İki hayatın izinden yürümek

Zamanına sahip çıkan insan, acısına ya da geleceğine cesurca yön verebiliyor. Sorumluluk duygusunu ve ait olduğu değerleri sahipleniyor. Bedel ödemekten kaçınmıyor. Yaşadıklarının kendini yok etmesine izin vermek yerine, yüzleşmeyi, üzülmeyi, hareket ve faaliyeti tercih ediyor. Bir diğeri ise, büyük buluşunun ardından vicdanından gelen sesi susturamıyor.

RAMİZ... Bosna’nın uçsuz bucaksız dağlarında kendine bir hayat kurmuş. Eski arabasıyla geldiğinde, yanında sadece birkaç parça eşya varmış. Bosna Savaşı’nda çekilen tüm acılar, yoğun şehir keşmekeşi ve kısır politik çekişmeler, hayatını yaşanmaz kılmış. Yirmi yılı aşkın bir zamandır yalnız burada yaşıyor.

Kayayı oyarak kazları için bir kümes yapmış. Kendi içinde derme çatma bir ev... Kullandığı köprüyü iki yılda tamamladığını söylüyor. Balıkçılık yapıyor, yiyeceği balı kendi arılarından üretiyor, biraz da sebze yetiştiriyor. Çok sevdiği bir mağarada uyurken, bir sabah kocaman bir ayı tarafından uyandırıldığını gülerek anlatıyor. “Hiç korkmadım” diyor, “Çünkü bana zarar vermeyeceğini biliyorum”. “İnsanın insana neler yaptığını yapabildiğini gördüm, biliyorum” diyor. Artık korkacağı hiçbir şey kalmamış(!)...

Uzun zamandır yaşadığı bu dağlarda, gece gündüz demeden dolaşıyor. Kendisiyle, geçmişiyle ve acısıyla yüzleştiğini söylüyor. Tanık olduğu acılara ve bu vahşetlere maruz kalanlara borçlu olduğunu ifade ediyor. Şu âna kadar 200’den fazla ceset parçasının bulunmasını sağlamış. Kimliği tespit edilen şehit cenazelerinin ailelerine ulaşıp, huzura erdiklerinden dolayı mutlu olduğunu söylüyor ve üzülerek ekliyor: “Daha bulunacak çok fazla ceset var!” 

Hüzünlü ve yorgun gözleri ekranda donup kalır. Ve ardından büyük bir sessizlik...

***

Robert Oppenheimer: “Şimdi ben ölüm oldum!”

İnsanlık tarihinde büyük bir çığır açan buluşun ardından böyle söylüyor Oppenheimer. “Atom bombasının mucidi” olarak tarihe geçen bilim adamı, büyük bir fizikçidir. Tarih bazı olayları yahut kişileri unutmuyor, ancak kategorize etmekte zorlanıyor. İnsanlık bu buluş için Oppenheimer’e minnettar mıdır sizce? Yoksa...

Kibirli bir çocukluk dönemi, farklı bir zekâ, tam bir fizik dehâsı... Bedensel ve psikolojik olarak problemli geçen ilk gençlik yılları... Uzun çalışmalar, deneyler, formüller...

Oppenheimer, gerçekleştirilen o başarılı denemeden sonra donakalır. Hissettiği, mutluluk ya da sevinç değildir. Hissettiği, vicdan azabı ve sorumluluktur. Bilimsel açıdan çok büyük bir buluştur, ancak yüz binlerin, milyonların gölgesi, yaşamı boyunca peşinden gelir. “Bilimsel ahlâk var mıdır?” tartışmaları yapılır ve belki de (o günden sonra) sonsuza kadar bu konu kapanmıştır.

“Şimdi ben ölüm oldum” der ve gırtlak kanseri ile ölümün elinden kurtulamaz.

***

İnsan olmak, insan doğmak değildir, insan kalabilmektir!

Aklımda dolaşan, iki isim ve iki hayat öyküsü... Ve aslında daha niceleri... Dünyanın hangi coğrafyasında yaşarsak yaşayalım, sahip olduğumuz “öz kültür”, o “iç ses”, bizi insan olmaya, insan kalmaya çağırıyor. Günümüzde bu sesi duymakta pek de mâhir olduğumuz söylenemez.

Zamanın kendini bile yakalamakta zorlandığı günlerdeyiz. Bu denli hızlı değişim, takip edilebilir gibi görünmüyor. Hayâl gücümüzün çok üstünde gelişen tüm bu modern tasavvur, bir ekran ile küçülmüş, masumâne bir şekilde avucumuzun içinde duruyor. Elimizde tuttuğumuz tüm bu akıllı cihazlar öncelikle zamanımızı esir alıyor. Bizim düşünme ve hayâl etme melekelerimizi küçültüp törpülüyor, son olarak rûhumuzu dahi ele geçirmeye çalışıyor. Bunun bir kehanet olmasını dilerdim, ama değil!

Kendinden ve dahi kendi hayatından vazgeçerek Bosna’nın dağlarında dolaşan Ramiz Dayı, çok hüzünlü ama heyecan verici... Kendimizi ve amaçlarımızı sorgulatacak sert bir etki yaratıyor insanda. Zamanına sahip çıkan insan, acısına ya da geleceğine cesurca yön verebiliyor. Sorumluluk duygusunu ve ait olduğu değerleri sahipleniyor. Bedel ödemekten kaçınmıyor. Yaşadıklarının kendini yok etmesine izin vermek yerine, yüzleşmeyi, üzülmeyi, hareket ve faaliyeti tercih ediyor. Bir diğeri ise, büyük buluşunun ardından vicdanından gelen sesi susturamıyor.

“Batıp gideni istemem” diyebilmek için Hazreti İbrâhim mi olmak gerek? Sanal ile gerçek ayrımının akılları sınadığı zamanlardayız. Ve hangi zaman olursa olsun, batıp gideni istemeyecek kadar İbrâhim (as) olabilmenin duâsı ve hülyâsında kalalım...