BU yazımızda
iki generalin hükûmeti devre dışı bırakarak ordunun komuta kademesini belirleme
fırsatçılığını ve dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın bu olaya müdahalesi konusunu
ele alacağız…
Askerî
bürokraside aile saltanatı
Osmanlı
saltanatı kalkmıştı ama Türkiye’de militarizm saltanat sürmeye devam ediyordu.
Askerî bürokrasi darbelerden istifadeyle Genelkurmay komuta kademesinde bir
akrabalar saltanatı kurmuştu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet
Üruğ, “10 yıl önceki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’in yeğeni” idi.
Yani Gürler’den on yıl sonra, 1983’te, bu sefer yeğeni Genelkurmay Başkanlığı
koltuğuna oturmuştu.
Başbakan
Bülend Ulusu’nun kabînesinde Özal, Başbakan Yardımcısıyken, kudretli General
Necdet Üruğ, Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri idi. Başbakan Yardımcısı
Özal, Genel Sekreter Üruğ’un odasına ceketinin düğmelerini ilikleyerek
girmekteydi.
Dönemin
Bakanlarından Hasan Celal Güzel, bu psikolojinin siyâsî döneme nasıl
yansıdığını şöyle anlatır:
“Bakanlar Kurulu salonunda
yapılan bu toplantılarda, Başbakan ile Genelkurmay Başkanının oturacakları
koltuklar, ön tarafa yerleştirilen bir masanın arkasına yan yana konulmakta. Toplantı
için gelmiş olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ, Bakanlar Kurulu
salonuna girince, doğruca Başbakan’ın koltuğunun bulunduğu masaya yöneldi.
Ancak masada tek koltuk vardı ve koltuğun önünde de ‘Başbakan’ yazmaktaydı.
Kendisine koltuk ayrılmadığını
gören Üruğ, sıkıntısını yüz hatlarıyla hemen belli etti. Genelkurmay Başkanı’nın
ismini taşıyan levha, Başbakan’ın sağ tarafında, büyük masanın baş tarafındaki
sandalyenin önüne konulmuştu. Sol tarafın en başında ise Başbakanlık Müsteşarının
sandalyesi vardı.
Bu duruma çok bozulan Üruğ,
bir daha Özal başkanlığında yapılan bu toplantılara katılmadı ve kendi yerine
hep Genelkurmay karargâhından bir tuğgenerali gönderdi.”
Bu
örtülü mücadele, Üruğ’un dört yıl süren Genelkurmay Başkanlığı boyunca devam
edecekti. Bu dört yıl içinde Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ ve Başbakan Turgut
Özal, ordunun zirvesinin şekillenmesinde zaman zaman karşı karşıya geldiler.
Generallerin
ordunun komuta kademesini belirleme manevrası
İşte
bu şartlarda Özal, Başbakan olarak hâlâ derin devlete rağmen bir iktidar
kurmaya çalışmaktaydı. Güzel, Özal’ın Başbakan olarak girdiği ilk YAŞ
toplantısını da şöyle anlatır:
“İlk girdiği Yüksek Askerî
Şûrâ’dan sonra, bana gece saat 01:30’da telefon edip, ‘Bizim istediklerimizin
şu kadarı oldu, şu kadarı olmadı’ dediğini çok iyi hatırlıyorum…
Özal, Millî Güvenlik Kurulu
engelini aşıp Recep Ergun’u Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarı da yapamadı.
Diğer taraftan Özal, 1988’de Koramiral Işık Biren’in görev süresini uzatarak,
onu gelecekte Deniz Kuvvetleri Komutanlığı mâkâmında görmek istiyordu. Ancak
Koramiral Biren’in emekli edilmesini engelleyemedi.
Yine 1989’da, Kara Kuvvetleri
Komutanı Orgeneral Kemal Yamak’ın görev süresinin uzatılmasını istemekteydi.
Ancak bu kararını da YAŞ’tan geçiremedi.” (Güzel, 2004:44)
1987 yılı sadece seçimler bakımından değil, askerî
gelişmeler bakımından da özel bir yıldı. 12 Eylül’ün üzerinden 7 yıl geçmiş, Türkiye darbenin
yaralarını daha saramamıştı. ANAP iktidarının eli kolu bağlıydı. Ağustos Şûrâsı
yaklaşıyor, yeni komuta kademesine ilişkin haberler gazetelere yansıyordu.
Generaller,
2000 yılına kadar genelkurmay başkanı ve komuta kademesinin kimlerden oluşacağını
belirlemişlerdi. Kamuoyu gibi hükûmet de askerin sızdırdığı bu plânları
gazetelerden okuyordu.
İşte o günlerde cereyan eden “İki Necdetler Kalkışması”,
Başbakan Özal’ın hânesine yazılan ve siyâsî iradeyi güçlendiren tavırlardan
biri olacaktı.
Genelkurmay
Başkanı Necdet Üruğ ve Kara Kuvvetleri Komutanı, 30 Ağustos 1987’de emekli
olacaklardı. Üruğ, emekliliğini erken isteyerek Necdet Öztorun’a Genelkurmay
Başkanlığı yolunu açacaktı.
Tam
o günlerde Başbakanlığa bir tören davetiyesi gelmişti. Başbakan Turgut Özal,
Genelkurmay’daki devir teslim törenine çağrılıyordu. Ancak davetiyenin
altındaki imza, henüz Kara Kuvvetleri Komutanı olan Necdet Öztorun’a aitti ve
altındaki unvanda “Genelkurmay Başkanı” yazıyordu.
Daha
şûrâ yapılmadan komuta kademesi belirlenmiş, davetiyelere yeni Genelkurmay
Başkanı olarak Öztorun’un imzası atılmıştı. Hattâ Öztorun, kartvizitlerini de
bastırmıştı.
İşin açıkçası, Genelkurmay’da devir teslim öncesi
davetiyeler bastırılmış, Genelkurmay Başkanı Necdet Uruğ, görevi Orgeneral
Necdet Öztorun’a devretme hazırlığı içerisine girmişti bile. Çünkü Necdet Üruğ,
daha önce gazeteci Yavuz Donat’a, “Kendimden sonrasını 2000 yılına kadar
tanzim ettim” (Donat, 1987:77) açıklamasını yapmıştı.
Yani dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, siyaset
mâkâmının rolünü çalıyor ve 13 yıl boyunca kimlerin komuta kademesinde
bulunacağını tanzim etmeye kalkışıyordu. Esasen bu kalkışma, 1960 Darbesi’nden
sonra kurulan “sürekli darbe rejiminin” bir yansımasından başka bir şey
değildi.
Hâlbuki
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ ile Kara Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Necdet Öztorun, 30 Ağustos 1987’de aynı anda emekli olacaklardı.
Teamüllere göre Orgeneral Necip Torumtay bu göreve getirilecekti.
Üruğ,
yaptığı plâna göre görev süresi bitmeden, Haziran’ın ilk haftası emekli olmak
istediğini bildirdi. 12 Eylül’ün kudretli generali, kendisinden sonraki komuta
kademesini belirlemek istiyordu.
Ancak
Özal faktörü hesaba katılmamıştı!
Kendi aralarındaki ilişkilerle Genelkurmay
Başkanlarını belirleyen ve bu tercihlerini Başbakanlara dikte etmeye alışmış
olan generaller, bu kez karşılaşacakları sürprizden habersizdirler.
Rutin
işlerinin arasında önüne konulan bu davetiye, Özal’ı âdeta tavana zıplattı.
Morali çok bozulmuştu. Müsteşarı Hasan Celal Güzel’le ayaküstü istişâre
yaptıktan sonra kararını verdi. Öztorun’u veto edecekti. Ancak bu, pek kolay
görünmüyordu. O güne kadar siviller, önlerine konulan şûrâ kararlarını hep
imzalamış, askerî otoriteye teslim olmuşlardı.
Özal,
karşı bir hareketle sivil iradeyi güçlendirmek istiyordu. Önündeki en büyük
engellerden biri, darbenin başı, Çankaya’daki Kenan Evren’di. Cumhurbaşkanı
kararnâmeye imza atmazsa bir şey yapamazdı.
Özal,
“Böyle bir şey olmaz!” deyip Cumhurbaşkanı Evren ile görüştü. Bu davranışın Cumhurbaşkanı’nı
da tanımamak anlamına geldiğini anlatarak Evren’i ikna etmeyi başardı.
Özal, Cumhurbaşkanı Kenan Evren’le görüşerek, “Bu atamayı ben istemiyorum, Bakanlar Kurulu
da istemiyor” dedi ve bu konuda Cumhurbaşkanı Evren’in onayını aldı. Çünkü Evren,
Genelkurmay Başkanı adayı Necdet Öztorun’u Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na dahi
hatır için getirmişti.
Esâsen dönemin iki generali arasında gizli bir iktidar
savaşı vardı. Necdet Üruğ’un kadrolaşma hamlesine karşı Cumhurbaşkanı Evren,
Başbakan Özal’ın yaptığı itirazı fırsat bilerek tarihî bir hamle ile karşılık
vermiş oldu.
Bu tıpkı, dönemin general kökenli Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın, kurtulmak
istediği Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’dan dönemin Başbakanı Demirel’e fırsat
vererek 7 dakikada görevden alınmasını sağlaması gibi bir hamleydi.
Bakanlar Kurulu kararı
olmadan ve Askerî Şûrâ’ya götürülmeden yapılan bu plân, Özal’dan döndü. 28 Haziran günü General Necdet Öztorun’la görüşen
Evren, Öztorun’a Genelkurmay Başkanı olamayacağını söyledi.
Demokrasilerde başbakanların böyle bir hakkı vardı. Öztorun’a da yol
görünmüştü.
Özal,
Orgeneral Necip Torumtay’ın önce Kara Kuvvetleri Komutanı, daha sonra
Genelkurmay Başkanı yapılacağını açıklamıştı.
Bu açıklamanın ardından İstanbul’a hareket eden ve
burada emekli General Recep Ergun’la görüşen Özal’ın, Recep Ergun’un “Ordu bir kişinin peşinden gitmez”
açıklaması üzerine kararının doğruluğu konusunda özgüveni iyice artmıştı.
“Sivil
darbe” olarak tarihe geçen olayda hükûmet, ilk defa varlığını hissettirmişti. “Necdetler
Operasyonu”, iki orgeneralin emekli olmasıyla bitmiş, dönemin Genelkurmay
İkinci Başkanı Necip Torumtay, önce Öztorun’dan boşalan Kara Kuvvetleri
Komutanlığı’na, bir ay sonra da Genelkurmay Başkanlığına getirilmişti.
Özal, gazeteci Ertuğrul Özkök’e, “Bunu alışılmış
usûlleri değiştirmek için yaptık. Çünkü 1960’dan sonra hiçbir hükûmet
Genelkurmay Başkanını kendisi tayin edememiş” (Doğan, 1994:140) demişti.
Dönemin aktörlerinden Necip Torumtay ise hatıralarında
bu olayı naklederken, “Silahlı
Kuvvetlerde buruk bir hava yaratan bu olay beni de ziyâdesiyle üzmüştür. Bu bir
siyâsî gösteri mâhiyetindeydi” diye yazmakla birlikte, bu göreve gelmemek
gibi bir duruşu da ortaya koyamamıştır.
Korkut
Özal bu olayı şöyle anlatır: “Bir sistem
kurulmuş, biz sivil idare olarak hiç söz sahibi değiliz. Orada kimin
geleceğini, kimin gideceğini kendi aralarında tespit ediyorlar. Hattâ 2000
senesine kadar kimin nereye geleceği belli. Biz millî irade olarak bunu
etkileyemezsek, işlere hâkim olamayız. Türkiye’nin sivilleşmesi ve askerî
gölgenin kalkması için buraya bizim müdahalemiz gerekiyordu. Bugüne kadar kimse
müdahale edememişti.” (Özal, 2010)
ANAP döneminin etkili isimlerinden, eski Bakan Ekrem Pakdemirli de
Necdet Öztorun’un Genelkurmay Başkanlığının nasıl engellediğini şöyle anlatır:
“Necdet Üruğ Paşa’nın
Genelkurmay Başkanlığından ayrılma süreci başlamıştı. Kendi vaktinden önce
Haziran ayında emekliliğini istedi. Normal emeklilik döneminin biteceği güne
kadar görevde kalsa, Necdet Öztorun da emekli oluyordu. Kendince Öztorun Paşa’nın
önünü açıyordu.
Eğer hükûmet Necdet
Öztorun’u tayin etmezse emekli olacaktı. Bu sırada Necdet Üruğ ile Necdet
Öztorun görev teslim davetiyelerini dağıtmışlardı. Turgut Bey bu süreçte
Cumhurbaşkanı’na (Kenan Evren) çıktı. Bu süreci anlattı. Bakanlar Kurulu
toplantısı vardı. Herkes toplantı salonunda kendi arasında konuşuyordu. Turgut
Bey geldi. Özel kaleminin TRT’yi çağırmasını istedi. Bize de, ‘Vermem gereken
bir beyanat var, onu verelim, haberlere yetişsin, sonra biz toplantıya devam
ederiz’ dedi.
Benim bu ortamda
hiçbir şeyden haberim yoktu. Biraz sonra TRT geldi.
Özal, TRT’ye, ‘Hükûmetimiz
Genelkurmay Başkanlığına Necdet Öztorun’u düşünmemektedir’ diye demeç verdi.
Ben böyle bir demeç beklemiyordum. Ben Özal’a, ‘Ağabey biz ne yaptık?’ dedim. Bana
davetiyeyi uzattı. Altında Öztorun’un Genelkurmay Başkanı olarak ilân
edildiğini gördüm.
Özal bana dönerek, ‘Bize
rağmen Genelkurmay Başkanı mı olacaktı?’ dedi.” (Pakdemirli, 2013)
Özal bu kararıyla, eski Genelkurmay
Başkanı Faruk Gürler’in yeğeni olan Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ’un
kendisinden sonra Genelkurmay Başkanlığını teyzesinin oğluna bırakmasına da
karşı çıkmış oluyordu.
Gazeteci Avni Özgürel de Necdetler Olayı’nı
şöyle anlatır:
“Özal şahsen hakarete uğradığı kanısındaydı. 1987 senesinin Haziran ayında
yani tayin-terfi hâdisesinden bir ay kadar önce PKK, Mardin’in Ömerli ilçesine
bağlı Pınarcık köyüne saldırmış, 16’sı çocuk olmak üzere 30 kişi katledilmişti.
Özal’ı kızdıran, ne Genelkurmay’ın, ne de Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın hâdiseyle
ilgili olarak kendisine bilgi vermemiş olmasıydı. Daha ötesi, ertesi gün Özal,
Orgeneral Necdet Öztorun’u telefonla aramış ama emir subayından ‘komutanın
sabah koşusunu yapmakta olduğu, bu sebeple konuşamayacağı’ cevabını almıştı.” (Özgürel, 2009)
Özal, bundan sonra cesurca girişimlerini sürdürmeye
devam etmişti. 1’inci Ordu Komutanlığına Orgeneral Doğan Güreş’i, Ege Ordu
Komutanlığına Orgeneral Muhittin Füsunoğlu’nu getirmişti. Özal ve Evren,
komutanların bir oldubittiye getirerek hazırladıkları ve adına “teamül”
dedikleri 2000 yılı plânını bozmuşlardı.