İktidar ve güç ahlâkı

İktidarlar er veya geç el değiştirirler. Devlet kavramının etimolojik olarak anlamı da budur. Mâkâmlar “bâki”, yöneticiler fânidir. Aslolan iktidarı ele geçirmek değil, iktidarda hoş bir sedâ bırakmaktır. Aslolan muktedir olmak değil, güç ahlâkına sahip olmaktır. Başka bir deyişle, iktidarda olan, gücünü ahlâkî ilkelerden, haktan, hukuktan ve adâletten almalıdır. Onun için de tüm vatandaşları kucaklamalı ve halkın hakkına ve hukukuna sahip çıkmalıdır.

GEÇEN haftaki makalemde, “muhalefet” ve muhalefet etme biçimi üzerinde durmuştum. Bu makalemde de “iktidar” ve iktidar etme biçimi üzerinde durmaya çalışacağım.

Geçen haftaki makaleye bir giriş, girizgâh olması bâbında şöyle bir kesit ile başlamıştım: 

Kavramsal boyut ve mânâ derinliği

“‘Muhalefet’ kavramı; ‘hilâf, ihtilâf, hilâfet, halîfe’ kelime ve kavramlarıyla etimolojik olarak aynı kökten gelmektedir. Terminolojik, epistemolojik, semantik ya da lugavî ve ıstılâhî olarak aralarında interaktif bir ilişki vardır.

Dolayısıyla kavramın yapısında yönetme, idâre etme (hilâfet) ile yönetme işine ya da idâre etme biçimine farklı mülâhazalarla karşı gelme, onun hilâfına davranma (muhalefet) tabiî olarak vardır.

Bu bakımdan yönetim olgusunun (idâre mekanizmasının) ve hilâfetin olduğu her yerde ve her toplumda kaçınılmaz olarak muhalefet vardır ve dünya durdukça, insanlık yaşadıkça da var olacaktır.” (İlhan Akar, “Patolojik Muhalefet Anlayışı”, 12 Kasım 2021, Haber Ajanda Net)

İşte yukarıdaki ifâdelerden hareketle, nasıl ki hilâfetin (yönetme, iktidar etme olgusu) olduğu her yerde muhalefet (yönetime, iktidara itiraz ederek karşı gelme olgusu) olacaksa, o zaman halîfenin (yönetenin, iktidar edenin) olduğu her yerde muhalif (yönetene, iktidar edene itiraz ederek karşı gelen) de olacaktır.

Aslında aşağıdaki âyette (Bakara, 30), yeryüzünde bir “halîfe” (insan nâmında bir varlık) yaratılacağından bahsedilirken, aynı zamanda “halîfe” kavramının lugavî ve ıstılâhî mânâlarında insanoğlunun hem yöneten/yönetim (halîfe/hilâfet) hem de yönetilen/yönetime itiraz eden (muhalefet/muhalif) özelliğine müşterek bir atıf vardır.

Başka bir deyişle, “yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek” birisi ya da birileri hem hilâfetten (yönetimden/iktidardan), hem de muhalefetten (yönetilenlerden/yönetime itiraz edenlerden) her zaman çıkabilir. Çünkü böyle bir olgu, böylesi bir risk; statüsü, mevkii, mâkâmı ne olursa olsun, “insan” denilen varlığın tabiatında potansiyel olarak hep vardır zâten.

Bu mânâda, iktidarda olsun, muhalefette olsun, hiç kimsenin garantisi yoktur. Dolayısıyla hiç kimse peşinen masûn (korunmuş) da, ma’sum (saf, temiz) da değildir. İktidarın veya muhalefetin saf ve temiz olup olmadıklarını ancak niyetleri ve icraatları (yaptıkları, ettikleri, fiil ve davranışları) belirler.

O hâlde, yeri gelmişken geçen haftaki makalemde zikrettiğim ilgili âyeti yeniden hatırlayalım:

“Hani Rabbin, meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz Sana hamd ederek daima Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ demişler, Allah da, ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim’ demişti.” (Bakara Sûresi, 30’uncu âyet, Diyânet İşleri Meâli-Yeni)

Bu âyetten hareketle tekraren zikredelim ki, “halîfe” kavramının etimolojik ve epistemolojik yapısında hem hilâfet, hem de muhalefet olgularının müştereken meczedilmesinden nâşî, kimi zaman iktidar muhalefete düşebilir, kimi zaman da muhalefet iktidara gelebilir. Bu, işin tabiatında vardır.

Bu duruma göre, kimi zaman muhalefette iken ma’sum, mazlum ve mağdur olduğunu iddia ederek durmadan adâlet isteyen muhalefet mensupları iktidara geldiklerinde zulmedenlerden, kimi zaman da iktidarda olanlar haktan, hukuktan, adâletten bahsederken zâlimleşenlerden olabilirler.

Diğer yandan, birincil anlamıyla yönetimden, iktidardan (hilâfet) bahseden şu âyette de Allah şöyle buyuruyor:

“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O hâlde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma; sonra bu, seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sâd Sûresi, 26’ncı âyet, Diyânet Vakfı Meâli)

İşte bu âyet, iktidarda olanların nasıl ateşten bir gömlek giydiklerinin farkında olmalarını kendilerine hatırlatan bir âyettir! Bu bağlamda bu âyet, iktidar edenlerin (muktedir olanların) ve yönetim gücünü elinde bulunduranların her zaman tetikte ve teyakkuzda olmalarını mecbur kılar, kılması gerekir. Yoksa işleri ve sonları çok vahim olur!

Aşağıdaki âyet ise, rivâyet odur ki, nâzil olduğunda Allah’ın Rasûlünü en çok etkileyen ve saçlarının ağarmasına sebep olan bir âyettir.

Âyet şu şekildedir:

“Şu hâlde emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Ve seninle birlikte yürümek için sana uyanlar da (aynı yolu tutsunlar)! Asla sınırı aşmayın! Unutmayın ki, O, yaptığınız her şeyin farkındadır!” (Hûd Sûresi, 112’nci âyet, Mustafa İslamoğlu Meâli)

Bütün bu mülâhazalardan sonra gelelim mevcut iktidarın durumuna…

Ülkemizdeki iktidarın yapısı ve iktidar etme biçimi

Şu noktayı hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım ki, hilâfet ve muhalefet kavramları ile ilgili olarak yukarıda zikrettiklerimiz, kaynağın orijini itibariyle birincil derecede İslâm dinine inanan Müslümanları bağlar. Ama epistemolojik olarak ikincil derecede bütün insanları bağlar.

İşte, iktidarda olup da iktidar gücünü elinde tutanlar, Müslüman olduklarını alenen kabûl ve iddia ediyorlarsa -ki ediyorlar- o zaman bunlar, diğerlerinden çok daha fazla adâlet ve hakkaniyet ölçülerine dikkat ve riâyet etmek zorundadırlar.

Gerçi muhalefette olanlar da iktidarda olanlar gibi yeri geldikçe adâletten, haktan, hukuktan, Ömer’in adâletinden dem vuruyor, hatta bazıları hızını alamayıp ülkenin en büyük şehrinin belediye başkanı için Arapça “Rabbî yessir” diyebiliyor ve bir diğeri İslâmî bir terim olan “helâlleşme”den bahsedebiliyorsa, o zaman herkesin hakka, hukuka, adâlete ve kaynağı Kur’ân olan Hazreti Ömer’in adâlet anlayışına sözde değil özde yani kayıtsız ve şartsız “itaat” ve “biat” etmek zorundadırlar.

İktidarda ve muhalefette olanlar, bu sözlerinde gerçekten samimî iseler ve oy uğruna rol yapmıyorlarsa, bunu icraat ve fiilleriyle ispat ederek halka açık ve net bir şekilde göstermek durumundadırlar.

Ama bu kavramları istismar ederek vatandaşları aldatıyorlarsa, o zaman vay hâline o vatandaşların! Ve yazıklar olsun vatandaşları aldatanlara!

Sonuçta İlâhî düzlemde kalplerde olanın en iyisini Allah bilir; insânî düzlemde de bizâtihi insanın kendisi bilir. Elbet bir gün hesap günü gelir, işte o gün, herkes hesabını noktasına virgülüne varıncaya kadar Allah’a verir. Bu dünyada kaçış olsa da, hesap gününde hiç kimsenin hiçbir yere kaçışı mümkün olamayacaktır.

Bütün bunlara rağmen şurası unutulmasın ki, ülkemizin yönetim şekli cumhuriyet, rejimin adı da demokrasidir. Mevcut Anayasa ortada durduğu müddetçe, iktidarın da, muhalefetin de bütün söz ve eylemlerini yürürlükte olan kanunlar belirler.

Bu noktayı da gözden kaçırmamak ve altını da çizmek gerektir!

İktidarlar er veya geç el değiştirirler. Devlet kavramının etimolojik olarak anlamı da budur. Mâkâmlar “bâki”, yöneticiler fânidir. Aslolan iktidarı ele geçirmek değil, iktidarda hoş bir sedâ bırakmaktır. Aslolan muktedir olmak değil, güç ahlâkına sahip olmaktır.

Başka bir deyişle, iktidarda olan, gücünü ahlâkî ilkelerden, haktan, hukuktan ve adâletten almalıdır. Onun için de tüm vatandaşları kucaklamalı ve halkın hakkına ve hukukuna sahip çıkmalıdır.

Mevcut iktidarın icraatları

Mevcut iktidar bağlamında meseleyi değerlendirecek olursak…

Bu iktidarın ilk yıllarında ve devam eden süreçlerinde eskinin Jakoben, dayatmacı, darbeci, vesayetçi, müdahaleci, seçkinci, empoze ve dikte ettirici anlayışına karşı vatandaşın hukukunu koruma adına önemli adımlar atılmış, nice reformlar yapılmış ve bu mânâda birçok kazanımlar elde edilmiştir.

Ayrıca, ideolojik ve politik mülâhazalardan arınmış, kör particilik ve partizanlık taassubundan kurtulmuş, çok basit olan kişisel hırs, öfke, nefret, çıkar ve menfaatlerden sıyrılmış, insaf, vicdan ve hakkaniyet dairesinde önyargısız ve objektif kriterlere uygun bir şekilde söyleyecek olursak yine bu iktidar, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş fizikî yatırımları, bayındırlık hizmetlerini, karada, havada, denizde askerî savunma araçlarını, petrol ve doğalgaz arama gemilerini, sivil havacılık hizmetlerini, sağlık hizmetlerini, dijital hizmetleri, sosyal yardım hizmetlerini, tabiî âfetlere karşı mücâdele hizmetlerini bu ülkeye kazandırmıştır.

Bu bağlamda vatandaşlarının yaşamını kolaylaştırmak için nice yollar, köprüler, tüneller, barajlar, havalimanları, şehir hastaneleri, üniversiteler, okullar ve daha birçok hizmetler yapılmıştır. Her vatandaş bu kolaylıkları ve hizmetleri gündelik yaşamında bizzat yaşayarak zâten her gün müşâhede etmektedir.

Belirli bir yaşın üstünde olanlar, eski Türkiye ile yeni Türkiye’yi önyargısız bir şekilde mukayese etmeyi başarabilirlerse, aradaki farkı net bir şekilde görebilirler. Ama her şeye rağmen bütün bunları inkâr edecek olan varsa, artık onlara söylenecek söz de kalmamıştır ne yazık ki!

Terörle mücadele ve dış politikada ülkenin menfaatleri önemli ölçüde korunmuştur, korunmaya da devam edilmektedir. Dış güçlerin tüm baskılarına rağmen mazlum milletlere sahip çıkılmıştır.

Bir zamanlar Ermenistan’ın saldırıları sonucunda yaralanan Azerbaycan askerlerini cepheden hastanelere taşımak için zamanın Başbakanı Süleyman Demirel’den iki tane helikopter isteyen Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey’e Rusya’nın korkusundan dolayı helikopterleri veremeyen eski Türkiye’den, Can Azerbaycan’ın otuz yıldan beridir işgâl altında tutulan topraklarının kurtarılmasına büyük destekleriyle katkı sağlamış olan yeni Türkiye’ye gelinmiştir.

Milliyetçi câmiânın çok önem verdiği “Turan Ülküsü”nü gerçekleştirmek üzere birçok devletin üyesi olduğu “Türk Devletleri Teşkilâtı” kurularak bu yolda çok önemli adımlar atılmıştır.

Bütün bu yapılanlar ve Türkiye’nin güçlenmesi için atılan bu büyük adımlar, Amerika, Avrupa, Rusya ve Çin başta olmak üzere yabancı ülkelerin ve içerideki uzantılarının şimşeklerini üzerimize çekmesini yeterli kılmıştır. Yoksa yedi düvelin ülkemize bu kadar çullanmasının sebebi ne olabilir ki? Önyargısız bir şekilde üzerinde derin derin düşünülüp meselenin tefekkür edilmesi gerekmez mi?

Kim ne derse desin, Türkiye, bölgesinde ve dünyada artık hatırı sayılır bir ülke olmuştur. Türkiye’siz bir dünya gündemi artık kolay kolay oluşmamaktadır.

İktidarı bekleyen tehlikeler

Bütün bunlara rağmen yapılacak çok iş vardır. İktidarın da dikkat etmesi ve kendisine çekidüzen vermesi gereken çok husus vardır.

Kimi çevrelerde iktidar olmanın rehâveti, yorgunluğu, bıkkınlığı ve sendromu vardır. Kimi çevrelerde iktidarı kaybetmenin endişesi vardır. Kimi çevrelerde de iktidar olmanın doyumsuzluğu ve şımarıklığı yaşanmaktadır.

Devletten beslenen ve iktidarı kayıtsız şartsız destekleyen bu kimi çevrelerde şımarıklık hâd safhadadır!

Baştan aşağıya kadarki yönetim hiyerarşisinde kimi yöneticilerde kibirlilik ve narsistik emâreleri görülmektedir. İşin acı tarafı, kendilerinin bunun farkında olmamaları ya da olamamalarıdır. Unutulmasın ki, kibirlilik -Allah korusun- şeytanî bir vasıftır ve dahi İblis’i huzurdan kovduran ve lânetlenmesine yol açan vasıf da işte bu vasıftır!

Mûsâ ile Firavun arasındaki fark, tevhîdî bir farktı. Bu farktaki temel faktör, birinde teslimiyet, diğerinde ise ulûhiyyet olarak tezâhür ediyordu. İşte Mûsâ’yı Mûsâ yapan, teslimiyettir! Firavun’u Firavun yapan da ulûhiyyet iddiasındaki şirktir.

İktidar olmak, göreceli olarak kolay bir iştir. Ama iktidarın gücüne râm olmak… İşte en tehlikeli iş budur! Onun için güce râm olmak ve güce tapınmak yerine, ahlâkın gücüne râm olmak ve güç ahlâkını içselleştirmek gerektir.

Allah Rasûlünün ahlâkı neydi? Kur’ân ahlâkıydı, değil mi? O hâlde herkesin bu ahlâka râm olması gerekmez mi?

Unutulmasın ki, Allah Rasûlü Mekke’yi fethettiğinde, Kendisinin öz yurdundan hicretine sebep olan azılı düşmanlarından Ebû Süfyân’ı dahi affetmişti. Yine unutulmasın ki, İslâm, bir sulh, salâh, barış ve kardeşlik dinidir.

Karizmatik liderlik ve dirâyetli liderlik çok önemlidir, fakat kibirli liderlik bir o kadar da tehlikelidir. Onun için çok dikkat edilmesi gerekir.

Yapılması gerekenler

Terör örgütleri ve bu milletin birliği ile dirliğine göz diken, açıkça düşmanlık yapan, değerlerine ve ahlâkına kasıtlı olarak saldıranlar hâriç, kimseyi hain ilân etmeden, ötekileştirmeden herkesi kucaklamak gerekir.

Muhalefette olanların da doğrusuna sahip çıkıp, onların da önerilerinden ve projelerinden ülke ve millet adına yararlanmak lâzım gelir. Unutulmasın ki, hepimiz aynı gemide seyahat etmekteyiz. Titanik batarsa hepimiz batarız.

İhâleler ve müteahhitlerin yaptıkları işler konusunda daha şeffaf ve hesap verilebilirlik konumunda olmak lâzım gelir. Bu konularda halkı tatmin edici bir şekilde bilgilendirmek gerekir. Çünkü halk arasında olumsuz kanaatler yaygın bir şekilde alıcı bulmaktadır.

Ekonominin gidişatı hayra alâmet değildir. Vakit geçirmeden âcil önlemler alınmalı ve israftan vazgeçilerek devletten başlamak üzere her alanda tasarrufa gidilmelidir.

Hayat pahalılığı almış başını gidiyor. Tez elden buna bir çare bulunmalı, fakir fukâra, garip gurâba ve dar gelirliler âcilen koruma altına alınmalıdır.

İnsan yetiştirme düzenimizde ve eğitim sistemimizde büyük sıkıntılar vardır. Kaliteli insan yetiştirmede yeterince başarılı değiliz. Gençliğin kültürel yapısında ve yaşam felsefesinde çok büyük yozlaşmalar vardır. Hedonist bir yaşam felsefesi gittikçe yaygınlaşmaktadır.

Tez elden tedbirler alınmalıdır. Gençlik elden gittikten, insanlık yoldan çıktıktan sonra yaptığınız “prestij” yapılar, inşâ ettiğiniz devasa yapıtlar sizi de, ülkeyi de kurtarmaz.

Onun için “önce ahlâklı ve kaliteli insan”…

Edebâli’nin dediği gibi, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”!