İki yoldan hangisi?

Ya birbirimizi suçlayacak ve üzüntülerimizi ayakta tutarak gelip gelmeyeceği kesin olmayan birilerinden bizi kurtarmalarını bekleyeceğiz yahut yaşadıklarımızı birer tecrübe kabul edip daha iyisini yapmak üzere kafa kafaya vererek kolları sıvayacak ve daha güzel, daha ahlâklı, daha yardımsever, daha iyi iletişim kuran ve daha anlayışlı insanlar olmaya uğraşacağız.

SON günlerde ülkemizde yaşananlar sebebiyle, “Acaba karabulutlar mı dolaşıyor üstümüzde?” gibi cümleler kurulduğunu gözlemledim.

Öyle ya, depremler, çığ altındakileri kurtarmaya gidenlere çığ düşmesi, İdlib’de verdiğimiz şehitler, uçak kazası ve diğer kişisel çevremizde olan ve bizleri üzen olaylar söz konusu...

Bütün bunlar neyin nesi? Bir şeylerin belirtisi mi, yoksa birtakım yanlışlarımızın cezası mı? Yahut büyük doğumun habercisi mi? Biz sadece seyredip katlanacak mıyız, yoksa yapmamız gereken bir şeyler mi var?

Bu tür olayların onlarca sebebi olabilir ve pek çok da hikmeti tabiî... Tam olarak sebeplerinin hangisi olduğunu bilmek mümkün mü? Hikmetlerini anlayıp ona göre iç âlemimizle dış dünyamızdaki olayları keşke uyumlu hâle getirebilsek, mânen ve madden içimiz, işimiz, gücümüz rahat olsa, ne hoş olurdu!

Dersten zayıf alan öğrenci bilir ki, dersi daha çok çalışması lâzım. Eli yanan insan bilir ki, hem eline yanık iyileştiren bir şeyler sürmesi, hem de bir daha elini ateşe sokmaması lâzım. Peki, biz bunları niye yaşadık? Hatâlarımız sebebiyle mi, uğursuzluklar sebebiyle mi? Ne yapmalıyız?

***

Bunları açıklamak için çeşitli kaynakları kullananlar oluyor. Kimi bilimle açıklamaya çalışıyor, kimi geçmişte yapılan yorumların devamı olarak görüyor, kimi sevdiği ve güvendiği mânevî liderlerinin açıklamalarına itibar ediyor.

Ne kadar tatmin olduklarını ve hayatta işlerine ne kadar yarıyor olduğunu biz bilemeyiz.

Şöyle bir düşünce sistematiğinin işe yaradığını, yaşadığım ve çevremde de gözlemlediğim için bu vesîleyle arz etmek istedim:

Bizleri üzen bu olayların sebepleri, “hem bireysel, hem de toplumsal hatâlarımız/yanlışlarımız” diye kabul edebiliriz. Tabiî etmeyebiliriz de... Bunu kabul edip etmemenin önemi yok. Böyle bir yola girmek, birçoğumuzu suçlu ilân etmeyi gerektirebilir. Bu da acı günlerde daha fazla üzüntü demektir.

Bunun yerine, diyelim ki hatâmız veya yanlışımız yok ve biz de iyiyiz. Böyle bile kabul etsek, daha iyi olmak için bir şeyler yapmak daha iyi değil midir?

Meselâ binalarımızı iyi yaptık ama buna rağmen yıkıldılar. Olabilir. Suçlu aramaya gerek yok. Şimdi daha da iyisini yapsak, ne mahsuru var?

***

Elazığ’da görevli kuruluşlarımızın çalışanları ve yardım kuruluşlarımız hepimizin göğsünü kabartan çalışmalar yaptılar. Bizzat Kızılay Başkanı ve sahadaki arkadaşlarla ilgili çok müspet olaylara şâhit oldum. Peki, daha iyisi olamaz mı?

İlk uçak icat edildiğinde, dünya felâket altında mıydı? Elbette hayır! Daha iyisi için onu icat ettiler. İyinin daha iyisi her zaman yapılabilir ve yapılmalıdır da…

Peygamberimizin sözlerinden edindiğim kanaat, her şeyi hayra yormaktır. O yüzden kendimizin ve birbirimizin hâl ve davranışlarında kusur aramak yerine daha iyisini yapmaya çalışsak veya birbirimize daha iyiyi, daha güzeli tavsiye etsek, ne mahsuru var?

Meselâ, gayet iyi niyetli bir şekilde her ağzını açtığında “Biz Müslümanların şöyle yanlışı var, böyle yanlışı var” diye konuşan dostlarımıza, arkadaşlarımıza desek ki, “Müslümanların iyi hâllerini göstererek, onların iyi ve doğru olmalarına katkı yapsan nasıl olur?” desek…

Dedikodu/gıybet yapan bir kardeşimize desek ki, “Yerin kulağı vardır; bu söylediklerini o şahıs duyarsa, -Allah muhafaza- senin gibi birine soğuk bakabilir veya hakkında nâhoş duygu ve düşüncelere sahip olabilir. İstersen şöyle bir lîsan-ı münasiple bunları kendisine söylesen hem günaha girmemiş olursun, hem de o şahıs hatâlarını düzeltme fırsatı bulur”

***

Yukarıda arz ettiğim örneklerden daha güzellerini uygulamamız mümkün. Böyle bir yol yahut yöntem, kanaatimce her türlü felâketi, sıkıntıyı, meseleyi hayra, iyiye ve güzele dönüştürmek ve başımıza gelenlerden kârlı bir şekilde çıkmak vesîlesidir.

Evet, doğum sancısı, eminim ki rahatsız edici, acı verici bir durumdur ancak sancıya yol açtığı için hâmileliği bitirmek yerine sabredip nur topu gibi bir evlât sahibi olmak, netîcesine baktığımızda memnuniyet verici bir durumdur.

Okula gitmek, sınavlara çalışmak, ödev yapmak sıkıntılı bir iştir; okulu bırakmak yerine bu sürece devam etmek, memnuniyet verici bir yoldur. Bir sıkıntı ve felâket karşısında da aynı şekilde -en kabaca- iki yoldan birini tercih edebiliriz: Ya birbirimizi suçlayacak ve üzüntülerimizi ayakta tutarak gelip gelmeyeceği kesin olmayan birilerinden bizi kurtarmalarını bekleyeceğiz yahut yaşadıklarımızı birer tecrübe kabul edip daha iyisini yapmak üzere kafa kafaya vererek kolları sıvayacak ve daha güzel, daha ahlâklı, daha yardımsever, daha iyi iletişim kuran ve daha anlayışlı insanlar olmaya uğraşacağız.

Bu iki yoldan hangisi sizce?