bırakılarak başlanabilir plânlamaya.
Daha çok kule, daha çok personel ve elektronik kontrol
sistemi kullanabiliriz belki. Kent sokaklarında kullanılan yangın musluklarına
benzer bir ilk müdahale imkânı da aranabilir hatta. İşin uzmanları, mutlaka bu
ve aklımıza gelmeyen onlarca çözüm önereceklerdir. Hükûmet’e düşen, doğruyu
bilimsel sonuçlarda aramak ve devletin imkânlarını devletin ciğerlerini korumak
için kullanmaktır.
Allâh böyle büyük felâketleri tekrar göstermesin
ülkemize!