İki soru, tek cevap

Hem parlamenter sisteme dönmekten bahsedeceksiniz, hem de “Sembolik konumuna kavuşturulacak” derken Cumhurbaşkanlığı mâkâmına İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını riske atarak aday olacaksınız… Belediye başkanlarından biri Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ni kazansa da, kaybetse de bir önceki koltuğunu kaybedecek. Çeyrek asır sonra gelen zaferin bu kadar kısa sürmesi demek, her iki büyükşehirde meclis aritmetiğini elinde bulunduran AK Parti’nin rövanşı alması demektir. Bunu CHP göze alır mı?

YAZIMIZIN başlığını merak edenler, cevabını da merak ediyordur. Bunu kestirdiğim için önce iki soruyu deşifre ederek başlayalım.

İlk soru: “Cumhurbaşkanlığına kimler aday olacak?”

İkincisi: “Cumhurbaşkanı kim olacak?”

Her iki soruya vereceğim cevabın tek olması, işimi elbette kolaylaştıracaktır. Cevap, yazının sonunda da gelebilir, satır aralarında da verilebilir. Ama okurlarımızın feraseti bu gizemi de çözecektir.

Son üç yıldır, “Türkiye Cumhuriyeti’nin 13’üncü Cumhurbaşkanı kim olacak?” sorularına cevap bulmakla geçen bir gündem yaşıyoruz. Gazeteci arkadaşların sıklıkla manşetlere taşıdığı bu konu hakkında siyâsî aktörler de aynı performansa sadık kalarak bize malzeme veriyorlar.

Gündem gerek liderler, gerekse liderlerin bilgisi dâhilindeki bireysel demeçlerle aynı enlem ve boylam çizgilerini takip ederek şekilleniyor.

Geçen hafta demeç verenlerden biri de İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’di ve 2023 yılında kurulacak sandıkta cumhurbaşkanı adaylığına talip olmayacağını, başbakanlık istediğini açıkladı. Cümleyi tabir edecek olursak, “Biz, parlamenter sisteme geri döneceğiz, Cumhurbaşkanlığı mâkâmını da sembolik konumuna kavuşturacağız” der gibiydi.

Akşener’in bu ilginç demecinin ortağı bulunduğu Millet İttifakı’nda nasıl karşılandığına dair çokça yorum yapıldı; kimi bir taşla beş kuş vurduğunu, kimi de bu çıkışın Kılıçdaroğlu ile birlikte kurgulandığını iddia etti. Gazeteci Muharrem Sarıkaya ise, Meral Akşener’in Celal Bayar’ın yolundan gittiğini ve Türkiye’nin Angela Merkel’i olmaya hazırlandığını köşesine taşıdı.

Son açıklama, Afganistan dönüşünde her şeye başka baktığını, Türkiye’de aksayan çok şeyin olduğunu, ekonomik sıkıntılar yaşadığımızı ve demokratik hukuk devleti olmayı hâlâ başaramadığımızı söyleyen, Haber Türk yazarı Nagegan Alçı’ya dair.

“Eğer Türkiye, muhalefetin istediği başbakanlık modeline geçecekse şimdiden hazırlıklar başlamalı. Tam yetkisiz ve tamamen sembolik Cumhurbaşkanlığı mâkâmı anayasal olarak plânlanmalı. Eski parlamentarizmden farklı olarak cumhurbaşkanı kesinlikle tam yetkisiz ve tam güçsüz olmalı. Cumhurbaşkanlığı, devletin ve milletin birliğini temsil etmeli ve yeniden Çankaya’ya taşınmalı. Yeni sistemde Cumhurbaşkanı âdeta Norveç kralı gibi sembolik ve siyaset üstü olmalı. İç politikanın p’si bile Çankaya’ya girmemeli. Yeni cumhurbaşkanını yeni parlamento seçmeli. Devleti başbakan yönetmeli. Başbakanlık mâkâmı güçlü olmalı.”

Böyle söyledi Alçı…

Tam burada küçük bir değerlendirmenin yapılmasının yerinde olacağını düşünüyorum. İster Cumhurbaşkanlığı mâkâmına kendini hazırlayan Kılıçdaroğlu’nun, ister “İlle de başbakanlık isterim” diye tutturan Akşener’in açıklamaları olsun, buluştukları ortak bulvar, parlamenter sisteme geri dönülmesidir.

Bu açıklamaları bizler nasıl takip ediyor ve duyuyorsak, iktidar kanadı ve Cumhur İttifakı da aynı beyanatı duyuyor ve ona göre önlemler alıyor. AK Parti’nin olası gelişmeleri bertaraf edebilmek için elinin altında “yarı başkanlık” isimli bir sistem dosyasını tuttuğu bilinen bir gerçektir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde yaşanan aksamaları revize etmek, 2023’ün “sistem referandumuna” dönüşmesini engellemek, muhalefeti boşa düşürmek ve seçimde kaza yaşamamak için Türkiye Büyük Millet Meclîsi’ni güçlendirmek, barajı yüzde 50+1’in altına çekmek, başkan yardımcıları ile bakanların Meclis içinden seçilmesini sağlamak, en önemlisi de yeni ve sivil anayasanın geniş tabanlı bir uzlaşı temelinde buluşturmak üzere muhalefeti ortak çalışma masasına çekmek de bu plânda yer alıyor.

Türkiye’nin kronik sorunlarına şimdiye kadar “çözüm” üretmeyi akletmedi CHP. İçinde yer aldığı Millet İttifakı’nın ise diline doladığı vaatlerine baktığımızda, Suriyelilerin gönderilmesi, 3600 ek göstergenin verilmesi ve KHK’lıların göreve iadesinin öne çıktığını görmekteyiz.

“Parlamenter sisteme geri döneceğiz” söylemi, “Tayyip Erdoğan’ı tasfiye edeceğiz” anlamını da barındırıyor ve ittifak üyeleri, bu kozu seçimi kazanmanın yolu olarak görüyorlar.

***

Her geçen gün isimleri ön plâna çıkan İmamoğlu ve Yavaş’ın karşısına alternatif isimlerin çıkarılmasının altında başka plânların yattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Tüm bu varyantlar içinde bir tezat var ki, o da çok az gündeme getiriliyor.

Hem parlamenter sisteme dönmekten bahsedeceksiniz, hem de “Sembolik konumuna kavuşturulacak” derken Cumhurbaşkanlığı mâkâmına İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını riske atarak aday olacaksınız… Belediye başkanlarından biri Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ni kazansa da, kaybetse de bir önceki koltuğunu kaybedecek. Çeyrek asır sonra gelen zaferin bu kadar kısa sürmesi demek, her iki büyükşehirde meclis aritmetiğini elinde bulunduran AK Parti’nin rövanşı alması demektir. Bunu CHP göze alır mı?

Bu soruya en erken 2022 sonunda cevap bulabiliriz. Bu arada Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) ittifak konusunda kendi içinde farklı görüşlere sahip olsa da seçimin “anahtar partisi” konumuna yerleştiğini hatırlatmakta fayda var.

Kulağa küpe bir tahminde bulunayım: Her zamanki gibi sağ gösterip “sol” vuracaklar! Kazanmaları hâlinde “en az bir dönem” diyecekler ve yetkiyi ellerine alarak yapmak istediklerini, o bir dönem içerisinde gerçekleştirmek isteyeceklerdir.

Her iki isme de tavsiyem, onlara inanıp oy veren ve güvenen 16 milyon İstanbullu ile 6 milyonluk Ankara’ya aşkla hizmet etmeyi tercih etmeleri yönündedir.

Onları hayâl-i inkisara uğratmasınlar! Mümkünse iki dönem, değilse en azından bir dönem daha mazbata aldıkları illere hizmet vermek suretiyle rüştlerini ispat etsinler. İki büyük şehri kazandılar, kabul; ancak tam anlamıyla “yönettiler” anlamı çıkmaz bundan! Çünkü işin henüz başındalar. En önemlisi, seçim döneminde vadettikleri sözleri yerine getirmeleri ve projelerini hayata geçirmeleri, yarın aday olacakları Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde kendilerine referans olacaktır. Bizden söylemesi…

***

Biz yeniden, “Kim Cumhurbaşkanı olacak?” sorusuna dönelim…

Son yirmi yılda girdiği her seçimi kazanan AK Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, satır aralarına, “Gelecek nesillere daha büyük ve güçlü bir Türkiye bırakabilmek için çalıştıklarını, tarih ve medeniyet coğrafyamızda 84 milyona ulaşan vatandaşlarımızın gönlünü fethetmek için gönül seferberliği yürüttüklerini, vakitlerini, enerjilerini bu doğrultuda kullandıklarını" ifadesini yerleştiriyor.  

Erdoğan’ın 2023’te yeniden aday olacağına kesin gözüyle bakılıyor. Tam burada gündeme bomba gibi düşecek bir öneride bulunmak istiyorum!

Siyaset, biraz da satrançtaki hayatî hamlelere benziyor. Rakipleri iyi analiz etmek, alınacak sonucu büyük oranda etkiliyor.
2007 yılındaki AK Parti grup toplantısında, “Adayımız, Abdullah Gül kardeşimdir” diyerek Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladığı o tarihî kare gözümün önünden nedense hiç gitmez. Hakkı olan mâkâmı altın tepside Gül’e sunarken fedakârlık dersi de vermişti Erdoğan.

Yedi yıl sabretti ve 10 Ağustos 2014 Pazar günü, Türk siyâsî tarihinde ilk kez halkın oylarıyla 12’nci Cumhurbaşkanı seçildi. 16 Nisan 2017’de kabul edilen Anayasa değişikliği ile “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi”nin ilk Cumhurbaşkanı olarak da 9 Temmuz 2018 tarihinde ikinci kez aynı koltuğa oturdu.

Türk siyâsî tarihinin en zor seçimine 620 gün var ama netleşen hiçbir şey yok! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zorlu seçim öncesinde nihaî kararını henüz vermediğini, bambaşka bir karara imza atabileceğini düşünüyorum. “Neden?” derseniz…

Her yarıştan güçlenerek çıkan Erdoğan’ın Türk siyâsî hayatından “yenilerek” çekilme riskini göze almayacağını tahmin ediyorum. Ona sandık acısı yaşatmayı hayâl edenler, bizzat kendisinin yöneteceği yeni bir senaryo ile onlara havanda su döktürecektir. Tıpkı 2007’de olduğu gibi…

Şimdi sıkı durun!

Bambaşka bir isimden bahsedeceğim. Bu isim, ne Cumhur İttifakı, ne Millet İttifakı, ne de üçüncü bir ittifaktan. Belki de tüm ittifakların,  bırakın aynı çatıyı, aynı gök kubbe altlında olmasını sağlayacak bir adayı kamuoyuyla paylaşmak istiyorum: “Selçuk Bayraktar”…

Evet, yanlış duymadınız!

Türkiye’nin ilk yerli üretim S/İHA sistemi, Baykar Bayraktar TB2’nin mimarı, Baykar Savunma Teknik Müdürü ve T3 Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Selçuk Bayraktar...

Şaşırdığınızı, garipsediğinizi, “Hadi canım sende!” dediğinizi duyar gibiyim. Ama bu öneriyi Erdoğan’ın damat kontenjanına bakarak yapmıyorum. Tamamen bağımsız ve bileğinin hakkıyla hak eden bir isim… Hayâlleri ve hedefleri olan bu genç, kendisine engel çıkaran yerdekilere inat, sabır ve azim içeren manevralarla turkuaz renkli ülkenin göklerine hâkim oldu. Zalimlere ve düşmanlara korku, mazlumlara ve dostlara ise umut oldu. Ümidini yitirmeden çalışmalarını sürdürdü. Başta anne ve babası olmak üzere onların telkinlerini dikkate aldı, kendisine inananları mahcup etmedi. “Yerli ve millî” sentezleri tek başına karşıladı.

Amacım, onu övmek değil. Ama yaptığı işi her Türk vatandaşı gibi önemsiyorum. Bugün Edirne’den Van’a yeni neslin idolü olmayı başaran, milyonların ilgisini çeken TEKNOFEST gibi çok önemli ve çok büyük bir organizasyonu ülkemize kazandıran Bayraktar’ın ülkemizin sancaktarlığına aday olması ya da bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından taltif edilerek kamuoyuna anonsunun yapılmasını hayâlden öte arzu ederim.

Tüm ittifakların oyunlarını altüst edecek bu hamle ile Türkiye genç ve dinamik bir lidere sahip olurken, Erdoğan, “Onursal Başkan” statüsü ile bilgi, birikim ve tecrübelerini elektronik ve haberleşme mühendisi Bayraktar ve ekibine aktarmış olacaktır.

Gerek içinde bulunduğumuz yüzyıl, gerekse önümüzdeki yüzyıl, teknolojinin bize sunduğu dijital çağın çok çok ötesinde. Bu çağa hâkim olan, dünyaya ve uzayın derinliklerine de hâkim olacaktır.