AYLARDIR Coronavirüsü
konuşuyor, onunla yaşıyor, daha doğrusu yaşamaya çalışıyoruz. Canım ülkem,
birinci dalga hâlâ dip yapmamışken ikinci dalga söylemine geçti. Oysa rahat
edeceğimizi umduğumuz yaz aylarında bile vakalar oldukça yoğundu. Artan
sosyallikle birlikte hiç olmadığı kadar daralmıştı hepimizin etrafındaki Corona
çemberi...
Sonbaharın
henüz başındayız, kış kapıda. Okulların açılması, pek çok ilde ve pek çok
kurumda, ilk dönemde olduğu kadar sıkı tedbirlerin alınmaması bugünkü
manzaranın başlıca sebeplerinden.
Madem
“ikinci dalga” demeyi tercih ettiler, biz de öyle diyelim ve bu ikinci fasılda
artık yaşanmayacağını umduğumuz bazı yanlışları hatırlatalım, ne dersiniz?
Ekonomik
kaygıların hâd safhada olduğu bir yılda elbette işin psikolojik yönü ihmâl
edilmemelidir. Vaka ve ölüm sayılarının düşük gösterilmek istenmesi buna bağlı
olabilir, olağandır. Ancak en kötü tablo bile belirsizlik ve güvensizlik kadar rahatsız
edici olmayacaktır. En zor durumda bile güvensizlikten kaynaklanan şekilde
oluşan tabloyu telâfi etmek, diğer ihtimâllerden daha zor olacaktır.
Ne
mi demek istiyorum? Açıklayayım efendim…
Pandemi
döneminde gösterdikleri olumlu tavır ve iletişimle halkın gönlünde taht kuran
kıymetli Sağlık Bakanımız, çıkıp, “Yeterli belirti göstermeyenler pozitif
sayılmadı” dememeli meselâ.
Bir
yandan sağlık sistemini korumaya çalışırken, diğer yandan canla başla çalışan
sağlık mensuplarının gösterdikleri bütün belirtilere rağmen çalışmaya devam
etmeleri istenmemeli. Onları korumadan sağlık sistemini nasıl koruyacağımızı
anlayabilmiş değilim zira. Anlayan varsa lütfen bize de izah etsin!
Ayrıca
gösterilen düşük sayılar ya da ölüm nedeni Coronavirüse bağlı ortaya çıkan bir
sağlık sorunu olduğu hâlde böyle kayda geçirilmeme durumlar, yapılan
fedakârlıkların üstünü örtmektir başka bir açıdan.
Zorunlu
olduğu için hiç aralıksız çalışmasını sürdürenler sadece sağlık mensupları
değil, çalışanla pandemi tedbirleri açısından evde kalan vatandaş aynı derdin
muhatabı. Ancak kalamayanlar için esnek çalışma, evden çalışma, iş saatlerinin
daha verimli hâle getirilerek düşürülmesi gibi önlemler kış zorlukları
başlamadan değerlendirilemez mi?
İlk
dönemde uygulanan bazı zorunluluklar amacını aşan şekilde uygulandı. Sözgelimi,
sokağa çıkma yasağı olan 65 yaş üzeri vatandaşlarımız özel araçları ile kendi
bahçelerine dahi gidemediler. Giderlerse ceza aldılar. Oysa en büyük risk grubunda
olan ve aylarca bütün sevdiklerinin desteğinden mahrum yaşayan bu kesimin en
büyük ihtiyacı rahatlamaktı; düşünülmedi, izin verilmedi.
Yasaklar
uygulandığında zaten toplu taşıma araçlarına alınmayacak bu vatandaşların, en
azından imkân olması hâlinde giriş çıkışları konusunda daha insanî bir uygulama
bekliyoruz.
Bir
diğer sorun, hâlâ yaşanan bir durum olarak, “hastanın ilâçlarını bizzat
kendisinin alması gerekliliği” idi. Özel aracı yoksa hasta olduğunu bile bile
toplu taşıma araçlarına binen kişinin sorumluluğu kimdedir, başka ne yapabilir?
Teknolojinin böylesi ilerlediği, Vefâ Destek Gruplarının hâlâ aktif çalıştığı
ülkemizde hastanelerle işbirliği yapılarak yol almak çok mu zordur?
Bir
başka komik uygulama, aracında tek başına giden insanın dahi maskesinin kapalı
olma zorunluluğu idi. Gerekmeyen alanlarda insanların konforunu sağlamak diğer
alanlarda kurallara uyumu arttıracakken, biz tek başına giden adamı, “Maske burnunda değil!” diye
durduruyorduk. Aynı evde yaşayan insanların kişisel araçlarındaki seyahatleri
için de geçerli bu durum… Evde takılmayan maske, arabada takılınca kimi neden
koruyacak? Gerçekten gereken noktalarda sıkı kontrol ve caydırıcı cezalar
gerekli. Ama gerektiğinde uygulayalım ki anlamı ve sonucu olsun!
Geçen
aylarda “Evde kal” demeyeni dövüyorlardı, bugünlerde ise temaslıların bile
temaslı kabul edilerek maskeli şekilde çalışmalarının devamı isteniyor
çoğunlukla. Hastalığın ağır seyreden özellikleri değişti mi, geldiğimiz
noktadaki rahatlık ilâçla tedavi edilebildiğini görmek mi, tam olarak neden
kaynaklanır açıklansa, biz de rahat ederiz sanırım…
Özel
sektörde çokça suiistimal edildiğini gördüğümüz yarı zamanlı çalışma
uygulamalarının denetimlerindeki eksiklik giderilmeli, devlet, fırsatçı
yükünden kurtulmalıdır. Tam gün çalıştırdığı işçinin yarım maaşını devletten
aldırmaya çalışan pek çok kurum var. Bunlardan bir kısmının, pozitif çıkan
personelini bile gelmeye zorladığı söylentileri de hayli çoktu.
Filyasyon
ekiplerinin kontrolü ile çözülmeye çalışılan hasta ve temaslı kişileri evde
tutma sorunu, hak ve vicdan olgusunda nerelerde olduğumuzun acıtan bir başka
göstergesi.
Tanı
konulduktan sonra kimine derhâl gereken ilâç ve rapor düzenleniyorken, kiminin
üç beş gün geçtikten sonra daha da kötüleşerek kendisinin hastaneyi arayıp doktora
ulaşmaya çalıştığı ve ilâcını temini de yine “Artık olmasın!” dediğimiz
manzaralardan...
Oldukça
etkili ve sorumlu bir anlayışla yürütülen mücadelede daha açık davranmak,
bilgileri doğru kanaldan ve gerçek şekilde vermek, söylentileri
engelleyecektir. Bunu yapabilirsek, doğrunun olmadığı yerde çıkacak karmaşa ile
değil, gerçekle yüzleşen insanlara çözümleri sunmakla harcarız enerjimizi.
İnsanların
sorumluluğunu hatırlatacak medya uygulamaları ile bu durumu hep birlikte en az
suiistimal ve hak ihlâli ile atlatacağımızı umuyorum. Zaten insanî desteğin en
güzel örneklerini vermiştik ülkece, daha güzel hikâyeler yazmayı da
başarabiliriz. Artık tüm dünya ile eş zamanlı yaşadığımız pandemi mücadelesinde
acemi değiliz, ihmalkâr olmayalım!