BARBAROSSA Harekâtı başladıktan kısa süre sonra Almanlarca esir
edilen Sovyet askerlerinin toplam sayısı 3 milyonu aşmıştı. Kısa sürede bu
sayıda esirin alınması, Almanları sevindirdiği kadar düşündürüyordu da. Çünkü esirler
farklı milletlerden oluşuyordu ve bu kadar insanın tutulacağı esir kamplarını
inşâ etmek, onların kontrolü, bakımı ve beslenmesini sağlamak, sonu belli olmayan
böyle bir savaşta çok ciddî malî ve askerî bir yük demekti.
Nitekim savaşın ilerleyen zamanlarında esir sayısının Alman
ve Rus kaynaklarınca 5 milyonun üzerine çıktığı, bu esirlerin pek çoğunun
sürgünlerde, yollarda ve ağır kamp şartlarında öldüğü kaydedilmekteydi.
Sovyetlerin bu harekât sırasında bu kadar çok kayıp ve
bu kadar çok esir vermesinin iki temel nedeni vardı: İlki, Sovyetler Almanlara
karşı hazırlıksızdı. Bir saldırı ihtimâlini öngörüyorlardı ancak bu kadar geniş
cephe üzerinden saldırı beklenmiyordu. Sovyetler egemenlikleri altındaki her
ülkeden gönüllü veya zorunlu olarak milyonlarca insan toplamış ve eğitimli
eğitimsiz ayrımı yapamadan ön cepheye sürmüşlerdi. Özellikle savaşın ilk
başlarında doğru dürüst eğitim almamış milyonlarca Sovyet askerinin zayıf
mukavemeti karşısında Almanlar hızlı bir ilerleyiş kaydettiler.
İkincisi, Sovyet güçler arasında Rus işgalinden
rahatsız olan Müslüman Türklerden başka Ukrayna, Belarus, Polonya, Litvanya,
Fin ve Gürcü asıllı insanlar vardı. Bu insanlar içinde Ruslardan nefret eden ve
kurtarıcı olarak gördükleri Almanlara karşı savaşmadan gönüllü olarak teslim
olanlar vardı.
Alman
esir kampları
Almanlar
Sovyet esirleri ikiye ayırmışlardı: Birinci grupta Rus ve Slav kökenli esirler
vardı. Bunların şartları Fransız, İngiliz ve ABD askerlerine göre çok daha
ağırdı. Diğer grupta ise Türk ve Müslümanlar ile Asya kökenliler vardı. Bu
gruptaki esirler, insanlık dışı uygulamalara maruz kaldılar. Alman esir
kamplarında kötü barınma şartları, insanlık dışı muameleler ve faşist Nazi
komutanlar yüzünden milyonlarca insan öldü. Ölenler içinde Türk ve Müslümanlar da
vardı.
Esir
kamplarından kaçan Türkistanlılar, yaşanan vahşetin canlı tanıklarıydı.
Bunlardan biri, 1919 Türkistan doğumlu Alim Alamat’tı. Alim Alamat, kendisinin
olduğu kampta 80 bin esirden 6 ay içinde sadece 3 bin kişinin kaldığını
anlatmıştı.
Hitler ve kurmayları, Sovyetlerle yapılan savaşlarda
Rus işgali altında bulunan milletlere, Sovyetlere karşı Almanların yanında
olmaları için ciddî propagandalar yapıyorlardı. Onlara Sovyet işgalinden
kurtulmak için Almanlarla işbirliği yapmayı teklif ediyorlardı. Bu
propagandalarını, her dilde yaptıkları radyo yayınları ve uçaklardan atılan ilânlarla
destekliyorlardı.
Hitler ve kurmayları aynı politikayı, esir aldıkları Sovyet
askerleri içinde de uygulamayı düşündüler. Bu sayede hem ek kuvvet kazanacaklar,
hem onlardan istihbarî destek sağlayacaklar, hem de kontrol edip beslemek
zorunda kaldıkları esirlerin sayısını düşürmüş olacaklardı. Böylece Sovyetlere
karşı ve gerektiğinde diğer Alman cephelerinde de kullanılmak üzere esirlerden
oluşacak lejyon birlikleri kurma fikri benimsenmeye başladı.
Almanlar Türkistanlıları biliyorlardı. Türkistanlıların
yakın zamanda Ruslara karşı yaptıkları mücadeleleri, Osmanlı’nın son
zamanlarında onlara verdiği desteği biliyorlardı. Onları organize etmek için yine
Türkiye’den destek istenmesi düşünüldü. Ankara bu savaşta tarafsız olduğunu
iletmişti. Bu yüzden Almanlar, Türkiye’deki Alman Büyükelçisi Franz Papen
aracılığıyla Türkiye’deki Pan Türkist (Turancı) isimlerle görüşmeye başladılar.
Bunların başında Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa (Nuri Killigil) vardı.
Nuri Paşa sıradan bir isim değildi. Nuri Paşa, hem
Enver Paşa’nın kardeşi, hem de Ruslara kök söktüren ve Azerbaycan’ı işgalden
kurtaran Kafkas İslâm Ordusu’nun komutanıydı.
Mondros Mütarekesi sonrası Enver Paşa’nın yurt dışına
kaçmıştı. Türkiye, Moskova Antlaşması gereği Azerbaycan’ı Ruslara bırakmak zorunda
kaldı ve böylece Kafkas İslâm Ordusu da dağıldı. Nuri Paşa savaştan sonra
Almanya’da yaşadı. 1938’de Türkiye’ye geldi ve sanayi ile iştigal etmeye
başlamıştı.
Nuri Paşa, İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile
beraber tüm gelişmeleri yakından takip eder olmuştu. Nuri Paşa’nın Almanların Türkiye
Büyükelçisi ile irtibatı vardı. Büyükelçi Papen, Nuri Paşa’nın Türkistanlılar
için kıymetini biliyordu. Böylece Almanlar ve Nuri Paşa arasında görüşmeler
başladı. Nuri Paşa konuyla ilgili nasıl bir yol izleneceği düşüncesiyle hemen
Berlin’e gitti.
Nuri Killigil bu işte yalnız değildi. Türkiye’den,
Kırım’dan, Azerbaycan’dan ve Kafkaslardan birçok isim Almanlarla bir dizi
görüşme gerçekleştirdi. Bu isimler arasında eski komutanlardan Ali Fuat Erden, Tatar
kökenli emekli General Hüsnü Emir Erkilet, Başkurt Zeki Velidi Togan, Kırımlı
Cafer Seyidahmet Kırımer, Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede,
Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurucularından ve eski Cumhurbaşkanı
Mehmet Emin Resulzade, Şeyh Şamil’in torunu Muhammed Zahid Şamil, Kuzey
Kafkasya Cumhuriyeti eski Dışişleri Bakanı Dağıstanlı Haydar Bammat gibi çok
önemli isim vardı.
Nuri Paşa da dâhil tüm liderler Almanların Türk
kökenli lejyonlar kurulması hakkında destek için tek şart öne sürmüşlerdi: Savaş
sonrası Türk yurtları için tam bağımsızlık!
Almanlar ise bu tam bağımsızlık fikrine sıcak
bakmadılar ve görüşmeler neticelenmeden sona erdi. Nuri Paşa ve arkadaşları
istediklerini alamamışlardı ancak görüşmeler sırasında istedikleri bilgileri
alan Almanlar, Türkistan Lejyonlarını kurmak için hemen harekete geçmişlerdi.
Almanlar Türkistan Lejyonlarını kurmak için Almanya’daki
Millî Türkistan Birlik Komitesi’nden destek aldılar. Komitenin
başındaki Veli Kayyum Han ve Mustafa Çokay’ın desteği ile 1942 yılı
başlarında resmî olarak Türkistan ve Kafkasya Müslümanlarının askerî
birliklerinin kurulması emri verildi.
Türkistan Lejyonunun komutanlığına Binbaşı Mayer-Mader
getirildi. Mayer, içlerinde Özbek, Türkmen, Kazak, Kırgız ve Tacik kökenli
savaş esirlerinden oluşan yaklaşık 100 bin kişilik bir Türkistan Lejyonuna
komutanlık edecekti.
(Devam edecek…)