İKİ koltuğunun
altında dört karpuz taşımayı başaran kahramanımız o bizim. Öyle böyle değil, hem
de büyüklüğü Diyarbakır, rengi Adana, lezzeti Osmaneli olanından…
İspatlayabilirim, izin verin…
Yıllar
yıllar önceydi. 2006 veya 2007 olmalı. Bir ilin büyükşehir belediyesinin kültür
işleri dairesi başkanı olarak tiyatro festivali düzenlemiştim. Evime gece
00:00’dan sonra ancak gidebildiğim, çok yoğun günlerimden birindeydim. İkindi
sonrasıydı. Yorgun, bitkindim; biraz da canım sıkkındı. İş yapmaktan çok
bürokrasinin o hantal, sinir bozucu, soğuk yüzü hasta ediyordu beni.
Keyifsizdim. Israrla biri aradı cebimden; çaldırdı, çaldırdı… Baktım, “Mustafa
Turan” yazıyor. Severim Mustafa Abimi. Tarih öğretmenidir. Kitapları olan da
bir yazardır. On kişiyle birlikte çıkardığımız Irmak dergimizde de yazı işleri
müdürümüzdür. Olumlu adamdır, yormaz, yük getirmez. “Açayım bari” dedim. Açtım…
Selâm
kelâm, hâl hatırdan sonra, “Sevgili Başkanım, size bir şey danışmak istiyorum”
dedi. (Hep böyle konuşur Mustafa Abi. Yüzde seksen unvanıyla hitap ederdi
karşısındakine. “Sayın müdürüm, sayın başkanım, sayın valim”... Onun formatı
buydu. Samimiyse karşısındakiyle, önüne helâlinden bir “sevgili” eklerdi. Yine
öyle yapmıştı.) Nasıl davranacağımı bilemedim. Hafif kekeleyerek, “Buyur Abi”
diyebildim.
-Emekliliğim dün
itibarıyla doldu. Yol ayrımındayım. Altmış beş yaşına kadar, on beş sene daha
öğretmenliğe devam mı etsem, yoksa emekli olup kitaplara mı yoğunlaşsam? Bir
kardeşim olarak bana tavsiyen nedir?
En
sevmediğim şeydir birisinin hayatına karışmak, “Şöyle yap, böyle git” demek.
Kalbine danışmalı herkes kanaatime göre… Benim de emekliliğime üç yıl kadar
vardı. Gâvurların meşhur kelimesiyle “empati” yaptım hemencecik. Bu soruyu kendime
sordum hızlıca. Aynı durumda ben olsaydım, ne yapardım? “Bir gün bile durmam,
basarım imzayı, gerisi Allah’a kalmış, olurum emekli” diyordu kalbim. Döndüm
ona, “Emekli ol Abi” dedim, “Yazacağın çok kitap, vereceğin çok konferans,
gideceğin çok şehir var senin. Emekli ol da kurtul şu prangalarından!”. Bu
sözleri, aslında Mustafa Turan’dan çok kendime, sıkıntılarıma, durumuma
söylüyordum ben. Bir ses geldi telefondan: “Oluyorum be emekli!”
Oldu
da… İyi de etti. Hatipliğine, ataklığına, birikimine güveniyordum ben Mustafa
Abinin. Sırtında, emeklilik sonrası başarılı olma potansiyeli -buna “önlük” de
diyebiliriz- taşıyan az sayıdaki öğretmenden biriydi gözümde Mustafa Turan.
Yanılttı
mı Mustafa Turan beni? Hayır. Kesinlikle hayır! Geçen on beş yıllık sürede, neredeyse
her dört ayda bir kitap yayınladı, her iki günde bir şehirde veya ilçede
konferanslar verdi, her ilçeye en az beş kere gitti. Hani çocukluğumuzda
tiyatro kumpanyaları veya konser turneleri olurdu; otobüsle İstanbul’dan çıkar,
her gün bir şehirde gösteri veya konser, İzmit, Adapazarı, Düzce, Bolu,
Karabük, Bartın, Zonguldak, Kastamonu, Çorum, Çankırı, Sinop, Samsun, Ordu,
Giresun, Trabzon, Rize, Artvin, Kars, Ardahan, Iğdır, Ağrı, Van, Erzurum,
Erzincan, Tokat, Sivas, Yozgat, Kırıkkale, Ankara, Eskişehir, Kütahya, Bilecik,
Bursa, İstanbul, ülkenin yarısını dolaşırlardı ya kırk günde gönülleri hoş
etmek için... Tabiî en azından on beş yirmi kişilik bir ekiple… Bunu bir de
güneyden düşünün, işte Mustafa Turan, tek kişilik dev kadro, bütün bir Anadolu’yu
dolaşıyor senelerdir! Gitmediği kaza, gitmediği kaymakamlık, gitmediği
müftülük, konuşmadığı salon, dokunmadığı kalp, imzalamadığı kitap kalmadı.
Helâl olsun vallahi! İyi ki “Emekli ol Abi” demişim! Ve iyi ki beni dinlemiş!
(Gerçek emeklilik sebebi benim sözüm mü, başka bir şey mi, onu da
bilemeyeceğim.)
Yanılttı
mı Mustafa Turan beni? Evet, yanılttı. Ben onu Anadolu’da dolaşacak konferans
konferans, seminer seminer sanırken, bir gün Almanya’dan, ertesi gün
Belçika’dan, sonraki gün Hollanda’dan çıkıyor karşımıza. Gitmediği -hem de
defalarca gitmediği- ülke kalmadı abimizin, maşallah. Nasıl iletişim kurar,
nasıl bulurlar onu, kim organize eder, bilemem. Ama gördüklerime göre, hayranım
kendisine.
Bir
özelliği daha vardır; kitapları. Yılda üç farklı alanda (tarih, kişisel
iletişim, aile meselâ) kitap yayınlar. Belki şu ana kadar onun kadar çok farklı
alanda kitabı olan yazar yoktur. Ve bunların yayıncısı da kendisidir, satıcısı
da kendisidir, imza günü düzenleyeni de. Belki de Türkiye’de şu ana kadar, son
on beş yılın satış ve imza rekoru Mustafa Abinindir. Hiç abartmadan söylüyorum
size.
“Peki,
kim öyleyse fenomen, kim bu Mustafa Turan?” dediğinizi duyar gibiyim. El-hak,
çok haklısınız. Hem de yerden göğe… Anlatayım efendim…
Baltalı
Mustafa Paşa bizimkisi. (“Baltalılı” diyeceğim de çift “lı” kulaklarınızı
tırmalayacak diye korkuyorum.) Bilecik Gölpazarı Baltalı köyünden… Köyüne gittim,
gördüm. Yeminle size, Hakkâri, Mardin, Diyarbakır mezralarından biri
sanırsınız; öyle dağlık, öyle yoksul, öyle ücra…
Sene
1957... Bu köyde doğmuş kahramanımız. Daha çocukluktan bir hayâli var küçük
Mustafa’nın. “Köye gelen hafızlara saygı çok büyük, ben de hâfız olmalıyım”
diyor, oluyor. İlkokula gidiyor, “Öğretmene saygı büyük, ben de öğretmen
olmalıyım” diyor, oluyor. Osmanlı’nın ilk başkenti Bilecik’te doğan Baltalı
Mustafa Paşamız, lisede parasız yatılı olarak ikinci başkent Bursa’dadır artık.
Bu kez, “Yazarlara gösterilen saygı büyük, ben de yazar olmalıyım” diyor,
oluyor. (Altmış beş yıllık ömründe kitaplarının sayısı yaşı kadar olabilir.
Kesin kırktan fazladır da...) Etti mi üç karpuz size?
Durun,
daha bitmedi! Her yazar yüz, üç yüz, beş yüz, bin kişiye konuşabilir değildir.
Hatta biz yazarların arasında salon hatibi oranı yüzde onları geçmez, geçemez. Bin
kişiye bırakın bir saat, on dakika bile kendinizi ilgiyle dinletebilmek, ilgiyi
toplayabilmek çok zordur. İşte Mustafa Turan, ilçe ilçe, şehir şehir, ülke
ülke, sahne sahne, salon salon, meydan meydan saatlerce kendisini dinletebilen
bir fenomendir! Bu da koltuğundaki en büyük karpuzu olmalı.
Karakter
olarak sessizdir, sedasızdır Mustafa Turan. Pek ortalıkta görünmez. Göründü mü,
ya kitap olarak görünür, ya konferans. Ünlü “tarihçi-yazar” sıfatı ilk on beş
yıl onu taşıdı, son on beş yıldır o bu sıfatı sırtlamış götürüyor.
İyi
kalplidir, uyumludur, sabırlıdır. Her konuda yazabilir. Yazmıştır da. “Yazarlıkta
onun kadar farklı alanda kelâm ve kalem oynatan yoktur” desek yeridir. Bu da şairliğini
daima üçüncü plânda bırakmış, şairliğine gölge düşürmüştür.
Her
şeyi beğenmeye hazır bekler: Ortası pekiyidir, iyisi harika, pekiyisi muhteşem…
Kısa, öz, etkili konuşur; maalesef çok uzun şiir yazar. Hatta şiir de değil,
destan yazar destan. Durdurmazsınız. Fahri Tuna, elinde makas, sırtında “sansürcü
başı” unvanı, dilinde “Dört dörtlük şiir dört dörtlüktür” özdeyişiyle, Irmak dergisinde
on altı dizeden uzun şiirleri tıraşlarken, grafiker Yüksel ile teknik çeteleşme
yolu ve son dakika operasyonuyla 24 kıta (doksan altı dize) destan yayımlamayı
başarmıştır. Bu başarısıyla da 1.60’lık boyunun 1.80’e uzadığı, başının göğe
değdiği rivayeti söylenegelmektedir.
Çelebi
mizaçlı Mustafa Abi, hakikatte çok iyi bir yol arkadaşı, çok uyumlu bir iş
arkadaşı, çok olumlu bir dâvâ arkadaşıdır. Musalli adamdır. Beş vakit
camidedir. Kalbi zikirli, dili duâlı adamdır. Yer yer ona başarıyla teknik
direktörlük yapan eşi Yasemin Yengemiz, aile ve sosyal politikalar uzmanı büyük
oğlu Feyzullah, başarılı akademisyen küçük oğlu Ubeydullah; gelinleri ve torunları
ile mutlu bir baba, mutlu bir dede, mutlu bir dedebabadır şimdilerde Mustafa
Abimiz.
Hep
hareket hâlindedir. Benim gibi o da Yörüklükten (yürümekten) Manavlığa
(yerleşikliğe) geçmeyi becerememiş, hep yolda, yolculukta, seyahatte olan bir
ben-i âdemdir. Bazen sorarım kendime “Mustafa Abi ayda kaç gün dışarıda, ben
kaç gün dışarıdayım?” diye. Pirimiz, üstadımız Nasreddin Hoca’nın gezmekten eve
pek uğramayan hanımı misâli, Mustafa Turan ile bu satırların sahibinin de pek
eve uğradığı söylenemez. Covid Salgını öncesi, yıllarca ben ortalama ayda on
yedi on sekiz gün şehir, hatta ülke dışındaydım ama inanıyorum ki Mustafa Abi,
benden daha da ilerideydi.
Özeti
şudur: Baltalı Mustafa Paşa, iki koltuğunda dört karpuz, omuzunda Müslüman
Türklüğün yükü, şehir şehir gönülleri fethe çıkmış bir Şeyh Edebalı dervişidir.
Tam da budur, bu kadardır, buncadır!
Yolun açık, fütuhatın bol olsun güzel kalpli Ağabeyimiz!