
HAYATA gözlerimizi
açtığımız an ile beraber hayatı anlamlandırma süreci de başlar. Temel duyularımız
başta olmak üzere fikrî, hissî ve ruhî yapımız her gün, hatta her an temel
şekillenme sürecine devam etmekle beraber, bazı tali süreçlerden ayrılıp yeni
süreçleri de bünyesine katarak değişim ve gelişimine devam eder. Bu durum
birbirini destekleyen kavramsal ve yaşamsal düzlemlerde gerçekleşir. Hayatı ve
hayatın anlamını kendi dünyası içinde konumlandırmaya çalışan insan için bu iki
düzlemin birbirini bulması -vaktinde ve doğru şekilde insanın zihninde ve
hayatında yer alması- her zaman mümkün olmayabilir, olamayabilir. “Kanaat” ile
ilgili iki deyim üzerinde bu durumu daha net görmeye çalışalım.
İki
kapılı bir kavramdır “kanaat”. Bir gelişimiz olduğu gibi, bir de gidişimiz
olacak -iki kapılı bir han- olan dünya hayatında “kanaat”, farklı iki eylem ile
kullanıldığında bazen içine “giriş”, bazen de kendisinden “çıkış” yapmayı gerektiren,
barındıran bir kavramdır. Ancak doğru kodlar girilerek içerisine dâhil
olunabilecek -kendisini bize açacak/bizi hazinesine götürecek- bir saray olduğu
gerçeğiyle müspet bir anlama işaret eden ve giriş yapmamız gereken bir kapı
vardır.
Söz
konusu kapı, “etmek” yardımcı eylemi ile kullanıldığında karşımıza çıkan ve kanaatin
akla ilk gelen anlamlarını da içeren “kanaat etmek” deyimi içinde
değerlendirebileceğimiz bir kapıdır. “Çıkış” ile ilgili kapı ise, “getirmek”
eylemi ile birlikte ancak doğru yol izlenerek içinden çıkılabilecek
-kendisinden uzaklaştıracak/bizi ışığa, felaha kavuşturacak- bir labirent yahut
zindandan çıkışı ifade eden “kanaat getirmek” deyimi için söz konusu olan bir
kapıdır.
“Kanaat
etmek” ve “kanaat getirmek” deyimlerinin pratikte doğru kavranmasını
zorlaştıran engeller vardır. Bu engellerin sayısı, niteliği ve boyutu, ele
alınan çerçeveye göre değişebileceği gibi öne çıkarmak istediğimiz iki başlık, “popüler
kültürün etki alanı” ve durdurulamayan hızı ile “teknoloji”dir. Öyle ki, bu iki
başlık birbirini hâvi olup birbirinden beslenmektedir. Globalleşen bir dünya ve
kültüre göre kendisine bir perspektif çizmeye zorlanan bireyin “algı dünyası”,
daha çok onun bilinçaltı uyarılmak suretiyle değiştirilmektedir. Teknolojik imkânların
hayatı içine alan yapısı, zaman kazanmak ve hayatı kolaylaştırmak isterken
bireyi pasifleştiren ve onun kendini unutmasına, durup düşünmesine mani olan etkisi
ile yine onu irade ve istence dayalı bir yaşamdan uzaklaştırmaktadır.
Bireyin
önce algı dünyasını ve daha sonra karar mekanizmalarını ele geçiren bu
teknolojik hız, bireyin hayata, kavramlara, kendisine ve çevresine dair
kararlarındaki hızını bazen doğrudan, bazen de dolaylı olarak arttırmaktadır.
Tabir-i diğerle “hızlı düşünme”nin makinadan insana intikali, bireyin “kanaat
etme” hislerini törpüleyerek onu “kanaat getirme” odaklı bir ahvalin, bir
düşünce yapısının, dahası çıkılması güç bir karanlığın içerisine
sürüklemektedir.
Bugün
içinde bulunduğumuz tabloda “aza kanaat etmek” olarak öğretilegelen düsturun,
hızı ve akışkanlığı arttırılan hayatın içinde pratikte -maalesef- “az bilgiyle
kanaat getirme/karar verme” noktasına evrildiğini gözlemliyoruz. Bu konuda sayısız
örnekle karşılaşabiliriz. “Kanaat getirme” hızını, az veya olmayan bir bilgi
ile bir kanaat ortaya konan şans ve tahmine dayalı oyunlara artan ilgide de
somut bir şekilde müşahede edebiliriz. Bireyi kendinden uzaklaştırarak onun,
hayatın her alanında hızlı ve sağlıklı olmayan karar verme sürecini geliştirmesi,
bireyin ancak kendine, özüne dönüşüyle iyileşme sürecine girebilecektir.
Hayatı
felce uğratmadan ve yine doktora yetiştirelim derken hastayı sedyeden
düşürmeden buyurun Hacı Bektaş-ı Velî Hazretleri’ne kulak verelim: “Akıllı
insanın üç askeri vardır: Sabır, utanmak ve kanaat…”
Birbirine gönülden bağlı bu üç kavramı hayatın içinde doğru anlamlandırıp konumlandırarak utanmanın sabır, sabrın da kanaat yetisini güçlendireceğini unutmayalım.