
“ALDATAN bizden değildir”
diye okumuştum. Bu bir sınır belirleme cümlesiydi apaçık. Hadis olarak Yüce Peygamberimiz
Muhammed Mustafa’nın ağzından çıkmıştı hem de. Ama şaşırtıcı derecede rest
çeken bir cümle olması etkiledi beni. Sanki bir orduyu almış gibi arkasına, ne
kadar da heybetli, ne kadar da berrak!
Gidebildiği
yere kadar gitmek istiyorum bu sözün ardından. Aldatılınca ne hissedildiğini
biliyorum az çok. O anki duygularımı tanımlamalıyım şimdi cesurca. Tam
anlamıyla yerle bir eden bir deprem oluyor beynimde. Kafamdan aşağı kaynar
sular mı boşalıyor desem, uçurumdan mı yuvarlanıyorum desem, kafamı kayaya mı çarpıyorum
desem bilmem, ama her bir sinir ucuma birer dinamit bağlanıp teker teker
patlatılmış gibi paramparça oluyorum. Ruhum tuzla buz oluyor. Herkes benim gibi
şeyler hissediyordur eminim, benim çektiklerimi çekiyorlardır aldatılınca.
Öyle
çok çeşidi var ki kandırmanın, bir çocuğa şeker uzatıp vermemekten bir başlar
insan, hayalî evraklar, çürük binalar gelir ardından… Verdiği sözü tutmaz,
randevusuna gecikir, eşini çocuğunu bırakıp macera arar… Daha yazmadığım neler
neler var. Ama en hazin olanı da “kendini kandırması insanın”. Bir ayet,
kalemimin ucunda duruyor, yazmadan
geçmem imkansız: “Şüphesiz ki, insan bir aldanma içindedir ve dünya ancak bir
aldanma yeridir.” Böyle diyerek dünyayı mükemmel tanımlıyor Allah. Gerçekten de
her karışı bir mayın tarlası gibi dünyanın.
“İnsan
niye aldatır?” diye sorsam cevabını bulabilir miyim acaba? Kazanma tutkusu mu,
güven arayışı mı, ayakta kalma çabası mı, boşluk doldurmak mı? Bilmiyorum,
hangisi? Ama uzaktan hiç de masum görünmüyor. Hele bıraktığı enkaza bakınca hiç
affa değer bir yanı yok bana göre. Birinin yaptığı haksızlıkla diğerinin ciğeri
yanacak, uykuları kaçacak ve o haksızlığın savunulacak bir yanı olacak, öyle
mi?
Bir
peygamberi onaylarken ümmetin aradığı iki ilke “doğruluk ve güven”dir. Bir tek
yalana bile ruhsat yok o makamda. Aldatanlarsa o şefkat dolu kucağın dışında
kalacaklar. Önceden düşünseydi neyin dışında kalacağını, insanın kalbinin
ibresi ufacık sapmazdı herhalde. Rahman’ın rahmetinden, Peygamber’in
merhametinden, Cennet’in bahçesinden çıkmanın ne demek olduğunu bir anlasaydı…
Yalanın
en sarsıcısı, inandırıcılığı en fazla olan ve gerçeğin gölgesinde durandır hep.
Düşmanın en azılısı, dost taklidi yaparak kalpleri çalandır hep. Ticarette,
evlilikte, her yerde ve her zaman, daracık bir hücrenin içindedir ruhları. Hep
o yüzden yakıcı, yok edici olan saldırganlıklarını kibarca bir maskeyle
gizlerler.
Baktığım
her yerde bunları görüyorum, “Kimi kandırabilirim?” diye kafa yoranları… Sallanan
bir inşaat iskelesinde ömür geçirmek gibi güvensizlik… Her an yıkılacak
korkusunun verdiği huzursuzluk… Ve dürüstler ahmak, hilekârlar akıllı
sayılırken, onlar başköşelerde otururken, onların eli eteği öpülürken hep bir
sığınak aradım kendime. Dünyada aldanmayacağım bir sığınak… Ama bulamadım, yok
öyle bir yer! Hakkını gasp edenlere bile hayır dua edenler sayesinde dünya
dönmeye devam ediyor gibi. Kalpleri kâinatı bile içine alan devlerin aşkıyla
dönüyor dünya.
Aldatmanın
hiçbir türlüsünü sevgiden söz ederek yapmasın kimse! Öyle ki bu çirkinlik,
sevginin yakın yöresinden geçmeye layık değil. Aldattıktan sonra gelip eşine, “Bir kerelik hataydı, kalbimde
senden başkasına yer yok, zaten biyolojik bir yakınlıktı, beni affet!” dese ne
olur?! Bunun adı aslında sadece “ihanet”. Her türlü savunmanın yetersiz
kaldığı, yalan üstüne bir yalan daha eklemekten ibaret...
Hep
yetinmekten, şükürden söz edip durmamın sebebi de bu işte! “Şükür” dedikten
sonra ihtiras had ve hududunu bilir. Sevdikten sonra ihanet duygusu silinir. Acıkmış,
susamış ve soğuktan titremiş bir serçenin ürke ürke yem ararken örselendiği
gibi olmasaydı sonumuz keşke. Aldatan, aldanandır. Dünyanın mayınlarına değince
hırsı, ruhu yerle bir olandır. “Aldatan bizden değildir” hükmünün gereğince
insanlıktan nasibini almayandır. Bana “Seç bakalım birini! Kanmak mı istersin,
kandırmak mı?” deseler, kanmayı seçerdim. Dünya da mağdur olsam ne vakte kadar
sürer ki acım? En çok ömrümün bittiği yere kadar çekerim. Aldatanlar biraz sefa
sürsünler kendilerince; son gülen, iyi güler, bilirim…