
“İKRÂM” kelimesi Arapça olup pozitif mânâda birçok anlama sahiptir. Kullandığımız birçok kelime gibi “ikram” kelimesi de Türkçeleşmiştir. Çok yaygın kullanıldığı için bu kelimeyi artık herkes (yediden yetmişe) anlamını bilerek rahatlıkla kullanmaktadır.
“İkrâm” kelimesinden çok kelime türetilmiştir; Kerîm, ekrem, kerem, kerâmet, kirâm, mükrîm, mükerrem gibi…
“İhsan etmek, cömert davranmak, karşılık beklemeden sunmak” gibi daha birçok güzel anlamı bulunan ikram kelimesi geleneksel kültürümüzde yüzyıllardan beri kullanılmaktadır. Bize has olan bu güzel kelime ya da kavram, pratize edilmiş mahiyet ve muhtevası ile Batı kültüründe pek yoktur. “Alman usûlü” deyimi bunun en çarpıcı örneklerindendir.
Ancak, son yıllarda İslâmiyet’e ve geleneksel kültürümüze ait birçok kavramın içi hovardaca ve ahlâksızca nasıl boşaltıldıysa, ikram kavramının içi de öyle boşaltıldı. Unutulmasın, bir şeyin, bir kavramın içi boşaltılır, özü, cevheri, ruhu, mânâ ve mahiyeti kaybolursa artık o şey, o kavram ceset olur. Canlılığını ve önemini muhafaza edemez. Yine unutulmasın ki, ölüler konuşamaz. Böyle durumlarda zarf kalır, mazruf gider.
Günümüzde yaygın bir şekilde kullanılan bu tür kelime ve kavramlara (ümmet, sünnet, şefaat, cemaat, hicret, nass, âyet, hadis, ihlas, zikir, tekbir, şehit ve şehitlik gibi) bakarsanız, nasıl da içlerinin boşaltılarak hevâ ve heveslere kurban edildiğini, nefsânî arzu ve isteklere peşkeş çekildiğini, çıkarcı ve menfaatçi duygular için sefilce kullanıldığını, siyâsî ve ideolojik amaçlara âlet edildiğini ve din ticareti adına istismar edilerek sıradanlaştığını görürsünüz.
Bu giriş ve girizgâhtan sonra gelelim asıl meseleye…
Bu konuda beni bu makaleyi yazmaya sevk eden temel saik, son zamanlarda gazetelere yansıyan birtakım haberlerle ilgili olması hasebiyledir. Bu haberlerin odak noktasını da akademide (üniversitelerde) tez savunma süreçlerindeki “ikram” konusu teşkil etmektedir.
İkram konusuna hediye verme, hediyeleşme olgusunu da ilâve edebiliriz. Aslında dînî kültürde güzel bir âdet olan hediye verme ve hediyeleşmenin de içi boşaltılarak farklı maksatlarla meşrû olmayan zeminlere kaydırıldığı herkesçe bilinen bir gerçekliktir.
Gazete haberlerini de baz alarak söyleyecek olursak, akademide görev yapan herkes bilir ki, gerek yüksek lisans, gerekse doktora tez savunmalarında jüri üyelerine birtakım yeme içme ikramlarında bulunulur. Hatta bu ikramlar bazen öyle abartılır ki tezin bilimsel olarak savunulmasının önüne dahi geçebilir ve gazete haberlerine konu olabilir. Buna, hediye vermeleri de dâhil edebiliriz. Elbette bunun istisnâları da vardır.
Araştırma yapılsın, sorulsun veya sorgulansın, görülecektir ki, hemen hemen tüm yüksek lisans ve doktora öğrencileri bu durumdan rahatsız ve mustariptirler. Boşu boşuna masraf ettiklerini ve ettirildiklerini iddia etmekte ve söylemektedirler. Hatta iddia ve söylemden öte, bu bir gerçekliktir. Çünkü bu satırların yazarı dahi buna çoğu kez şahit olmuştur. Ama ne çâre ki, öğrencilerin elleri mahkûm! Jüri üyelerinin iki dudağı arasındaki akademik kariyer basamakları ve istikbâlleri kendilerini bîçâre kılmaktadır.
Böylesi durumlarda iki temel sorun ortaya çıkmaktadır:
Birincisi, öğrencilerin nezdinde öğretim üyeleri ve akademi küçük düşmekte ve zan altında kalarak itibar kaybına uğramaktadır.
İkincisi ise daha ağırdır: Akademiyle birlikte bilim ve bilimsel bilgi itibar kaybına uğramakta, meselenin ciddiyeti kaybolmaktadır.
Her ne sebep olursa olsun, akademi ve bilimsel süreçler ciddiyet ister, disiplin ister. Ciddiyetin ve disiplinin olmadığı yerde bilim de olmaz, bilimsel bilgi de üretilemez.
Bilimin ve bilimsel bilginin üretilemediği yerlerde (kurumlarda) boşluk doğar. “Hayat boşluk kabûl etmez” fehvasınca, çok tabiîdir ki başka şeyler devreye girer. İşte ikram ve hediye verme uygulamaları bunun farklı bir tezahürüdür.
Hâlbuki ister direkt, isterse endirekt yollarla olsun, öğrencileri bu tür davranışlara itmek veya zorlamak, akademinin ve bilimin saygınlığı açısından hiç de doğru şeyler değildir. Bu gibi uygulamalar akademi ve bilimin saygınlığına gölge düşürür. Kaldı ki, bazı istisnâlar dışında hiç kimse -ki onlar karşılık beklemeden ikramda bulunan yüce gönül sahipleri ve hediye dağıtan temiz kalpli insanlardır- durup dururken hiç kimseye ikramda da bulunmaz, hediye de vermez. Hele böyle bir zamanda…
Bu bakımdan akademi (üniversiteler), renkli ve boyalı basının (gazetelerin) haberlerine bu şekilde konu olmaktansa kendisine çekidüzen vererek akademinin ve bilimin saygınlığını korumalıdır. Bu saygınlığın korunması için ciddiyet ve disiplinini muhafaza ederek dünya çapında düşünce, fikir, bilimsel bilgi ve teknoloji üretmeli ve ses getirici projelerin altına imza atmalıdır. Gazetelere bu şekilde haber olmalı ve gündem oluşturmalıdır.
Bilim, bilim için yapılmalıdır. Zâten bilim bilim için yapılırsa, çıktıları ve işlevselliği itibariyle aynı zamanda toplumun ve insanlığın faydası için de yapılmış olur. Aksi takdirde, bazı istisnalar dışında Türk üniversitelerinden bilim, düşünce, fikir hâsıl ve sâdır olmaz, sadece havanda su dövülmüş olur. Bu durumda üniversiteler siyâsî kadrolara ve kadrolaşmaya zemin hazırlamak için kullanılır ve kendileri de bunun malzemesi olmaktan kurtulamazlar. Mâmâfih, gazetelere işte bu şekilde menfî haberler olarak yansımaktan öteye geçemezler.
Eğitim sistemimizin dağ gibi sorunlarının yanında bir de bu gibi pedagojik olarak amacından saptırılmış ikram kültürü ve hediyeleşme olgusu vardır. 24 Kasım Öğretmenler Günü ve yapay olarak icat edilen diğer günler münâsebetiyle öğrencilerin okul idârecilerine ve öğretmenlere vermek zorunda bırakıldıkları ve aile bütçelerini de sıkıntıya sokan hediye verme uygulamaları hiç pedagojik değildir ve eğitimle uzaktan yakından bir alâkası yoktur.
Dolayısıyla, herkes işini ciddiyetle yapmalı ve bu gibi pedagojik ve bilim dışı uygulamaları Bakanlık ve YÖK behemehâl yasaklamalı ve ortadan kaldırmalıdır. Herkes aslî vazifesine dönmeli ve “Bu ülke için ne yapabilirim?” düşüncesiyle ciddiyet ve disiplinli bir şekilde çalışmalıdır.
Gerektiğinde, ikram ve hediyeleşmede hiç kimse hiçbir zorlama ve baskı altında kalmadan bağımsız ve bağlantısız bir şekilde bunları yapmalıdır. Yine bunlar yapılacaksa, hiç karşılık beklenmeden, insanlık ve dostluk nâmına yüce gönüllülük çerçevesinde gönül rızasıyla yapılmalıdır. Dolayısıyla hiç kimse ve hiçbir kurum (akademi-üniversite ve diğer resmî kurumlar) zan altında kalmamalı ve bırakılmamalıdır.