
GEÇEN haftaki
makalemde, “muhalefet” ve muhalefet etme biçimi üzerinde durmuştum. Bu
makalemde de “iktidar” ve iktidar etme biçimi üzerinde durmaya çalışacağım.
Geçen
haftaki makaleye bir giriş, girizgâh olması bâbında şöyle bir kesit ile
başlamıştım:
Kavramsal
boyut ve mânâ derinliği
“‘Muhalefet’
kavramı; ‘hilâf, ihtilâf, hilâfet, halîfe’ kelime ve kavramlarıyla etimolojik
olarak aynı kökten gelmektedir. Terminolojik, epistemolojik, semantik ya da
lugavî ve ıstılâhî olarak aralarında interaktif bir ilişki vardır.
Dolayısıyla
kavramın yapısında yönetme, idâre etme (hilâfet) ile yönetme işine ya da idâre
etme biçimine farklı mülâhazalarla karşı gelme, onun hilâfına davranma
(muhalefet) tabiî olarak vardır.
Bu
bakımdan yönetim olgusunun (idâre mekanizmasının) ve hilâfetin olduğu her yerde
ve her toplumda kaçınılmaz olarak muhalefet vardır ve dünya durdukça, insanlık
yaşadıkça da var olacaktır.” (İlhan Akar, “Patolojik Muhalefet Anlayışı”, 12
Kasım 2021, Haber Ajanda Net)
İşte
yukarıdaki ifâdelerden hareketle, nasıl ki hilâfetin (yönetme, iktidar etme
olgusu) olduğu her yerde muhalefet (yönetime, iktidara itiraz ederek karşı
gelme olgusu) olacaksa, o zaman halîfenin (yönetenin, iktidar edenin) olduğu
her yerde muhalif (yönetene, iktidar edene itiraz ederek karşı gelen) de
olacaktır.
Aslında
aşağıdaki âyette (Bakara, 30), yeryüzünde bir “halîfe” (insan nâmında bir
varlık) yaratılacağından bahsedilirken, aynı zamanda “halîfe” kavramının lugavî
ve ıstılâhî mânâlarında insanoğlunun hem yöneten/yönetim (halîfe/hilâfet) hem
de yönetilen/yönetime itiraz eden (muhalefet/muhalif) özelliğine müşterek bir
atıf vardır.
Başka
bir deyişle, “yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek” birisi ya da
birileri hem hilâfetten (yönetimden/iktidardan), hem de muhalefetten
(yönetilenlerden/yönetime itiraz edenlerden) her zaman çıkabilir. Çünkü böyle
bir olgu, böylesi bir risk; statüsü, mevkii, mâkâmı ne olursa olsun, “insan”
denilen varlığın tabiatında potansiyel olarak hep vardır zâten.
Bu
mânâda, iktidarda olsun, muhalefette olsun, hiç kimsenin garantisi yoktur. Dolayısıyla
hiç kimse peşinen masûn (korunmuş) da, ma’sum (saf, temiz) da değildir.
İktidarın veya muhalefetin saf ve temiz olup olmadıklarını ancak niyetleri ve
icraatları (yaptıkları, ettikleri, fiil ve davranışları) belirler.
O
hâlde, yeri gelmişken geçen haftaki makalemde zikrettiğim ilgili âyeti yeniden
hatırlayalım:
“Hani
Rabbin, meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım’ demişti. Onlar,
‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz Sana
hamd ederek daima Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ demişler, Allah da, ‘Ben
sizin bilmediğinizi bilirim’ demişti.” (Bakara Sûresi, 30’uncu âyet, Diyânet
İşleri Meâli-Yeni)
Bu
âyetten hareketle tekraren zikredelim ki, “halîfe” kavramının etimolojik ve
epistemolojik yapısında hem hilâfet, hem de muhalefet olgularının müştereken
meczedilmesinden nâşî, kimi zaman iktidar muhalefete düşebilir, kimi zaman da
muhalefet iktidara gelebilir. Bu, işin tabiatında vardır.
Bu
duruma göre, kimi zaman muhalefette iken ma’sum, mazlum ve mağdur olduğunu
iddia ederek durmadan adâlet isteyen muhalefet mensupları iktidara
geldiklerinde zulmedenlerden, kimi zaman da iktidarda olanlar haktan, hukuktan,
adâletten bahsederken zâlimleşenlerden olabilirler.
Diğer
yandan, birincil anlamıyla yönetimden, iktidardan (hilâfet) bahseden şu âyette
de Allah şöyle buyuruyor:
“Ey
Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O hâlde insanlar arasında adaletle
hükmet. Hevâ ve hevese uyma; sonra bu, seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu
Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap
vardır.” (Sâd Sûresi, 26’ncı âyet, Diyânet Vakfı Meâli)
İşte
bu âyet, iktidarda olanların nasıl ateşten bir gömlek giydiklerinin farkında
olmalarını kendilerine hatırlatan bir âyettir! Bu bağlamda bu âyet, iktidar
edenlerin (muktedir olanların) ve yönetim gücünü elinde bulunduranların her
zaman tetikte ve teyakkuzda olmalarını mecbur kılar, kılması gerekir. Yoksa işleri
ve sonları çok vahim olur!
Aşağıdaki
âyet ise, rivâyet odur ki, nâzil olduğunda Allah’ın Rasûlünü en çok etkileyen
ve saçlarının ağarmasına sebep olan bir âyettir.
Âyet
şu şekildedir:
“Şu
hâlde emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Ve seninle birlikte yürümek için sana
uyanlar da (aynı yolu tutsunlar)! Asla sınırı aşmayın! Unutmayın ki, O,
yaptığınız her şeyin farkındadır!” (Hûd Sûresi, 112’nci âyet, Mustafa İslamoğlu
Meâli)
Bütün
bu mülâhazalardan sonra gelelim mevcut iktidarın durumuna…
Ülkemizdeki
iktidarın yapısı ve iktidar etme biçimi
Şu
noktayı hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım ki, hilâfet ve muhalefet
kavramları ile ilgili olarak yukarıda zikrettiklerimiz, kaynağın orijini
itibariyle birincil derecede İslâm dinine inanan Müslümanları bağlar. Ama epistemolojik
olarak ikincil derecede bütün insanları bağlar.
İşte,
iktidarda olup da iktidar gücünü elinde tutanlar, Müslüman olduklarını alenen
kabûl ve iddia ediyorlarsa -ki ediyorlar- o zaman bunlar, diğerlerinden çok
daha fazla adâlet ve hakkaniyet ölçülerine dikkat ve riâyet etmek
zorundadırlar.
Gerçi
muhalefette olanlar da iktidarda olanlar gibi yeri geldikçe adâletten, haktan,
hukuktan, Ömer’in adâletinden dem vuruyor, hatta bazıları hızını alamayıp
ülkenin en büyük şehrinin belediye başkanı için Arapça “Rabbî yessir” diyebiliyor
ve bir diğeri İslâmî bir terim olan “helâlleşme”den bahsedebiliyorsa, o zaman
herkesin hakka, hukuka, adâlete ve kaynağı Kur’ân olan Hazreti Ömer’in adâlet
anlayışına sözde değil özde yani kayıtsız ve şartsız “itaat” ve “biat” etmek
zorundadırlar.
İktidarda
ve muhalefette olanlar, bu sözlerinde gerçekten samimî iseler ve oy uğruna rol
yapmıyorlarsa, bunu icraat ve fiilleriyle ispat ederek halka açık ve net bir
şekilde göstermek durumundadırlar.
Ama
bu kavramları istismar ederek vatandaşları aldatıyorlarsa, o zaman vay hâline o
vatandaşların! Ve yazıklar olsun vatandaşları aldatanlara!
Sonuçta
İlâhî düzlemde kalplerde olanın en iyisini Allah bilir; insânî düzlemde de
bizâtihi insanın kendisi bilir. Elbet bir gün hesap günü gelir, işte o gün,
herkes hesabını noktasına virgülüne varıncaya kadar Allah’a verir. Bu dünyada
kaçış olsa da, hesap gününde hiç kimsenin hiçbir yere kaçışı mümkün olamayacaktır.
Bütün
bunlara rağmen şurası unutulmasın ki, ülkemizin yönetim şekli cumhuriyet,
rejimin adı da demokrasidir. Mevcut Anayasa ortada durduğu müddetçe, iktidarın
da, muhalefetin de bütün söz ve eylemlerini yürürlükte olan kanunlar belirler.
Bu
noktayı da gözden kaçırmamak ve altını da çizmek gerektir!
İktidarlar
er veya geç el değiştirirler. Devlet kavramının etimolojik olarak anlamı da
budur. Mâkâmlar “bâki”, yöneticiler fânidir. Aslolan iktidarı ele geçirmek
değil, iktidarda hoş bir sedâ bırakmaktır. Aslolan muktedir olmak değil, güç
ahlâkına sahip olmaktır.
Başka
bir deyişle, iktidarda olan, gücünü ahlâkî ilkelerden, haktan, hukuktan ve
adâletten almalıdır. Onun için de tüm vatandaşları kucaklamalı ve halkın hakkına
ve hukukuna sahip çıkmalıdır.
Mevcut
iktidarın icraatları
Mevcut
iktidar bağlamında meseleyi değerlendirecek olursak…
Bu
iktidarın ilk yıllarında ve devam eden süreçlerinde eskinin Jakoben, dayatmacı,
darbeci, vesayetçi, müdahaleci, seçkinci, empoze ve dikte ettirici anlayışına
karşı vatandaşın hukukunu koruma adına önemli adımlar atılmış, nice reformlar
yapılmış ve bu mânâda birçok kazanımlar elde edilmiştir.
Ayrıca,
ideolojik ve politik mülâhazalardan arınmış, kör particilik ve partizanlık
taassubundan kurtulmuş, çok basit olan kişisel hırs, öfke, nefret, çıkar ve
menfaatlerden sıyrılmış, insaf, vicdan ve hakkaniyet dairesinde önyargısız ve
objektif kriterlere uygun bir şekilde söyleyecek olursak yine bu iktidar,
Cumhuriyet tarihinde görülmemiş fizikî yatırımları, bayındırlık hizmetlerini,
karada, havada, denizde askerî savunma araçlarını, petrol ve doğalgaz arama
gemilerini, sivil havacılık hizmetlerini, sağlık hizmetlerini, dijital
hizmetleri, sosyal yardım hizmetlerini, tabiî âfetlere karşı mücâdele
hizmetlerini bu ülkeye kazandırmıştır.
Bu
bağlamda vatandaşlarının yaşamını kolaylaştırmak için nice yollar, köprüler,
tüneller, barajlar, havalimanları, şehir hastaneleri, üniversiteler, okullar ve
daha birçok hizmetler yapılmıştır. Her vatandaş bu kolaylıkları ve hizmetleri
gündelik yaşamında bizzat yaşayarak zâten her gün müşâhede etmektedir.
Belirli
bir yaşın üstünde olanlar, eski Türkiye ile yeni Türkiye’yi önyargısız bir
şekilde mukayese etmeyi başarabilirlerse, aradaki farkı net bir şekilde
görebilirler. Ama her şeye rağmen bütün bunları inkâr edecek olan varsa, artık
onlara söylenecek söz de kalmamıştır ne yazık ki!
Terörle
mücadele ve dış politikada ülkenin menfaatleri önemli ölçüde korunmuştur,
korunmaya da devam edilmektedir. Dış güçlerin tüm baskılarına rağmen mazlum
milletlere sahip çıkılmıştır.
Bir
zamanlar Ermenistan’ın saldırıları sonucunda yaralanan Azerbaycan askerlerini
cepheden hastanelere taşımak için zamanın Başbakanı Süleyman Demirel’den iki
tane helikopter isteyen Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey’e Rusya’nın
korkusundan dolayı helikopterleri veremeyen eski Türkiye’den, Can Azerbaycan’ın
otuz yıldan beridir işgâl altında tutulan topraklarının kurtarılmasına büyük
destekleriyle katkı sağlamış olan yeni Türkiye’ye gelinmiştir.
Milliyetçi
câmiânın çok önem verdiği “Turan Ülküsü”nü gerçekleştirmek üzere birçok
devletin üyesi olduğu “Türk Devletleri Teşkilâtı” kurularak bu yolda çok önemli
adımlar atılmıştır.
Bütün
bu yapılanlar ve Türkiye’nin güçlenmesi için atılan bu büyük adımlar, Amerika,
Avrupa, Rusya ve Çin başta olmak üzere yabancı ülkelerin ve içerideki
uzantılarının şimşeklerini üzerimize çekmesini yeterli kılmıştır. Yoksa yedi
düvelin ülkemize bu kadar çullanmasının sebebi ne olabilir ki? Önyargısız bir
şekilde üzerinde derin derin düşünülüp meselenin tefekkür edilmesi gerekmez mi?
Kim
ne derse desin, Türkiye, bölgesinde ve dünyada artık hatırı sayılır bir ülke
olmuştur. Türkiye’siz bir dünya gündemi artık kolay kolay oluşmamaktadır.
İktidarı
bekleyen tehlikeler
Bütün
bunlara rağmen yapılacak çok iş vardır. İktidarın da dikkat etmesi ve kendisine
çekidüzen vermesi gereken çok husus vardır.
Kimi
çevrelerde iktidar olmanın rehâveti, yorgunluğu, bıkkınlığı ve sendromu vardır.
Kimi çevrelerde iktidarı kaybetmenin endişesi vardır. Kimi çevrelerde de
iktidar olmanın doyumsuzluğu ve şımarıklığı yaşanmaktadır.
Devletten
beslenen ve iktidarı kayıtsız şartsız destekleyen bu kimi çevrelerde şımarıklık
hâd safhadadır!
Baştan
aşağıya kadarki yönetim hiyerarşisinde kimi yöneticilerde kibirlilik ve narsistik
emâreleri görülmektedir. İşin acı tarafı, kendilerinin bunun farkında
olmamaları ya da olamamalarıdır. Unutulmasın ki, kibirlilik -Allah korusun-
şeytanî bir vasıftır ve dahi İblis’i huzurdan kovduran ve lânetlenmesine yol
açan vasıf da işte bu vasıftır!
Mûsâ
ile Firavun arasındaki fark, tevhîdî bir farktı. Bu farktaki temel faktör,
birinde teslimiyet, diğerinde ise ulûhiyyet olarak tezâhür ediyordu. İşte
Mûsâ’yı Mûsâ yapan, teslimiyettir! Firavun’u Firavun yapan da ulûhiyyet
iddiasındaki şirktir.
İktidar
olmak, göreceli olarak kolay bir iştir. Ama iktidarın gücüne râm olmak… İşte en
tehlikeli iş budur! Onun için güce râm olmak ve güce tapınmak yerine, ahlâkın
gücüne râm olmak ve güç ahlâkını içselleştirmek gerektir.
Allah
Rasûlünün ahlâkı neydi? Kur’ân ahlâkıydı, değil mi? O hâlde herkesin bu ahlâka
râm olması gerekmez mi?
Unutulmasın
ki, Allah Rasûlü Mekke’yi fethettiğinde, Kendisinin öz yurdundan hicretine
sebep olan azılı düşmanlarından Ebû Süfyân’ı dahi affetmişti. Yine unutulmasın
ki, İslâm, bir sulh, salâh, barış ve kardeşlik dinidir.
Karizmatik
liderlik ve dirâyetli liderlik çok önemlidir, fakat kibirli liderlik bir o
kadar da tehlikelidir. Onun için çok dikkat edilmesi gerekir.
Yapılması
gerekenler
Terör
örgütleri ve bu milletin birliği ile dirliğine göz diken, açıkça düşmanlık
yapan, değerlerine ve ahlâkına kasıtlı olarak saldıranlar hâriç, kimseyi hain
ilân etmeden, ötekileştirmeden herkesi kucaklamak gerekir.
Muhalefette
olanların da doğrusuna sahip çıkıp, onların da önerilerinden ve projelerinden
ülke ve millet adına yararlanmak lâzım gelir. Unutulmasın ki, hepimiz aynı
gemide seyahat etmekteyiz. Titanik batarsa hepimiz batarız.
İhâleler
ve müteahhitlerin yaptıkları işler konusunda daha şeffaf ve hesap
verilebilirlik konumunda olmak lâzım gelir. Bu konularda halkı tatmin edici bir
şekilde bilgilendirmek gerekir. Çünkü halk arasında olumsuz kanaatler yaygın
bir şekilde alıcı bulmaktadır.
Ekonominin
gidişatı hayra alâmet değildir. Vakit geçirmeden âcil önlemler alınmalı ve
israftan vazgeçilerek devletten başlamak üzere her alanda tasarrufa
gidilmelidir.
Hayat
pahalılığı almış başını gidiyor. Tez elden buna bir çare bulunmalı, fakir
fukâra, garip gurâba ve dar gelirliler âcilen koruma altına alınmalıdır.
İnsan
yetiştirme düzenimizde ve eğitim sistemimizde büyük sıkıntılar vardır. Kaliteli
insan yetiştirmede yeterince başarılı değiliz. Gençliğin kültürel yapısında ve
yaşam felsefesinde çok büyük yozlaşmalar vardır. Hedonist bir yaşam felsefesi
gittikçe yaygınlaşmaktadır.
Tez
elden tedbirler alınmalıdır. Gençlik elden gittikten, insanlık yoldan çıktıktan
sonra yaptığınız “prestij” yapılar, inşâ ettiğiniz devasa yapıtlar sizi de,
ülkeyi de kurtarmaz.
Onun
için “önce ahlâklı ve kaliteli insan”…
Edebâli’nin
dediği gibi, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”!