İktidarın ya da muhalefetin değil, hepimizin ciğeri yandı!

Daha çok kule, daha çok personel ve elektronik kontrol sistemi kullanabiliriz belki. Kent sokaklarında kullanılan yangın musluklarına benzer bir ilk müdahale imkânı da aranabilir hatta. İşin uzmanları, mutlaka bu ve aklımıza gelmeyen onlarca çözüm önereceklerdir. Hükûmet’e düşen, doğruyu bilimsel sonuçlarda aramak ve devletin imkânlarını devletin ciğerlerini korumak için kullanmaktır.

YAPILACAK en son iş, henüz tam olarak sönmemiş yangınlardan siyâsî rant çıkartmaktı; onu da yaptık.

Öncelikle iğneyi kendimize batıralım isterseniz…

Gerçek her ne olursa olsun, söylemek için zaman uygun olmayabilir. Orman Bakanı Pakdemirli’nin belediyeleri suçlayan ifadesi hiç de şık olmadı meselâ. Elbette “Önce insan” şiarı ile belediyelerin görev alanına giren yerleri yangından korumak bir öncelik olmalıydı; termik santrali korumak için verilen çaba bile bunun önüne geçemezdi. Dolayısıyla ormanın bir kısmını feda etmek pahasına şehirleri koruma refleksinizi takdirle karşılıyor, bunu siyâsî bir alana çekecek tepkinizi ise esefle kınıyorum.

Türkiye, tarihinin en seri yangınlarıyla karşı karşıya kaldı bir hafta boyunca. Geçen haftaki yazımda değinmeye çalıştığım gibi, orman yangınlarının başlamasına sebep her ne olursa olsun, bu kadar büyümesinin ve geç söndürülebilmesinin sebepleri, öncelikle tabiat şartlarıdır. Gerek meteorolojik olaylar, gerekse küresel iklimde yaşanan değişim, yaşadığımız tabloyu bir felâkete çevirmeye yetmiştir. Bu sebepler, dünyanın birçok ülkesinde benzer felâketlerin yaşanmasını da tetiklemiş durumda. Yani söndürülemeyen yangınlardaki teknik kusur, belki de en son konuşulması gereken konu.

Ancak tabiî ki yangınlar tamamen sönüp öncelikle toplumsal yaralar sarıldıktan sonra, bundan sonrası için alınabilecek tedbirler enine boyuna değerlendirilip, varsa yeni kararlar alınmalıdır. “Dünya yanıyor, biz ne yapalım?” kolaycılığına kaçmak mümkün olamaz.

Fakat ilk günden beri Hükûmet’i suçluyor olmanın da siyâsî etikte hiçbir yeri yok. Velev ki Hükûmet suçlu, iş biter, yüklenirsin. Ya da anlık çözüm önerileri getirirsin ki hepimiz seni alkışlayalım. Sıfatı “gazeteci” olan Sözcü’nün bir yazarı, “Yunanistan’ın bile 39 yangın söndürme uçağı var” diye çemkirdi. Aynı gün, 31 Temmuz’da, yine kimlerin sözcülüğünü yaptığı malûm müsveddede, 2 bin 500 TL’lik kitap vurgunuyla tanıdığımız biri, ülkelerin uçak sayıları ile vurmaya çalıştı Hükûmet’i. Güzel okursanız Hükûmet’e kızmak yerine takdir edeceğiniz iki yazıydı bunlar aslında, ama hedef kitleleri okumak yerine başlıktan yorum yaptığı için, çılgınca sarıldılar bu satırlara.

Sayılar içinde boğmak istemiyorum sizi. O yüzden tek tek vermeyeceğim hepsini.

Konu, yangınla mücadelede bütün ülkelerin bizden daha fazla uçak ve helikopter filosu olması… Her sıkıştığında AB’den yardım dilenen müflis Yunanistan’ın bile 39 uçağı varmış. Türkiye’nin toplam orman alanından daha küçük bir yüzölçümüne sahip olan Yunanistan’ın bizden 13 kat fazla uçağı olması çok üzücü geldi size de, değil mi? Peki, Suriyeli göçmenleri -ülkelerine gelmesinler diye- Ege’de ölüme sürükleyen Yunanlıların bu seneki yangınlarda kendilerinin göçmen konumuna düşmesini niye önleyememiş bu kadar uçak, hiç düşündünüz mü?

Ya İtalya’nın Sardunya adasında iki haftadır söndürülemeyen yangın? Hani İtalya’da 88 tane yangın söndürme uçağı vardı? Hepi topu İzmir’in iki katı büyüklükteki adadaki yangını söndürmek için kaç uçak daha lâzım acaba İtalyanlara? İtalyan muhalifler, “ABD’de bin uçak varken, bizde neden bu kadar az?” diye sordular mı, merak ediyorum.

Geçen yıl aylarca süren yangınlarda bütün dünyadan yardım alan Avustralya’nın neden başarısız olduğunu, ABD’nin en büyük yangın söndürme filosuna sahip olduğu hâlde bir aya yakın süredir California’daki yangının önüne neden geçemediğini, 90 ton su alan, çeyrek kilometrekarelik alanı tek seferde söndürebilen uçağın neden işe yaramadığını ve yerleşim alanlarının bile kül olduğunu, Rusya’nın Sibirya bölgesinde bir ayı geçkin zamandır süren ve de Kanada’nın başa çıkamadığı yangınların, iklim avantajlarına rağmen neden hâlâ devam ettiğini de sorgulamıyor aynı kitle.

Daha az uçak ve helikopterle on günde üstesinden geldiğimiz yangınlar bize gösteriyor ki, hava desteği tek başına sonuca etki eden bir unsur değil. Doğru programlama, doğru önleyici tedbirler, doğru zamanda müdahale ve cansiperane mücadele daha önemli gibi görünüyor. Bu konularda da başarısız olduğumuzu iddia edemez kimse.

Kılıçdaroğlu’nun THK’dan çıkıp “Uçaklar kullanılmaz durumda” diye açıklama yapmasının ardından hâlâ eski çiftlikleri olan kurum üzerinden muhalefet yapma gayreti, Özgür Özel’in, hiçbir müdahale imkânı olmayan ilçe belediye başkanlarının yangın koordinasyon toplantılarında bulunmamasını yanlış açıdan eleştiriyor olması komik ama CHP açısından normal bir durum.

Akşener’in ise Manavgat ziyaretinde “Şimdilik susuyorum” demesi, ne kadar bilinçli muhalefet olsa da, yanan alanların betonlaşmasına yönelik uyarısı da o kadar cahilce.

Elbette yapılabilecekler vardır. Daha fazla uçak, helikopter almak bunlardan biri de olabilir elbette. Ancak önleyici tedbirler üzerinde yoğunlaşmamız, bence en doğrusu olacaktır. Benim de her okuduğumda hak verdiğim “Kızılçam dikilmesin” serzenişlerinin çözüm olmadığını yeni öğrenmiş bulunuyorum. Binlerce yıldır o toprakların tabiî bitki örtüsü olmuş, toprakla bütünleşmiş kızılçam yerine dikilebilecek başka fidanların ağaç olamadan öleceğine, çünkü oralardaki 55-60 derecelere çıkan hava sıcaklığına dayanamayacaklarına, başka bir bitki örtüsüyle biz uğraşsak bile 20-30 sene içinde toprağın kendi kendine kızılçamı yeşertip büyüteceğine ikna oldum.

Öyleyse yapılacaklar arasında ağaç değiştirmek yok artık. Belki büyük parseller hâlinde bir düzen kurulup parseller arasında da kozalakların fırlayarak diğer parsele ulaşmasına mâni olacak mesafeler bırakılarak başlanabilir plânlamaya.

Daha çok kule, daha çok personel ve elektronik kontrol sistemi kullanabiliriz belki. Kent sokaklarında kullanılan yangın musluklarına benzer bir ilk müdahale imkânı da aranabilir hatta. İşin uzmanları, mutlaka bu ve aklımıza gelmeyen onlarca çözüm önereceklerdir. Hükûmet’e düşen, doğruyu bilimsel sonuçlarda aramak ve devletin imkânlarını devletin ciğerlerini korumak için kullanmaktır.

Allâh böyle büyük felâketleri tekrar göstermesin ülkemize!