İkinci Dünya Savaşı’nda bağımsızlıkları için mücadele eden Türkistan Lejyonerleri (1)

Barbarossa Harekâtı’nda Almanlar büyük ilerleme kaydetmelerine karşı istediklerini alamamış ve ciddî kayıplar vermişlerdi. Sovyetler ise Almanları durdurmalarına rağmen çok daha büyük kayıplar vermişler ve yaklaşık 1,3 milyon kilometrekarelik topraklarını kaybetmişlerdi. Almanlar ayrıca 3 milyonun üzerinde Sovyet askerini esir almışlardı. Bu 3 milyon askerin içinde çok sayıda Müslüman Türk de vardı…

İKİNCİ Dünya Savaşı, mevcut modern dünya düzeninin temellerinin atıldığı, bugün genel olarak bilinen siyâsî sınırların çizildiği, insanlık için ise çok büyük kayıpların verildiği ve korkunç felâketlerin yaşandığı en büyük savaş olarak tarihe geçmiştir.

Türkiye bu savaşa katılmamış, tarafsız olmakla beraber savaşın etkilerini tüm dünya gibi derinden hissetmiştir. Bu korkunç savaşta Türkiye olmasa bile SSCB’de yaşayan Türkistan halkı ve nice soydaşımız, üstelik bazen her iki cephe hattında savaşmak zorunda kalmıştır.

Ülkemizde çok az bilinen ve soydaşlarımızın bağımsızlık mücadelelerine, onlara verilen adı ile söylersek “Türkistan Lejyonerlerinin” İkinci Dünya Savaşı’ndaki hikâyelerine gelin, beraber göz atalım…

İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması

İkinci Dünya Savaşı’nın temelleri, aslında daha Birinci Dünya Savaşı sonunda atılmıştı. Zira Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Almanya, Birinci Dünya Savaşı’nda galip gelmesine rağmen sömürgelerden gerekli payı alamadığını düşünen İtalya ve yine Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yayılmacı ve işgalci bir politika izleyen Bolşevik Rusya yüzünden Avrupa ve Asya âdeta barut fıçısı hâlindeydi. 

Almanlar Birinci Dünya Savaşı sonunda Versailles Antlaşması ile imparatorluklarını kaybetmişlerdi. Bu sonuç özellikle Almanya içindeki ırkçı hareketlerin ve Hitler gibi faşist liderlerin önünü açmıştı. İtalya ise Libya (Trablusgarp bölgesi) dışında sömürge elde edemediği için rahatsızdı. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı’nda yapılan Saint Jean de Maurienne Anlaşması ile Batı Anadolu topraklarının İtalyanlara bırakılması kararlaştırılmış olsa da İngiltere bu toprakların işgali için Yunanistan’ı kullanmak istemiş ve İtalyanlar Anadolu topraklarından çekilmek zorunda kalmıştı. Bu durum karşısında İtalya’nın müttefikleri ile arası bozulmuştu. Bu durum “Büyük Roma İdeali” vaat eden faşist lider Mussolini’nin önünü açmıştı.

İkinci Dünya Savaşı’nın ilk kıvılcımı, aslında Almanya’nın Versailles Antlaşması’nı tanımadığını ilân ederek Milletler Cemiyeti’nden çıkması ile atılmıştı. Almanya 1938’de Çekoslovakya’yı işgal etti. Batılı devletlerin bu işgale sessiz kalmaları üzerine Hitler liderliğindeki Almanya, bu sefer gözüne Polonya’yı kestirdi.   

Polonya ise İngiltere ve Fransa’nın güvencesi altında bulunuyordu. Polonya’yı işgal etmek, Almanya’nın bu iki güçlü Avrupa ülkesi ile karşı karşıya gelmesine neden olacaktı. Hitler bunu çoktan göze almıştı ve buna göre hazırlık yapıyordu. Ancak onun endişesi Batılılar değildi. Onun kaygısı, Batı Cephesi ile uğraşırken doğuda arkadan açılacak yeni bir cephe olasılığı idi. Bunun için ilk plânda Ruslar ile işbirliğine gitmeyi uygun gördü.

Diğer taraftan Ruslar için de durum pek farklı değildi. Türkistan topraklarını işgal eden ve bu bölgede uzun süre Türklerle savaşan Ruslar, bir de batıda cephe açılmasını istemiyorlardı. Ruslar Orta Asya’da tam olarak istedikleri başarıyı ve tam kontrolü sağlayamamışlardı. Ayrıca Bolşevik Rusların bu yayılmacı politikası Batılı devletler tarafından eleştiriliyordu. Batı blokunun çökmesi Rusların işine gelecekti.

Polonya’nın Almanya ile beraber paylaşılması fikrine Ruslar sıcak bakıyordu. Stalin ve Hitler, 1939 yılında Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı ile bir antlaşma yaptı. Bu antlaşmanın gizli hükümlerince Doğu Avrupa, Polonya ve Baltık ülkeleri Almanlar ve Ruslar tarafından paylaşıldı. Hitler Doğu Cephesi’ni güvence altına alınca, yönünü tekrar güneye ve batıya çevirdi.

Almanya sudan sebeplerle 1 Eylül 1939 günü sabah saatlerinde Polonya’ya saldırdı. İngiltere’nin ve hemen ardından Fransa’nın 3 Eylül 1939’da Almanya’ya savaş ilân etmesiyle İkinci Dünya Savaşı fiilî olarak başlamış oldu. İtalya, Japonya, Macaristan, Finlandiya, Romanya ve Bulgaristan (Mihver İttifakı) bu savaşta Almanya’nın yanında yer aldı.

İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin durumu

Türkiye bu savaşta yer almadı. Zaten büyük bir kurtuluş savaşından yeni çıkmış, çok yıpranmış, yorgun ve ayağa kalkmaya çalışan yeni bir devletti. Hem siyâsî, hem askerî, hem de ekonomik anlamda yeni bir savaşı kaldırabilecek gücü ve imkânı yoktu. Ancak İngiltere ve Fransa, Ankara’yı Almanya’ya karşı kurulan ittifakta yer alması için zorluyordu.

Türkiye ise hem yeni bir savaşa girmeyi, hem de Almanya’yı karşısına almayı istemiyordu. Türkiye’nin Almanya ile ekonomik ilişkileri ciddî boyuttaydı. Dış ticaretin büyük bir kısmını Almanya oluşturuyordu.

Türkiye, savaşın sonlarına kadar savaşı seyretmekle yetindi. Bu strateji Türkiye için o zaman zaruriydi, ancak aynı zamanda en doğru karardı. Böyle korkunç bir savaşta hangi tarafta olursa olsun yer almak, Türkiye için daha büyük bir yıkıma neden olabilirdi. 

Almanya’nın Doğu Cephesi’ni açması ve SSCB’ye karşı savaşma kararı

Hitler, Almanya’nın henüz savaşın başında kazandığı büyük başarılar üzerine yönünü yavaş yavaş doğuya çevirmeye başlamıştı. Almanya’nın kısa sürede elde ettiği başarılar Batılıları hem çok şaşırtmış, hem de çok korkutmuştu. Almanlar Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızla toparlanmış ve özellikle sanayi olarak büyük bir ivme yakalamışlardı. Ordularını kısa sürede modernize etmiş ve öncü teknolojik imkânlarla donatmışlardı.

Almanlar güçlü panzerleri ve zırhlıları ile kısa sürede Fransa’yı işgal ettiler. Bu başarı Alman lider Hitler ile generallerini oldukça şımartmıştı. Kendilerini yenilmez olarak görmeye başladılar. İngiltere Avrupa’ya sınırı olmadığı için kurtulmuştu. Neredeyse Avrupa’nın yarısını işgal eden Hitler, gözünü artık doğuya dikmişti.

1940 yılında Almanya’nın Romanya’ya girmesi SSCB’yi oldukça rahatsız etmişti. Aralarındaki saldırmazlık paktına rağmen Ruslar, Hitler’in niyetini az çok anlamaya başlamışlardı. Almanlar ve Ruslar arasında Balkan ülkelerinin geleceği konusunda da anlaşmazlıklar çıkmaya başladı. Bununla birlikte Türkiye’nin ve özellikle boğazların durumu da anlaşmazlık konusuydu. Zira her iki taraf da boğazların kontrolünün kendisinde olmasını istiyordu.

1940 yılının Aralık ayında Hitler, ordusuna Ruslara karşı topyekûn bir savaş için hazır olmaları emrini verdi. Almanlar 22 Haziran 1941 tarihinde “Barbarossa” adını verdikleri ve Baltık Denizi’nden Romanya’ya kadar inen geniş cephe üzerinden Sovyetler Birliği’ne karşı saldırıya geçtiler. Mihver Devletlerine bağlı 4 buçuk milyonun üzerinde askerle 2 bin 900 kilometrelik bir cephe hattı üzerinden Sovyetler Birliği’ne karşı harekete geçildi. Sovyetler bu saldırı üzerine topyekûn bir seferberlik çağrısı yaparak tüm ülkedeki gücünü Almanlara karşı kaydırmaya başladı.

Sovyet Kızıl Ordusu, Almanlara karşı gelecek kadar güçlü değildi. Bunun için Sovyetler, işgal ettikleri topraklardan zorla asker toplamaya başladılar. O askerlerin bir kısmını Türkistan topraklarından aldılar.

Barbarossa Harekâtı’nda Almanlar büyük ilerleme kaydetmelerine karşı istediklerini alamamış ve ciddî kayıplar vermişlerdi. Sovyetler ise Almanları durdurmalarına rağmen çok daha büyük kayıplar vermişler ve yaklaşık 1,3 milyon kilometrekarelik topraklarını kaybetmişlerdi. Almanlar ayrıca 3 milyonun üzerinde Sovyet askerini esir almışlardı. Bu 3 milyon askerin içinde çok sayıda Müslüman Türk de vardı. Bu esir alınan Müslüman Türklerin bir kısmı, aslında gönüllü olarak Almanların safına geçmişti. Çünkü Almanlar, Rusların içinde onlar adına savaşan ama aslında Ruslardan nefret eden Türkistanlılar olduğunu biliyorlardı.

(Devam edecek…)