İKİNCİ Dünya Savaşı, mevcut modern dünya düzeninin
temellerinin atıldığı, bugün genel olarak bilinen siyâsî sınırların çizildiği,
insanlık için ise çok büyük kayıpların verildiği ve korkunç felâketlerin
yaşandığı en büyük savaş olarak tarihe geçmiştir.
Türkiye bu savaşa katılmamış, tarafsız olmakla beraber
savaşın etkilerini tüm dünya gibi derinden hissetmiştir. Bu korkunç savaşta
Türkiye olmasa bile SSCB’de yaşayan Türkistan halkı ve nice soydaşımız, üstelik
bazen her iki cephe hattında savaşmak zorunda kalmıştır.
Ülkemizde çok az bilinen ve soydaşlarımızın bağımsızlık
mücadelelerine, onlara verilen adı ile söylersek “Türkistan Lejyonerlerinin” İkinci
Dünya Savaşı’ndaki hikâyelerine gelin, beraber göz atalım…
İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması
İkinci Dünya Savaşı’nın temelleri, aslında daha Birinci
Dünya Savaşı sonunda atılmıştı. Zira Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Almanya, Birinci
Dünya Savaşı’nda galip gelmesine rağmen sömürgelerden gerekli payı alamadığını
düşünen İtalya ve yine Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yayılmacı ve işgalci bir
politika izleyen Bolşevik Rusya yüzünden Avrupa ve Asya âdeta barut fıçısı hâlindeydi.
Almanlar Birinci Dünya Savaşı sonunda Versailles
Antlaşması ile imparatorluklarını kaybetmişlerdi. Bu sonuç özellikle Almanya
içindeki ırkçı hareketlerin ve Hitler gibi faşist liderlerin önünü açmıştı.
İtalya ise Libya (Trablusgarp bölgesi) dışında sömürge elde edemediği için
rahatsızdı. Ayrıca Birinci Dünya Savaşı’nda yapılan Saint Jean de Maurienne
Anlaşması ile Batı Anadolu topraklarının İtalyanlara bırakılması
kararlaştırılmış olsa da İngiltere bu toprakların işgali için Yunanistan’ı
kullanmak istemiş ve İtalyanlar Anadolu topraklarından çekilmek zorunda
kalmıştı. Bu durum karşısında İtalya’nın müttefikleri ile arası bozulmuştu. Bu
durum “Büyük Roma İdeali” vaat eden faşist lider Mussolini’nin önünü açmıştı.
İkinci Dünya Savaşı’nın ilk kıvılcımı, aslında Almanya’nın
Versailles Antlaşması’nı tanımadığını ilân ederek Milletler Cemiyeti’nden
çıkması ile atılmıştı. Almanya 1938’de Çekoslovakya’yı işgal etti. Batılı
devletlerin bu işgale sessiz kalmaları üzerine Hitler liderliğindeki Almanya, bu
sefer gözüne Polonya’yı kestirdi.
Polonya ise İngiltere ve Fransa’nın güvencesi altında
bulunuyordu. Polonya’yı işgal etmek, Almanya’nın bu iki güçlü Avrupa ülkesi ile
karşı karşıya gelmesine neden olacaktı. Hitler bunu çoktan göze almıştı ve buna
göre hazırlık yapıyordu. Ancak onun endişesi Batılılar değildi. Onun kaygısı,
Batı Cephesi ile uğraşırken doğuda arkadan açılacak yeni bir cephe olasılığı
idi. Bunun için ilk plânda Ruslar ile işbirliğine gitmeyi uygun gördü.
Diğer taraftan Ruslar için de durum pek farklı
değildi. Türkistan topraklarını işgal eden ve bu bölgede uzun süre Türklerle
savaşan Ruslar, bir de batıda cephe açılmasını istemiyorlardı. Ruslar Orta
Asya’da tam olarak istedikleri başarıyı ve tam kontrolü sağlayamamışlardı.
Ayrıca Bolşevik Rusların bu yayılmacı politikası Batılı devletler tarafından
eleştiriliyordu. Batı blokunun çökmesi Rusların işine gelecekti.
Polonya’nın Almanya ile beraber paylaşılması fikrine
Ruslar sıcak bakıyordu. Stalin ve Hitler, 1939 yılında Alman-Sovyet
Saldırmazlık Paktı ile bir antlaşma yaptı. Bu antlaşmanın gizli hükümlerince
Doğu Avrupa, Polonya ve Baltık ülkeleri Almanlar ve Ruslar tarafından
paylaşıldı. Hitler Doğu Cephesi’ni güvence altına alınca, yönünü tekrar güneye
ve batıya çevirdi.
Almanya sudan sebeplerle 1 Eylül 1939 günü sabah saatlerinde
Polonya’ya saldırdı. İngiltere’nin ve hemen ardından Fransa’nın 3 Eylül 1939’da
Almanya’ya savaş ilân etmesiyle İkinci Dünya Savaşı fiilî olarak başlamış oldu.
İtalya, Japonya, Macaristan, Finlandiya, Romanya ve Bulgaristan (Mihver İttifakı)
bu savaşta Almanya’nın yanında yer aldı.
İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin durumu
Türkiye bu savaşta yer almadı. Zaten büyük bir
kurtuluş savaşından yeni çıkmış, çok yıpranmış, yorgun ve ayağa kalkmaya
çalışan yeni bir devletti. Hem siyâsî, hem askerî, hem de ekonomik anlamda yeni
bir savaşı kaldırabilecek gücü ve imkânı yoktu. Ancak İngiltere ve Fransa,
Ankara’yı Almanya’ya karşı kurulan ittifakta yer alması için zorluyordu.
Türkiye ise hem yeni bir savaşa girmeyi, hem de Almanya’yı
karşısına almayı istemiyordu. Türkiye’nin Almanya ile ekonomik ilişkileri ciddî
boyuttaydı. Dış ticaretin büyük bir kısmını Almanya oluşturuyordu.
Türkiye, savaşın sonlarına kadar savaşı seyretmekle
yetindi. Bu strateji Türkiye için o zaman zaruriydi, ancak aynı zamanda en
doğru karardı. Böyle korkunç bir savaşta hangi tarafta olursa olsun yer almak,
Türkiye için daha büyük bir yıkıma neden olabilirdi.
Almanya’nın Doğu Cephesi’ni açması ve SSCB’ye karşı
savaşma kararı
Hitler, Almanya’nın henüz savaşın başında kazandığı
büyük başarılar üzerine yönünü yavaş yavaş doğuya çevirmeye başlamıştı. Almanya’nın
kısa sürede elde ettiği başarılar Batılıları hem çok şaşırtmış, hem de çok korkutmuştu.
Almanlar Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızla toparlanmış ve özellikle sanayi
olarak büyük bir ivme yakalamışlardı. Ordularını kısa sürede modernize etmiş ve
öncü teknolojik imkânlarla donatmışlardı.
Almanlar güçlü panzerleri ve zırhlıları ile kısa
sürede Fransa’yı işgal ettiler. Bu başarı Alman lider Hitler ile generallerini
oldukça şımartmıştı. Kendilerini yenilmez olarak görmeye başladılar. İngiltere
Avrupa’ya sınırı olmadığı için kurtulmuştu. Neredeyse Avrupa’nın yarısını işgal
eden Hitler, gözünü artık doğuya dikmişti.
1940 yılında Almanya’nın Romanya’ya girmesi SSCB’yi oldukça
rahatsız etmişti. Aralarındaki saldırmazlık paktına rağmen Ruslar, Hitler’in
niyetini az çok anlamaya başlamışlardı. Almanlar ve Ruslar arasında Balkan
ülkelerinin geleceği konusunda da anlaşmazlıklar çıkmaya başladı. Bununla
birlikte Türkiye’nin ve özellikle boğazların durumu da anlaşmazlık konusuydu. Zira
her iki taraf da boğazların kontrolünün kendisinde olmasını istiyordu.
1940 yılının Aralık ayında Hitler, ordusuna Ruslara
karşı topyekûn bir savaş için hazır olmaları emrini verdi. Almanlar 22 Haziran
1941 tarihinde “Barbarossa” adını verdikleri ve Baltık Denizi’nden Romanya’ya
kadar inen geniş cephe üzerinden Sovyetler Birliği’ne karşı saldırıya geçtiler.
Mihver Devletlerine bağlı 4 buçuk milyonun
üzerinde askerle 2 bin 900 kilometrelik bir cephe hattı üzerinden
Sovyetler Birliği’ne karşı harekete geçildi. Sovyetler
bu saldırı üzerine topyekûn bir seferberlik çağrısı yaparak tüm ülkedeki gücünü
Almanlara karşı kaydırmaya başladı.
Sovyet Kızıl Ordusu, Almanlara karşı gelecek kadar
güçlü değildi. Bunun için Sovyetler, işgal ettikleri topraklardan zorla asker
toplamaya başladılar. O askerlerin bir kısmını Türkistan topraklarından
aldılar.
Barbarossa Harekâtı’nda Almanlar büyük ilerleme kaydetmelerine
karşı istediklerini alamamış ve ciddî kayıplar vermişlerdi. Sovyetler ise
Almanları durdurmalarına rağmen çok daha büyük kayıplar vermişler ve yaklaşık 1,3
milyon kilometrekarelik topraklarını kaybetmişlerdi. Almanlar ayrıca 3 milyonun
üzerinde Sovyet askerini esir almışlardı. Bu 3 milyon askerin içinde çok sayıda
Müslüman Türk de vardı. Bu esir alınan Müslüman Türklerin bir kısmı, aslında
gönüllü olarak Almanların safına geçmişti. Çünkü Almanlar, Rusların içinde
onlar adına savaşan ama aslında Ruslardan nefret eden Türkistanlılar olduğunu
biliyorlardı.
(Devam edecek…)